11 Ekim 2011 Salı

C vitamini ile spor, kanser ve gribin ilacı

Kış geldi gelecek. Havalar soğumaya başladı. Yakında sobalar yanacak, kaloriferler çalışmaya başlayacak. Buna bağlı olarak da, günümüzün çoğu zamanını kapalı mekanlarda geçirecek, bakteri, virüs, mikro küçüklükte mantarlarla koyun koyuna yaşamaya başlayacağız. Yağmur, çamur, kar, soğuk havalarda devreye girince sağlıklı kalmak epey zorlaşacak.
Bilim dünyası kapıya gelip dayanmış bu tehlike nedeniyle, daha şimdiden, 'Aman dikkat!' nitelikli uyarılarda bulunmaya başladı bile.

İttihatçı'dan adam olur mu?

Eisenhower, 1955 yılında Süveyş krizi çıktığında, "Osmanlı İmparatorluğu bu bölgede varolsaydı bunları yaşamazdık" demiş, bilmiyordum, Mehmet Barlas'tan öğrendim.
Yazıya böyle girersen okunma şansın da kalmaz çelebi! Hem iki tane yabancı isim, hem 1955 gibi gençlere "tarih öncesi" gelen bir yıl...
Neyse canım, beterin beteri var: Yorumculuk yaptığım yıllarda bizim televizyonda çalışan bir lumpen oğlan vardı... Kadın berberi... Bir gün çocukluk anılarımı anlatıyordum, Başkan Eisenhower'ın 1959 yılında Ankara'ya gelişinden sözettim... Lumpen oğlan "hadi be," dedi, "Amerikan başbakanı Charles Aznavour ne zaman Türkiye'ye geldi ki?"

Karayılan hangi yazarları seviyor?

12 Ekim 2011 Çarşamba

Hasan Cemal’in Kürtler”in devamı sayılan “Barışa Emanet Olun” kitabını okuyorum. Hemen söyleyeyim, “faydalı” bir kitap.

Zaten Hasan Cemal ne yazsa okurum... “Tank Sesiyle Uyanmak”tan başlayarak, bütün kitaplarını adeta “yuttum...” Hem de çok şey öğrendim ve geleceği bırakılmış çok önemli belgeler olarak kütüphanemin “önemli kitaplar” bölümünde mahfuz tutuyorum

Bu “Kürtler” ve “Türkler” vurgusu her zaman rahatsız etmiştir beni ama Hasan Cemal’in yazdıklarına ilişkin bir rezerv değil bu.

Köstebek, Beşir Atalay mı?

Kemal Kılıçdaroğlu, grup toplantısındaki konuşmasını "Köstebek, Beşir Atalay'dır" cümlesiyle tamamladı. Peki neye dayanıyordu? 14 Ekim 2009'da, saat 22.19'da, İçişleri Bakanlığı Özel Kalem'inden, bakanın koruma müdürünün yaptığı konuşmaya istinaden bu iddiasını ortaya atmıştı. Koruma, Kırıkkale Belediye Başkanı Veli Korkmaz'ı aramış, ona, Deniz Feneri'yle ilgili bazı kişilerin ev ve işyerlerinin aranacağı haberini vermişti. Veli Korkmaz, saat 22.22'de, Kanal 7 televizyonu Genel Yayın Müdürü Mustafa Çelik'i aradı. Çelik, hemen arkasından ortağı İsmail Karahan'a haber verdi. Aynı zamanda, Kanal 7 Yönetim Kurulu Başkanı Zekeriya Karaman'ı da arayarak hemen bir toplantı düzenlenmesini sağladı. Zaten, İsmail Karahan'ın savcılık ifadesinden de, Mustafa Çelik'in, arama yapılacağı haberini kendisine verdiği anlaşılıyor. Karahan, "Çelik bir yere ayrılmamamı, gerekirse bilgime müracaat edeceklerini söylemek için beni haberdar etti" diyor savcıya.

NATO Füze Savunma Sistemi

ABD Savunma bakanı Leon Panetta, gelen tepkiler üzerine savunma sisteminde İsrail’le bilgi paylaşımı olmayacağını söyleyerek Başbakan Erdoğan’ın sözlerini teyit etti.


“Füze kalkanı” adı altında içte ve dışta çok fazla sayıda spekülasyon yapıldı. Hatta Türkiye’ye açıkça düşmanlık yapan Fransa başkanı Sarkozy “Biz kediye kedi deriz” diyerek, Türkiye ile İran’ın arasını açmaya çalıştı. Türkiye’nin resmî açıklamalarının aksine bu projenin İran’a karşı yapıldığını söyleyen Sarkozy, Türk düşmanlığı sayesinde yaklaşan seçimlerden kendine pay çıkarmaya çalışıyor.
Sarkozy’ye bir diyeceğim yok, zira kendi siyaseti ve politikası gereğince bunu yapıyor. Lâkin hükümeti yıpratmak adına yapılan her anlaşmaya ve projeye karşı çıkmak doğru mudur? İyice düşünmek lâzımdır.

Gülen Hareketi ve PKK

12 Ekim 2011 Çarşamba

New York

Fethullah Gülen Harekatı Güneydoğu ve Doğu Anadolu’daki faaliyetleri nedeniyle PKK’nın tepkisini çekiyor.

Hem Kandil, hem sokaktaki kimi Kürt başta KCK operasyonu olmak üzere bölgedeki gelişmelerden hareketi sorumlu tutuyor.

Seçim zamanı gördüğümüz üzere, Hareket’le ilişkisi olduğunu düşündüğü din adamlarını doğrudan hedef alıyor.

Oysa somut hayata baktığımızda bu Hareket’in mensuplarının Kürtlere ve toplu haklarına çok olumlu baktığını görüyoruz.

Los Angeles’taki ziyaretimiz esnasında rehberimiz İspanyolca ve Çince’nin Kaliforniya’da resmi dil olduğunu söylediğinde, Anadolu’dan gelen birçok insan olumlu tepkisini dile getirdi.

Bu sadece göstermelik bir tepki değil çünkü Hareket bölgede Kürtçe yayın yapan televizyonlar kuruyor.

Bıçaklanmış kanlı çıplak kız bedeni

11 Ekim 2011 Salı
Kaymakamlık Yazıişleri Müdürü ve bir yüzbaşının da aralarında bulunduğu 28 kişinin Mardin’de 2002 yılında yedi ay boyunca sürekli tecavüz ettiği 12 yaşındaki N.Ç.’yi hatırlıyor musunuz?

Olayın ortaya çıkmasıyla N.Ç.’yi pazarladığı öne sürülen iki kadın ve 25 erkek tutuklanmıştı.

Davanın ilk duruşması 24 Şubat 2003 yılında yapıldı.

Aynı yılın altıncı ayından sonra davada hiç tutuklu kalmamıştı...

Mardin 1. Ağır Ceza Mahkemesi ise ancak sekiz yıl sonra, Şubat 2011’de karar verdi.

13 sanığı, ‘15 yaşından küçük çocuğun ırzına geçtikleri’ gerekçesiyle alt sınırdan beş yıl hapisle cezalandıran mahkeme, altıda bir oranında iyi hal indirimi yaparak, cezayı dört yıl iki ay olarak belirledi.

Bu adamın sonu kötü olacak!

Bütün gücünü Türkiye karşıtlığına yöneltmiş. Seçim hazırlıklarını, dış politikasını, Avrupa Birliği'nin geleceğine ilişkin perspektifini hatta ekonomi politikalarını Türkiye'yi tecrit etmeye, sindirmeye, Avrupa'nın dışına itmeye adamış. Avrupa ne ki, Türkiye'yi mümkünse Ortadoğu'dan, Balkanlar'dan, Kafkaslardan hatta Orta Asya'dan çıkarmak için yoğun çaba sarfediyor.

Söylem ile eylem -1

11 Ekim 2011 Salı

Hükümetin 'Komşularla sıfır problem' söylemine yönelik eleştiriler çoğalınca ve Esad'ın CHP heyetine söylediklerini Cumhuriyet Gazetesi yayınlayınca Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu 12 meslektaşımızı davet ederek eleştirilere yanıt vermiş. Meslektaşlarımız bu sohbetin detaylarını kendi köşelerinde anlattılar. Herkesin üzerinde özellikle durduğu konu Suriye-Türkiye ilişkileri. Çünkü Suriye; Türkiye'nin dış politikasının yani 'Komşularla sıfır sorun' ilkesinin test edildiği yerdir.
Gelin birlikte bakalım.

Facebook’taki erozyon!

Kuveyt’ten Suna Durmaz: “Bildiğiniz gibi teknoloji çift taraflı bir silâhtır. Hayra kullanıldığı zaman hayır, şerre kullanıldığı zaman şer getirir.

Doğrusu, 2 yıldır facebook’a üye olup olmama konusunda düşünüp durdum. Sonra, her gün Risale-i Nur’dan bir vecize koymak, yazılarımı paylaşmak, Arap âleminde olup biten son olayları yorumlamak için bir hizmet ve iletişim aracı düşüncesiyle üye oldum. Üye olunca baktım ki, nice kapalı genç hanımlar poz poz resimlerini koymuşlar. Tek olarak yüz güzelliklerini, şıklıklarını gösterir şekilde adeta bir resim panosu yapmışlar. Çok rahatsız oldum. İlla bir resim gerekiyorsa (ki, hiç gerekli değil) tanıtım amaçlı vesikalık resim yeterlidir diye düşünüyorum. Kadının kaşının gözünün güzelliğini gösteren resimler oraya uygun mudur? Konuyu fıkhî olarak ele alır mısınız?”

Müslümanlarla Kürt sorunu ve Kürtçe eğitim!

Bir Müslüman, Cemal Uşak özeleştiri yapıyor: “Kendine mümin diyen kişiler, farklı dillerin ve kimliklerin özgürlüğünü kabul etmeli ve bu özgürlüğün temini için elinden geleni yapmalıdır. Dindarlar bu sorumluluğu yerine getiremediler.”

Dayan İsa, tarihe geçebilirsin

11 Ekim 2011 Salı
İsa kim?
Kim olacak? CHP Mersin milletvekili Sayın İsa Gök...

Kendisi “samimi” bir insandır, yarenlik eder gibi konuşur, dilinin ayarı ve mesafesi yoktur, aklına gelen ilk şeyi söyler, delikanlıdır, sözünün nereye gideceğini hesap etmez; her sözü ve davranışıyla Kurtlar Vadisi repliğini hatırlatır.

Hiç ağlayan başbakan görmemiştim...

Çok özlemişiz değil mi? Uygarca yaklaşımları, hislerini saklamamayı çok özlemişiz. Bu hafta sonu yayınlanan iki resim kamuoyunu çok etkiledi. Bunlardan biri Başbakan’ın annesi için döktüğü gözyaşı idi. Sizleri bilemem ancak ben şimdiye kadar kamuoyunun önünde ağlayan hiçbir liderimizi görmedim. Gözyaşı dökmek, ağlamak neredeyse ayıp görülürdü. Neredeyse bir nevi zayıflık gibi algılanırdı.

9 Ekim 2011 Pazar

Gibi yapıcılar

Ferhan Şensoy'la uzun süredir aramız bozuk, yıllar oldu görüşmeyeli ama çocuğun bazı "hasletlerini" de inkâr edemem.
Ferhan kurduğu topluluğa "Ortaoyuncular" adını vermişti, bu özentili bir abartmaydı (çünkü oynadıkları ortaoyunu değildi) ama kendi tiyatro anlayışını tanımlamak için çok yerinde bir deyimle "gibi yapanlar" terimini kullanır.
Genç kuşakların hiç tanımadıkları Bertolt Brecht estetiğine göre, sahnede sergilenenin gerçek yaşam değil bir oyun olduğu seyirciye her öğeyle hatırlatılır, buna oyun tarzı olduğu kadar dekor, kostüm ve ışık da dahildir.

Bu fotoğraftan zevk alana muhalif değil kalpsiz denir

Tayyip Erdoğan’ın annesinin arkasından döktüğü gözyaşları bile yumuşatmaya yetmedi kimi yürekleri...
Bu ülkenin Başbakanı, en acılı gününde, bu ülkenin hiç de azımsanmayacak sayıdaki vatandaşından (bakın internet sitelerine, sosyal paylaşım alanlarına) neredeyse “oh olsun”a varan, “insanlık dışı”  tepkiler almaya devam ediyorsa, elbette şapkasını önüne alıp düşünmeli:
Ne oldu da bu insanlar  “kalp”lerini devreden çıkarabildi!
Ama...
Hepimizin, birini siyaseten yaptıklarından ötürü, yasalarla belirlenen sınır çerçevesinde en ağır sözlerle eleştirme hakkımızın olması...

Beşar Esad dün Gemlik’te miydi?

10 Ekim 2011 Pazartesi
Ortadoğu’daki ‘Kürt Sorunu’ alev alev yanarak çözülmeyi bekliyor.

İki aydır yakınları ve avukatlarıyla görüştürülmemesini protesto etmek ve Abdullah Öcalan’a destek vermek amacıyla Bursa’nın Gemlik ilçesinde dün yapılması planlanan yürüyüşe katılmak için Diyarbakır ve diğer illerden yola çıkmaya hazırlanan BDP’lilere izin verilmedi.

İki milyonu Kürt kökenli olmak üzere 20 milyon nüfuslu Suriye’de ise Kürtlerin çoğunlukta olduğu Kamışlı kasabasında, evini basan maskeli ve silahlı saldırganlar tarafından öldürülen ‘Kürt Geleceği Akımı Partisi’nin Batı ile ilişkilerin geliştirilmesini savunan lideri Meşal El Tammo’nun cenaze törenine ise 100 binden fazla kişi katıldı.

Tokmağın adı PKK!

Kürt meselesinde mahalle baskısını siyasal oryantalistler veya liberaller icra ediyor. Bu baskı devlete yönelik. Devleti ve hükümeti adeta PKK ve siyasi erkiyle masaya oturması ve pazarlık yapması için telkin altında tutuyorlar. Şamar oğlanına çeviriyorlar. Neden? Bunun iki nedeni olabilir. Bir, dünya görüşlerinden kaynaklanabilir. İşin ideolojik yönüne bakmayarak sadece siyasi yönüyle ilgili olabilirler. Wilson gibi ahlaki zeminden koparak pekala seçici de davranabilirler. İkincisi de, bunu yabancıların hesabına isteyebilirler. Zira Churchill’in dediği gibi Türkiye’nin 250 kilo sınırında tutulması gerekmektedir.

Doların ateşi söner mi?

Hafta içinde dolar yeni rekorlara imza attı.İki liraya dayandı. Sadece lira değil, dünya paraları da dolar karşısında değer yitirdi.


Euro/dolar paritesi 1,31’lere indi.
Başta Yunanistan olmak üzere İspanya, İtalya ve Belçika gibi ülkelerin borçlarını ödeyemeyeceklerine yönelik korkular,
Derecelendirme kuruluşu Moody’sin İtalya’nın kredi notunu üç kademe birden indirmesi,
Avro Bölgesi’ndeki borç krizinin bankacılık sektörüne yayılacağına ilişkin endişeler,
Bu bağlamda Belçika-Fransız ortaklığı olan Dexia Bank hakkında çıkan olumsuz haberler,
Küresel ekonominin durgunluğa girmesi halinde emtia ve hisse senedi fiyatlarının düşeceğini hesaplayan yatırımcıların bunları elden çıkararak nakde dönmesi,
ABD Merkez Bankası FED’in parasal genişleme politikasını sürdürmemesi,
Doların rezerv para özelliğini koruması,

Sen devam et Rutkay Aziz!

Sen devam et, sinemanın sadece “barış sanatı” olduğunu sanmaya.. Öyle aktarmaya..
Sinema üzerinden halkın inançlarının nasıl değiştirilmeye çalışıldığını görmezden gelip, sen devam et, “barış sanatı” söylemine..
Sen devam et, 1970’li yılların teröristi Ertuğrul Kürkçü’nün milletvekili olabilmesi için destek vermeye..
“Barış” de..
Ama eline silah alanları destekle..
Sen devam et, Rutkay Aziz..
Barış ve silah... Barış ve anarşi... Barış ve devletin askerine silahla karşı koyma..
Yan yana gelmesi mümkün olmayan bu kavramları, bir araya getir Rutkay Aziz..
Sen devam et bu söylemine Rutkay Aziz..
Destekleyecek başka bir aday bulamamışçasına, Ertuğrul Kürkçü’nün milletvekili seçilmesine destek ol..
Sonra “barış”dan bahset..

8 Ekim 2011 Cumartesi

O dediğin ibrişim kuşak

Başbakana acılı gününde başsağlığı dilemekten bile çekinir olduk, basının iti kopuğu "yağcı" diye üstümüze saldırır...
Aslında Türk basınının bazı soytarılıklarına bayılırım: Paris'in en ücra banliyösünde beş araba ateşe verilir, manşeti basarlar: "Paris yanıyor!"... Çatalca'nın köyünde aç ve uyuz bir kurt görülüp kovalanır, başlık hazırdır: "İstanbul'a kurt indi!"
Fıkrası bile var, hani doktorlar iktidarsızlık çeken erkeklere tavsiye ediyorlarmış, çırılçıplak soyunun, oranıza bir gazete serin... Çünkü basın herşeyi büyütür!
Şimdi de "68 kuşağı" hortlamış.

"Örgütlü sosyalist"in emekçiliği

Her yanımız BDP-PKK ekseninin kımıltılarıyla dolu.
Farklı bir konu yazmak için odaklandığım anda öyle gelişmeler yaşanıyor ki, temas etmeden geçmek mümkün değil.
Hele "ben örgütlü bir sosyalistim" diyen şu "barış güvercini" Sırrı Süreyya...
Çorlu'da katıldığı toplantıyı polislerin kayda almasına bozulmuş efendi.
"Buradaki emekçi emniyet güçlerine bir şey demiyoruz ama emniyet müdürü ve kaymakam bunun hesabını ödeyecek" diye utanmadan tehdit sallıyor.

Bu Kürtler o Kürtler değilmiş

Ya da şöyle açıklayalım:

PKK’lılarla, PKK sempatizanlarıyla irtibatımız çoktan kesilmişti..


Siyasi yapılanma zannettiğimiz BDP meğer bir başkası değilmiş..


Her iki yapılanmada en az Fransız başkanı Sarkozy kadar, İsrail başkanı Netenyahu kadar Türkiye düşmanı çıktılar..

Sadece Edirne’de değil, artık G.Afrika’da da Selimiye var

Önceki günkü gazetelerde; “teknoloji dünyasının efsane ismi, iPod, iPhone, iPad ve MAC bilgisayarları”nın altında imzası bulunan Steve Jobs’un, 56 yaşında “pankreas kanseri”nden öldüğü haber verilirken deniliyordu ki;

“Hayatın en büyük icadı”na yenildi... Çünkü Steve Jobs öyle diyordu; “Hayatın en büyük buluşu, belki de ölümdür.”


Steve Jobs hakkında yazılanlardan bazıları şöyleydi:

3. Selim’den Tayyip Erdoğan’a

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın anası Tenzile Hanımefendi Hakk’a yürüdü. 
Allah rahmet etsin.
Çok iyi biliyorum ki; bütün analarla birlikte şimdi o da cennettedir.
Haberlerdeki görüntülerine bakıyorum da karşımda tam bir Türk anası...
Kıyafeti ile, duruşu ile, sevecen tavrı ile, içtenliği ile...
Lakin, "şunkar bolıp uçtu"
Yani; kuş olup uçtu gitti.
2009 yılında ben de anamı  yitirmiştim.
O zaman sanki kör olduğumu sandım. "Anamı Yitirdim Bulan Olamaz" diye de ağıdımsı bir yazı kaleme aldım. 
Boşuna mı söylüyor rahmetli Zeki Müren:
"Ana başta tac imiş
Her derde ilac imiş
Bir evlat bey olsa da 
Anaya muhtac imiş."
SAĞ İKEN

Totaliter devletin varisi: KCK

İttihatçılıktan kemalizme, oradan KCK’ya bir yol var mı? Ya da, “ben totalitarizmden vazgeçmem!” oyunu…

Türkiye Cumhuriyeti 1950’ye kadar totaliter bir devletti, her şeyi kontrol eder ve yönlendirirdi. 1950’de çok partili hayata geçince bu sistem resmen ortadan kalktı, fiilen şöyle veya böyle devam eden unsurlar oldu.


Meclis seçimle gelmişti. Ondan çıkan hükümet de öyle. Siyasetin alanı, totaliterlikten sıyrıldı. 1960 darbesine kadar!

Helikopterin sökülen parçaları

Muhsin Başkan'ı sevenlerin bir kısmı, samimiyetle suikast iddiasında ısrar ediyorlar. Israrın ötesinde adeta temenni ediyorlar.

Belki biraz da bu suikast tartışmaları ile onun aziz hatırasını daha diri tutuyorlar. Bir helikopterin içinde sıradan bir ölümü ona yakıştırmak yerine, her türlü hayal gücünü kışkırtan suikast tartışmalarının gizemine sığınıp teselli buluyorlar. Muhsin Başkan'ın kaybı çok erkendi. Hepimiz hazırlıksız yakalandık. Hele bu kadar hızlı, bu kadar iddialı ve dolu dolu yaşarken.

Ölüm asude bir bahar ülkesidir

Erdoğan ve ailesine... Yaşamaktan yorulmadınız mı? Ölüm olmasaydı, hayatın ne anlamı olurdu? Ölüm bir yokoluş ya da yolun sonu değil ki! “Ölüm asude bir bahar ülkesidir birinde.” Öte yandan “Ölüm güzel olmasaydı, ölür müydü peygamber?” Hem “Gideninler memnun olmalı ki, dönen yok seferinden.” Herkes memnun olmasa da bu seferden, bu zorunlu bir süreçtir. Önümüzde Kurban Bayramı var. Kurban (Allah’a yakınlaşma eylemi) ölümü sorgulamak ve hayatı soğurmaktır. Başbakan’ın annesinin vefatını konuşuyoruz. Her gün şehit cenazeleri, ölümle sonuçlanan şiddet eylemleri. Ve cenaze sahiplerinin çığlıkları..

Gündüzleri TC, Geceleri PKK

PKK'nın eline düşen bir asker kaçmayı başarmış (bilerek "kaçırılmış" da olabilir). Medya bu kişinin söylediklerini akıl almaz olarak sıfatlandırdı. Güneydoğu bölgesinde PKK elemanları cirit atıyorlarmış. Gündüzleri şöyle böyle saklanıyorlarmış, geceleri serbest şekilde faaliyet yapıyorlarmış. Halktan vergi bile topluyorlarmış.
Teroristler ellerini kollaranı sallayarak dolaşıyormuş.
Nerede?.. Kuzey İrak'ta değil, bizim topraklarımızda.

Gerçekten dün dündür bugün de bugündür...

Toplumun o andaki eğilimlerine bakarak davranışlarınızı belirlemeye çalıştığınız zaman "Eşeğine kendisi mi binsin, oğlunu mu bindirsin, yoksa eşeğe hiç yük bindirmesin mi" kararsızlığı altında ezilen Nasrettin Hoca'nın durumuna düşersiniz.
Buluşları ile insanların iletişime ve bilgiye katılmalarını kolaylaştıran ve bu açıdan dünyayı değiştiren Amerikalı Steve Jobs'un arkasından yakılan ağıtların mürekkebi henüz kurumadı.
Buna karşı filmlerdeki rolleri ve temsil ettiği sosyo-politik kimlikle Amerika'nın "Vahşi Batısı"nın vurdulu kırdılı beyaz ideolojisini temsil eden aktör John Wayne (1907-79) eşyalarının satışında rekorlar kırılmış önceki gün.
Örneğin Amerika'nın Vietnam'daki haksız savaşına destek veren "Yeşil Bereliler" (1968) filminde giydiği yeşil bereye bir alıcı 168 bin dolar vermiş.
Steve Jobs neyi simgeliyorsa John Wayne onun tam tersinin simgesidir.

Her şey değişir

Fethullah Hoca’nın sırrı!

9 Ekim 2011 Pazar

Los Angeles

Her dünya görüşünden insan Los Angeles’ta. Gülen Hareketi, diyalog toplantılarının bir benzerini küresel çapta Los Angeles’ta gerçekleştiriyor.

Eğer hayatınızda büyük bir organizasyon düzenlemediyseniz, hele bunu dünyanın en önemli kentlerinden birinde yapmadıysanız, bizim şu anda tanıklık ettiğimiz olayın büyüklüğünü ve önemini anlayamazsınız. Bu, sadece kültür festivali değil.

“Nasıl zengin olunur?” ve yalakalığın kökenleri!

Halil Kendir’in tercüme ettiği İbni Haldun’un Mukaddimesi’nin ikinci cildinde, “Genellikle zenginlik ve servete, başkalarına boyun eğip yalakalık edenlerin sahip olduğu hakkında” başlıklı bir bölüm var.. Zenginlik ve servet sahibi olmak istemeyen insan yok gibidir. Fakat Kur’an tabiriyle, Müslümanlar, servetin “zenginler arasında dönüp dolaşan bir devlet” olmasını önlemekle görevlidir! Bu da kapitalizme karşı mücadeleyi gerektirir.

'PKK realitesi'ni görmek

Sene 1983'tü. Hasan Cemal'in genel yayın müdürü olduğu Cumhuriyet'te çıkacak ilk köşe yazısını, ilk okuyanlardan biri olduğumu hatırlıyorum.

Bu ilk yazıyla birlikte Cemal, 1970'lerden bugüne Türkiye siyasetinin belki en dikkate değer tanıklıklarını oluşturan kitapların temelini attı. Onun sayıları dokuza varan kitaplarında özgürlüğe inanan bir demokratın gözüyle ve bir gazetecinin göstermek zorunda olduğu özenle son kırk yılın siyasi öyküsünü bulabilirsiniz. Siyasilerden, mağdur olan sıradan yurttaşlara kadar hemen bütün aktörleriyle kurduğu diyaloğa dayanarak kaleme aldığı üç kitap ise sorunlarımızın anası olan Kürt sorununun seyrini izlemek için vazgeçilmez kaynaklar: 2003'te yayımlanan "Kürtler", 2010'da basılan "Türkiye'nin Asker Sorunu" ve yeni çıkan "Kürt Sorununa Yeni Bakış: Barışa Emanet Olun!"

Annelerini yitirenlerin yürekleri yanar...

Yüreğinde ve sırtında sade kendi ülkesinin sorunlarının ağırlığını değil Somali'nin de, Gazze'nin de, Suriye'nin de trajedilerinin acısını taşıyan bir Başbakanın annesini yitirmesi, bunlara eşit yük bindirir insan ruhuna.
Başbakan Erdoğan'ı iyi günlerinde de kötü günlerinde de tanımış bir kişiyim
Onun başarılı siyasetçi kimliğinin ötesinde dost bir insan, vefalı bir arkadaş, duygusal bir aile reisi olduğuna tanıklık edebilecek kişilerdenim.
Ama artık bütün bunların ötesinde o da annesini yitirmiş çaresiz bir evlat bugün.
Ama ölüme çare yok.

Topyekûn savaş

Bana kalırsa terör de dövizdeki yükseliş de Türkiye’ye karşı savaş açan birtakım odakların işi.

Hem Euro havzasında, hem de ABD’de kriz var diyeceksiniz, sonra da, global krizden en az etkilenen bir ülke olarak sizin paranız aynı dönemde %30 dolayında değer kaybedecek. Bunun bir anlamı var mı?
Merkez Bankası döviz satarak bu çabaları zor boşa çıkartır.. Onlarda bu para ve bizde bu istikamet varken, bu işler bugünden yarına, kolayca çözülecek işler değil. Bu konuda özel yetkili bir savcılığın bu işi soruşturması gerek..
Birileri Merkez Bankası’nın pilini bitirmek istiyor gibi sanki. Erdoğan’ın batıya kafa tutmasının arkasında Merkez Bankası’ndaki döviz stoğunun olduğunu düşünüyor olabilir..
Dövizdeki, özellikle de Amerikan Doları’ndaki yükselişi ile Euro’daki yükseliş arasındaki farkın da makul bir açıklaması yok..

İnsan olmak!

08 Ekim 2011 Cumartesi

Ruh sağlığı bozuk ve vicdani duygularını kaybetmiş olanlar hariç herkes annesini delicesine sever. Çünkü Filistinli Büyük Şair Mahmut Derviş'in dediği gibi ''Onlar birer kadın değil. Onlar her şeyimizdir ''. Annelerini kaybedenler her şeylerini kaybederler. Annemi kaybettiğimde ben öyle hissetmiştim. Çünkü Baba Esad döneminde Suriye'ye giremediğim için cenazesine bile katılamamıştım. İşte bu nedenle ben annemi kaybetmenin acısını hiçbir zaman unutamadım. Ve her hatırladığımda hep ağlarım... Tıpkı şimdi olduğu gibi...

Erdoğan’ın Suriye’ye bakışı değişti, iyi de oldu

Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Utku Çakırözer’in haberine göre Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, Eylül başında kabul ettiği CHP heyetine “Ben değişmedim, Tayyip Erdoğan değişti” demiş. Haksız sayılmaz. Ama onun bu tespiti doğru diye Ankara’nın son dönemde geliştirmeye çalıştığı Suriye politikasının “yanlış” olduğunu söylemek yanlış olacaktır.

Arda’yı anlayamadım!

Bugün kıtanın tüm milli takımlarını La Liga’ya/Premier Lig’e koysanız zirve yarışı yapabilecek 3 ulusal ekip çıkacaktır: İspanya, Hollanda ve dün geceki rakibimiz

Bugün kıtanın tüm milli takımlarını La Liga’ya/Premier Lig’e koysanız zirve yarışı yapabilecek 3 ulusal ekip çıkacaktır: İspanya, Hollanda ve dün geceki rakibimiz Almanya... 6 Bayern Münihlinin bir arada olmasının da yardımıyla müthiş bir kulüp takımı havası yakalamışlar, bir akordeon gibi açılıp aynı estetikte kapanabiliyorlar. Üstelik oyuncu havuzları da harika: İlk 11’lerinde 10 Şampiyonlar Ligi oyuncusu var, bizdeyse 6 futbolcu Avrupa’nın hiçbir kupasında yok. Dolayısıyla (dün gece bu maçı izlememiş ama) bugün bu skoru gazetelerden gören hiçbir Dünyalı, “vay be” demeyecek; Almanya’nın Türkiye’yi (ya da İspanya-Hollanda dışındaki 50 Avrupalı’yı) deplasmanda yenmesine şaşırmayacaklardır...

Muhatap aranıyorsa, biraz yakına bakalım

8 Ekim 2011 Cumartesi
KCK’ kısa adıyla anılan oluşum, PKK’nın sivil siyaset yürüten Kürt politikacıları yakından takip ve denetlesin diye oluşturduğu bir örgütmüş; en yaygın tanımıyla “PKK’nın kent örgütlenmesi” deniyor... Kendi hiyerarşisi içerisinde en tepede Murat Karayılan bulunuyormuş... Bazılarını BDP’ye veya BDP’li belediyelere ait binalarda gerçekleştirdikleri toplantılarında eylem planları yapıyormuş KCK üyeleri...

Mahalle olmayınca baskısı da olmaz

Söyleyin bakalım, "nikâhsız bir birliktelikten" doğmuş olmak hoşunuza gider miydi? Türkçe'ye tercüme edelim: Piç olmak ister miydiniz?
Ve de doğar doğmaz yabancı bir aileye evlatlık verilmek, yani bırakılmak, terkedilmek, sokağa değilse bile...
Sizi evlat edinen ailenin Hagopyan soyadını taşıması ne kadar "kanınıza dokunurdu" acaba? Gerçek babanızın adı Abdülfettah.

Tarihi hesaplaşma

8 Ekim 2011 Cumartesi
Yaşadığımız büyük bir çelişki, içinde bulunduğumuz durumu ve geleceği anlamamıza yardımcı olacaktır. Çin komünist bir rejimle yönetilmektedir ve komünizm işçi sınıfının sömürülmesine ve emperyalizme karşı mücadele eder. Herhangi bir ideolojide ufak tefek sapmalar olabilir ama onun emrettiklerinin tam tersini yapmak anlaşılamaz. Çin büyük ölçüde tasarruf yapmakta ve bunu küresel sermayenin emrine vermektedir. İşçiler yarattıkları değerin sadece yarısını alarak tarihte görülmemiş bir sömürüye katlanmaktadır. Ayrıca dünyaya ihraç edilen ucuz Çin mallarıyla rekabet etmek için diğer ülkelerde de ücretler düşük tutulmaktadır. Yani Çin sadece kendi işçilerinin değil tüm dünyadaki işçilerin sömürülmesini sağlamaktadır. Şu soruya cevap aramalıyız. Çinli yöneticiler, kendi çıkarları için, temsil ettikleri ideolojinin tam karşıtı olan bir sisteme izin mi vermektedirler yoksa onların da bir hesabı var mı?

Afrika’yı sömürenler, gözleri pırlanta ışıldayanlardır!

Güney Afrika’da bulunduğumuz süre içinde, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın görüşmelerini ve çeşitli plâtformlarda yaptığı konuşmaları, herhalde “haber”lerimizden okumuşsunuzdur...

Dün de; Başbakan Tayyip Erdoğan ve dolayısıyla Türkiye’nin yürüttüğü “aktif dış politika”nın dünyadaki yankılarını anlatmaya çalıştım.
Bugün de, Güney Afrika ile ilgili “gözlem” ve “intiba”larımı aktarmak istiyorum.
HÂLÂ “BEYAZ’LAR EGEMEN!
¥ Dün de ifade etmeye çalıştığım gibi, Güney Afrika, çok ilginç bir ülke... Her şeyden önce, “3 ayrı başkenti” var... İkamet ettiğimiz Pretoria, “Yürütme” başkenti... Cape Town “Yasama”nın, Bloemfontein ise “Yargı”nın başkenti.

Fatih Altaylı ne zaman istifa edecek?

08 Ekim 2011 Cumartesi


Sabahtan beri karşımda, gazete demeye dilim varmayan Habertürk duruyor. Sürmanşetinde insanlık ayıbı, vahşet pornosu, dev bir fotoğraf! Fotoğrafta bir kadın. Ölen bir kadın. Sırtında dev bir bıçakla, kan revan içinde yatan, çıplak bir kadın. Gözler kapanmış, dudaklar morarmış, her tarafı kesik içinde... Böyle bir şiddet, böyle bir gözü dönmüşlük, böyle bir canilik yok, diye haykırıyorum ama nafile! Var! Öylece karşımda duruyor! Sadece bu kadının insan görünümlü canavar kocasının caniliği değil üstelik. O caniliği bizim hepimizin üzerine fırlatıp atan bir kağıt parçası olan Habertürk ve hala kendine gazeteci diyebilen bir Fatih Altaylı duruyor karşımda! İnsanlığımdan utanıyorum!
***

O fotoğrafı kıskandım!

‘Nasıl bir toplum olduk biz?’ sorusunu günlük muhakemelerimde hep sorarım kendime.
Toplumu eleştirirken, çuvaldızı kendime iğneyi onlara batırma esasını kabul ederek tabii ki.
İnsanlardaki vahşet, tecavüz iştahı milletin yere göğe sığdıramadığı dizilere yansıyor.
Bir bakıyorsunuz Fatmagül birinciliğe oturmuş; peşinden Kurtlar Vadisi kovalıyor.
Bir tarafta tecavüze uğrayan bir mağdur üzerinden sözde sanat adına kadının kimlik sömürüsü; öte tarafta akan oluk oluk kan öldürülen onlarca insan.
İzlemem... İzlettirmem de!

7 Ekim 2011 Cuma

Kılıçdaroğlu’ndan Erdoğan’a: ‘Çık açıkla’

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Güney Afrika’dan dönerken, CHP’li belediyelerin yabancı vakıflardan aldıkları paraları PKK’ya aktardıkları yönündeki iddiasını sürdürdü.
Erdoğan’ın bu konudaki sözleri şöyle:
“Kim, hangi kuruluştan nasıl bir kredi almış, hangi vakıftan ne almış? Bunlar bellidir. Ana muhalefet partisinin genel başkanı da belediyelerini arasın. Siz nereden ne aldınız ne almadınız soruştursun. Bu ortaya çıkacaktır. Bu kurum ve kuruluşlar aynı zamanda istikamet belirliyorlar. Bunu hangi müteahhit firmaya vereceksin, ondan sonra bu işin muvazaa kısmı başlıyor. CHP kendisine çeki-düzen versin. Gidişleri iyi değil.”

Suriye zor mesele

7 Ekim 2011 Cuma
Dün bıraktığımız yerden devam edelim. Suriye meselesi giderek daha hassas bir noktaya geliyor; dolayısıyla da Türkiye, bu konuda artık çok daha dikkatli hareket etmek zorunda.

Kuşkusuz Türkiye, bu coğrafyada sıradan bir ülke olarak yer almıyor. Dahası atacağı adımları, izleyeceği politikaları, kendi tarihsel derinliğini, geçmişten gelen ve devam eden ortaklıkları dikkate alarak şekillendirmek zorunda. Güncel dayatmaların ya da günü birlik tepkilerin yönlendireceği bir ülke olmadığımızı sık sık unutuyoruz.

İsyan! Sessizlerin öfkesi başkentleri kuşatacak..

"Halkı satıp bankaları kurtardılar, Wall Street'i işgal edin" sloganlarını ve sessizlerin öfkesini artık bütün Batı başkentlerde duyacağız. New York'ta günlerdir devam eden, toplumun bütün kesimlerinin katıldığı gösterileri küçümseyenler yanılacak. Zamanla ABD'nin diğer kentlerine, Avrupa başkentlerine sıçrayacak protestoların giderek ciddi sosyal krizlere yol açacağını şimdiden görmek zorundayız.

Davut'un 3 çocuğu varmış!

Davut Güloğlu ile Ece Erken'in evlenecekleri söyleniyordu ama ayrıldılar.
Ayrılıktan sonra türlü dedikodular çıktı.
Kimi, Karadenizli Davut'un Ece'yi dövdüğünü söyledi, kimi de Davut'un Ece'yi aldattığını!
Ancak dün beni arayan eski bir dostum, ilginç gerçeği telefonda anlattı.
Şöyle söyledi:

Telefonlarını değil, biraz da Kürtlerin kalbini dinleyin

El Kaide’nin 11 Eylül 2001 günü gerçekleştirdiği terör saldırısının şokunun etkisiyle ABD’de şuna benzer sorular sorulur olmuştu: “Uydu aracılığıyla, dünyanın herhangi bir köşesinde araba kullanan herhangi birinin kolundaki saati bile okuyabilen bizler nasıl oldu da bu saldırıyı önceden öğrenemedik, engelleyemedik?”

Bu kriz kapitalizmin krizidir

Bakmayın doların ve euronun yükselmesine, batıyorlar.. Bu paraların karşılıkları yok. Nazım Ekren’in, Adım grubun sohbetindeki deyişi ile “karşılık mı dediğiniz, bir galon boya ve iki top kağıt, hepsi bu”. Bu kriz sadece Amerika’nın ve AB’nin değil, kapitalizmin krizidir.. Bu kriz ülkeleri de şirketleri de bireyleri de az ya da çok bir şekilde etkileyecektir..

İşte, Ahmet Hakan'a yol!

Ben bir soru soruyorum. Soruyu sorduğum kişi ise Genelkurmay gibi son derece kritik bir kurumda bir dönem başkanlık yapmış İlker Başbuğ...
Diyorum ki Sayın Başbuğ'a:
"Sayın Paşa... Oda TV İddianamesi'nin ek klasörlerinde yer alan bir telefon görüşmesinde sizinle ilgili inanılmaz bir iddia yer alıyor. Hürriyet Gazetesi Yazarı Ahmet Hakan Coşkun'un iddiasına göre, onun askerlikten muaf tutulmasıyla ilgili bizzat benimle yaşadığı tartışmalarda siz alenen kendisine taraf olmuşsunuz! Sözcünüz bizzat beyefendiyi aramış. 'Size sahip çıkmak için Genelkurmay Başkanımızdan talimat aldık' demiş. Doğru mu Sayın Başbuğ bu iddialar? Eğer doğruysa bunun nedenini lütfen bize açıklar mısınız? Söyler misiniz, askerliği ile ilgili son derece muammalı bir geçmişi olan, askeri dille kendisini 'çürük' diye anabileceğimiz bu arkadaşa acaba nereden icap etti bu sahiplik etme ihtiyacı?"

Vetonun anlamı

07 Ekim 2011 Cuma

'Veto' Latince kökenli bir sözcük ve 'İtirazım var' anlamında kullanılırmış. Günümüzde ise 'Veto' sözcüğü genel olarak BM Güvenlik Konseyi'ndeki oylamalarla gündeme gelmektedir. Nitekim önceki gün yapılan oylamada Rusya ve Çin, Batılı ülkelerin Esad yönetimine karşı hazırladıkları karar tasarısını veto ettiler. Haberi mutlaka okumuş ya da duymuşsunuzdur. Şimdi gelin birlikte haberin anlam ve detaylarına bakalım.

1- 'Veto' hakkı BM Güvenlik Konseyi'nde 5 ülkeye tanınmıştır. Başbakan Erdoğan'ın deyimiyle bu garip uygulamanın ortadan kaldırılması için bu ülkelerin onayı gerekiyor. Yani dünya sonsuza dek bu ülkelerin veto 'rahmeti' ile yaşamak zorunda!
2- Ruslar veto kullanma konusunda rekor kırmış. Sovyetler döneminde 118 kez veto hakkını kullanan Ruslar 1990'dan sonra bu hakkı yalnızca 2 kez kullanmış. Ama asıl sürpriz Amerikalılarda çünkü onlar 77 kez veto kullanmış ve bunun 60 kadarını İsrail için yapmış. Geri kalanı da Güney Afrika ve Rodezya'daki ırkçı yönetimleri kollamak için. 1945'ten bu yana İngilizler 32, Fransızlar 18 ve Çinliler yalnızca 5 kez veto hakkını kullanmış.
3- Ancak Suriye ile ilgili son oylamada en önemli konu Çin ve Rusya'nın ortak hareket edip 'Emperyalist ve Sömürgeci' ülke Fransa, ABD, İngiltere, Almanya ve Portekiz'in hazırladığı karar tasarısını birlikte veto etmesidir. Çin, bundan 29 yıl önce yani 1972'de yine Ortadoğu ile ilgili bir konuda Sovyetler Birliği ile birlikte ortak veto hakkını kullanmıştır. Bu nedenle önceki günkü vetonun çok farklı bir anlamı var. Demek ki bütün siyasal ve ekonomik verileriyle Rusya ve Çin, Batılı ülkelerin uluslararası politikalarından çok rahatsız ve birlikte karşı koymanın gereğine inanıyor. Bu verilerin ne olduğunu merak edenler biraz araştırsın. Ancak şu kadarını söyleyebilirim: Sudan'ın parçalanmasından, Libya'nın işgal edilmesinden ve Batılı ülkelerin Afrika ve Ortadoğu'daki pis oyunlarından en çok zarar gören ülke dünyanın ikinci güçlü ekonomisine sahip Çin'dir. Ruslar ise Batılı ülkelerin Ortadoğu politikalarından ve özellikle Füze Kalkanı Projesi'nden çok tedirgin. Batılıların Ortadoğu politikalarının hedefi Suriye ve İran olduğunu bilen Moskova bu iki ülkeye destek vererek kendi çıkarını kollamaya çalışıyor. İran'a nükleer program konusunda yardım eden Rusların yakında Suriye'ye de Füze Kalkanı Projesine karşı füze verirse kimse şaşırmasın.
4- Gelelim veto hakkı olmayan ancak karar tasarısına karşı olduğu için çekimser oy kullanan diğer ülkelere. Bunlar Lübnan, Güney Afrika, Brezilya ve Hindistan. Bir Arap ülkesi Lübnan'ı bir yana bırakırsak geri kalan üç ülkenin ne denli önemli ve anlamlı olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Güney Afrika, Başbakan Erdoğan'ın iki gün önce ziyaret ettiği ve oradan Suriye'ye sert eleştiriler yaptığı ülke. Uluslararası politikada Mandela'dan dolayı Güney Afrika'nın önem ve değerini bilmeyen yok. Brezilya ise Türkiye ile birlikte bir yıl önce İran karşıtı bir karar tasarısına karşı 'hayır' oyu kullanmıştı. Brezilya birçok nedenden dolayı Latin Amerika'nın da en önemli ülkesidir. Birçok nedenden dolayı çok önemli olan bir diğer ülke Hindistan'ı ve Asya dengelerindeki yerini burada anlatmanın bir anlamı yok.
İşte yukarda özetlemeye çalıştığım bu kısa notlardan dolayı ABD ve müttefikleri şimdi çok sinirli. Çaresiz kalan ya da öyle görünmek isteyen ABD'nin Dışişleri Bakanı Clinton bakın dün ne diyordu:
'Bazı ülkeler Suriye'ye yönelik baskılarını artırarak sürdürecek. Biz de onlarla işbirliği yapacağız'.'
Amerikalılar bunu hep yapar ama sonunda işbirliği yapıp bu ülkeleri ve onların yöneticilerini yarı yolda bırakıp kaçarlar. Tıpkı Irak ve Afganistan'da olacağı gibi. Tıpkı yıllardır kendilerine hizmet eden İran Şahı, Menderes, Saddam, Mübarek, Bin Ali, Kaddafi ve diğerlerine yaptıkları gibi.

Kısır döngüleri kıran insanlar olmasaydı...

Steve Jobs gibi insanlar olmasaydı, aslında hayat bir kısır döngü olmaktan ileriye gidemezdi.
Eğer 15'inci yüzyılda yaşasaydım bu cümleyi "Gutenberg gibi insanlar olmasaydı, aslında hayat bir kısır döngü olmaktan ileriye gidemezdi" şeklinde yazardım herhalde...
Bu kısır döngüyü kanıtlayacak o kadar çok durum var ki...
Mesela saatlerin ekim sonunda yine bir saat geriye alınacağı açıklandı.
Kim bilir kaç yıldır saatlerimizi her baharın başında bir saat ileriye ve her sonbaharın sonunda bir saat geriye alıyoruz.

Bir de bu vardı, değil mi?

7 Ekim 2011 Cuma

KCK soruşturması, Kürt meselesi, CHP’de pırtlayan liderlik sorunu, Soner Yalçın’ın “en seksi erkek” ilan edilmesi, hepsi tamam da, bizim bir de Nobel gündemimiz vardı, değil mi?

Bu yıl ödül, İsveçli şair Tomas Tranströmer’e gitti.

Daha doğrusu ödül, yedinci kez, ata yurdu olan İsveç’te kaldı.

Tomas Tranströmer’i tanımıyorum.

Ördek ile sazan

Fransa'nın ünlü bir mizah gazetesi vardır, "Le Canard Enchaine"... Haftalık bir gazetedir bu. Mizah gazetesidir ama bizim gecekondu oğlanlarının lumpen dergileri gibi karikatür değil, yazı ağırlıklıdır. Genelev kuyruğunda bekleyen lise öğrencilerine değil, okuması yazması düzgün aydınlara seslenir.
Yarım yamalak Fransızca öğrenmiş birçok Türk aydını, Le Canard Enchaine'nin "zincirli ördek" anlamına geldiğini sanır. "Parisler'de falan" bulunmuş haybeciler dahil. Bunlar yerli yersiz bu tür yayın organlarının isimlerini "zikredip" ne kadar kültürlü olduklarını göstermeye çalışırlar.
Oysa "canard", Fransız argosunda "gazete" anlamına gelir.

Küskünler kahvesi

Dün burada "konuk ettiğimiz" yargıç var ya... Hani, darbecilikten yargılanan "koskoca paşaları" falan salıvermeyi düşünen yargıç... O da koskoca bir ağırceza reisi...
Hani canım diyordu ki darbeciler darbeci sayılamazlar çünkü yaptıkları plan "tasarım aşamasında" kalmış, kuvveden fiile çıkmamış. Üstelik emekliye ayrılan arkadaşlarının yerine yenilerini almamışlar, cuntayı tazelememişler.
Cuntanın tazesi makbul. Bayat balık gibi bayat cuntanın da hiç kıymeti yok. Herhalde cezai ehliyeti de yok!

6 Ekim 2011 Perşembe

Öcalan’a hücre cezasını kim engelliyor?

LOS ANGELES
AK Parti Genel Başkan Danışmanı Yalçın Akdoğan’ın Star’da yayınlanan röportajını ilgiyle okudum.
Özellikle KCK operasyonlarına ilişkin analizi içimi rahatlattı.
Başbakan Erdoğan’ın çevresinde olayları doğru okuyabilen ve PKK’yla ilgili ezberlerin dışına çıkan birisi olması önemli.
KCK iddianamelerinin ekleri aslında PKK’yı anlamak için bir hazine.
Orada binlerce sayfa tutan tapelerde hem telefon konuşmaları hem de KCK toplantıları var.
Dağdakilerle kendi aralarında yaptıkları konuşmalarda da temel eksen “para”...
Sürekli paradan bahsediyorlar, sürekli el değiştiren, bir yerden bir yere aktarılırken belli yüzdeleri kırpılan para trafiği var.

Uyarı ve Tenkit

Bütün İslamî cemaatleri suçlamak aklımın köşesinden geçmez. Sahih itikad üzere olan, beş vakit namaz kılan, Kur'ana ve Sünnete sımsıkı bağlı bulunan, İslam ahlakı ile ahlaklı olan, Ümmet bütünlüğünü kabul eden, Ehl-i Sünnet ve cemaat dairesi içinde hizmet eden, din ile ticareti, din ile benliği birbirine karıştırmayan, ruhbanlarını erbab haline getirmeyen, ihlas ve istikametten ayrılmayan cemaatleri ve mensuplarını tenzih ederek, büyüklerinin ve mensuplarının ellerinden öperek, onların dışındaki bazılarını (olumlu olduğunu zan ve ümid ettiğim) bir hususta tenkit etmek istiyorum.

Sen de kimsin? Otur oturduğun yerde!..

Somali'nin Başkenti Mogadişu'da, Eğitim Bakanlığı'na yapılan bombalı saldırıda yetmişin üzerinde insan hayatını kaybetti. Bazı kaynaklar, sayının yüz otuz civarında olduğunu söylüyor. Haberler, Bakanlık önünde Türkiye'den burs kazananların listesinin açıklandığı anda bombanın patlatıldığını söylüyor.

Mogadişu, aslında ülkesine hakim olamayan, merkezi yönetim olamayan bir hükümetin Başkenti. Afrika gücüne bağlı askerler tarafından korunan bir hükümet.. Ülkenin geri kalanı u hükümetle savaşan grupların kontrolünde. Tıpkı Kabil gibi.

Erdoğan'ı İsrail'e şikâyet eden Türk subayları

Genel yayın yönetmenine ana avrat küfreden o köşe yazarı çocuk epey zorladı gitmedi.

Ablacığım denedi olmadı.

Ertuğrul Beyciğim birkaç kez yüklendi tutmadı.

Şu memlekette antisemitizm tartışması bir türlü neşvünema bulmadı.

Hülasa bu iş yürümedi.

Yürüseydi, belki Türkiye'yi antisemitizm üzerinden baskı altında tutabilirler, İsrail terör devleti de bu kadar saçmalamak zorunda kalmazdı.

Altın nereye?

06 Ekim 2011 Perşembe


Mark Williams, 'Uncontrolled risk: The Lessons of Lehman Brothers' adlı kitabın yazarı. 4 Ekim 2011 tarihinde de Financial Times gazetesinde 'Altınseverler dikkat edin, altın balonu sönüyor!' konulu uzun bir analiz yazdı. Tezini aşağıya alıyoruz. Tabii sorumluluk kabul etmeyiz, altın yatırımcısı kendi yatırım kararını kendisi verir. Yazılanı okuyun ve düşünün, sonra da kendi kararınızı kendiniz verin.
Son günlerde altının ons başına dolar fiyatının 300 dolar kadar aşağıya gelmesi ve dalgalanması olgusu, yazara göre, son yirmi senenin en büyük (kısa vadede) altın fiyatı düşüşü. Bu gelişme altının nerede ise on yıllık yükselme trendinin sona ermiş olabileceğini gündeme getiriyor. Çünkü altın fiyatında volatilite yani dalgalanma, yatırımcıları korkutup, talebi tahrip ediyor.1980 yılındaki, bundan önceki altın fiyatı zirvesinde, altın zirveden yüzde 60 düşüşle inmişti. Ondan sonraki yirmi yılda da altın tutmak ölü yatırım gibi görünmüştü. 2011 yılında, son dalgalanma ile sanki altın balonu gene sönmeye gidiyor.

Kürtler'in hiç mi suçu yok?

Pazartesi günü Taraf'ta Neşe Düzel'in Hasan Cemal ile "Kürt sorunu" üzerine yaptığı röportajda şu bölüm ilgimi çekti:
"PKK Baader-Meinhof çetesi değil. PKK, Kızıl Tugaylar değil. Toplumun içinde PKK. Yani PKK sadece PKK değil! PKK belediye demek, PKK sivil toplum demek... PKK oralarda gazete ve TV demek, siyaset demek. Kuzey İrlanda sorunundan farkı şu: Orada önce siyasi parti Sinn Fein kuruldu. Sonra onlar IRA'yı kurdular. Burada ise öncelik PKK'dır."
Yazı konum bu değil, esas önemli meseleye aşağıda geleceğim ama Hasan Cemal'in Sinn Fein ile ilgili görüşüne katılmıyorum.

Konu Kürtler olunca hepiniz CHP’lisiniz

6 Ekim 2011 Perşembe
1925’te, Şark Islahat Planı’nda, Kürtçe konuşmak yasak diyeceksin...

Vilayet ve kaza merkezlerinde, hükümet ve belediye dairelerinde ve diğer kuruluşlarda, okullarda, çarşı ve pazarlarda Türkçe’den başka dil kullananı cezalandıracaksın.

Olağan mahkemelerde ve sıkıyönetim mahkemelerinde asker ve sivil ‘yerli’ hakim (Kürt) görev yapmayacak diye tanımlayacaksın...

1925’te, TBMM Başkanı Abdülhalik Renda’nın Doğu Raporu’nda, ‘’Türkçe’yi hakim dil haline getirmek gerekir’’ diyeceksin...

5 Ekim 2011 Çarşamba

Darbe falan yokmuş, çünkü biz eşeğiz

Vay be, "balyoz gibi" bir açıklama yapmış adam, bu bir "hukuk dersi" oluyormuş. Aydın Doğan'ın adamları öyle yazıyorlar.
Bunlar bu kafada giderlerse Aydın Bey'e elinde kalan son malı da sattırıp onu tavukçuluğa, mukavva kutuculuğa ve yedek parçacılığa mahkûm edecekler galiba...
Açıklamayı yapan, "balyoz davasının" hâkimi.
Yaptığı açıklama değil, yazdığı bir "muhalefet şerhi" aslında.

Mecburi askerlik mecburen bitiyor

6 Ekim 2011 Perşembe
Birkaç gündür izliyorum, Türkiye ayağa kalkması gerekirken, sakin, adeta sus pus...
Hâlbuki mecburi askerlik mecburen sona ermekte...

Bugüne kadar, Türkiye’de ‘din ve vicdan’ anlayışı nedeniyle askerlik yapmak istemeyen ‘vicdani retçilerin’ yaşamını karartıyorlardı...

Neden mi?

Çünkü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), bugüne kadar ‘vicdani ret’ konusundaki şikâyetleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) ‘angarya yasağı’ ile ilgili dördüncü maddesi kapsamında değerlendiriyor ve ‘vicdani ret’ hakkını, ülkelerin inisiyatifine bırakıyordu...

Türkiye de bu inisiyatifi ‘vicdani retçi’ gençlerin aleyhine kullanıp, yaşamlarını karartıyordu...

***

Sizden pislik yapmanızı bekliyoruz

6 Ekim 2011 Perşembe
Diyor ki Osman Can, “Danıştay baskını, AK Parti kapatma davası, Hrant Dink ve Malatya cinayetleri gibi silahların hiçbiri Türkiye’deki sessiz devrimin kendi anayasal düzenini inşa etme yolunu kapatamadı...”

Daha açık konuşmak gerekirse, “yeni anayasa ihtiyacını” ortadan kaldırmak ve girişim sahiplerini caydırmak için, ellerinden gelen her pisliği yaptılar.

Peki, Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in riyasetinde yürüyen “yeni bir anayasa için uzlaşma” çabaları sonuç verecek mi?

Türk dış politikasında devrim

6 Ekim 2011 Perşembe
Osmanlı’nın çöküş yıllarından bu yana Türk dış politikasının temel özelliği realist ve faydacı olmasıdır. Aynı bağlamda Türkiye’nin gerçek gücü ile çıkarlarını korumak için ihtiyaç duyduğu güç arasında uçurum bulunduğundan, Türk diplomasisi daha çok büyük güçler arasındaki rekabeti istismar etmeye, sömürmeye dayalı olmuştur. Rusya’ya karşı İngiltere, İngiltere’ye karşı Almanya, Sovyetler’e karşı ABD’ye yaklaşmak örneklerinde olduğu gibi...

4 Ekim 2011 Salı

Zavallılık senfonisi

Aslında "kakofonisi" demek doğru olacaktı da, bazı okurlar anlamazlar diye çekindim, böylece ortaya zıt anlam çıktı.
Hayretle izliyorum: Yayınlarını yalan dolan, pislik ve iftira üzerine kurmuş, pek öyle "tıklaması mıklaması" da olmayan, kıytırık bir Internet sitesi... Gazete değil, televizyon değil, alt tarafı bir site... (Korkma Memduh, seninki değil, seninki kıskançlık ve uyuzluk üzerine kurulu.)
Buradan "yayın yapan" kara sakallı karanlık bir adam, eski Maocu (elbette!), yeni faşist... Televizyona yazdığı "faşo" dizileriyle tanınıyor... Her tarafı buram buram gizli örgüt kokuyor...
Burada ona buna "tohum atan", bu piyasada hiçbirimizin tanımadığı, gazeteci olduğu söylenen sıradan bir kadıncağız...

Besmele, hamdele, salvele

İlk üç maddesi, yeni anayasa görüşmelerinin en patırtı çıkaracak kısmı olacak gibi görünüyor; doğrusu 1982 Anayasası'nı yazanlar, sıkıntılı bir miras bırakmışlar.

Öyle bir üç madde ki, yok farzedilerek işe beyaz ve boş bir kâğıtla başlamak kabil olmuyor; bütün varlık sebebini üç maddeyi olduğu gibi muhafazaya adamış iki parti (CHP ve MHP) şu an Meclis'te temsil ediliyor. Birkaç ay boykot yaptıktan sonra "Kerhen ve lûtfen" Meclis'e dönen BDP ise muhtemelen bütün itirazlarını üç maddeye yöneltip her şeyden nem kapar alıngan ve kavgacı siyaset diliyle "Çok iyi-niyet gösterdik ama olmuyor" bahanesine sığınacak. İnşallah yanılırım.

Almanlar konu olunca

2011-10-05

Geçenlerde Barış Meclisinin bir toplantısına katılmak için Ahmet Türk ve Hasan Cemal’le birlikte THY ile Stuttgart’a gitmiştim..
Daha önce lacivert pasaportla İstanbul’daki Fransız konsolosluğuna başvurmuştum, Schengen vizesi için. AİHM’deki davalarımla ilgili görüşme yapmak için, üç haftalık vize vermişlerdi. Yıl 2009, durumu Ankara’daki Fransız elçiliğine ilettim, süreyi uzattılar.. Bu defa da 6 aylık vize vermişlerdi. Daha sonra 1 yıla çıkardılar. Vize almak da bir dert. Ben 40 yıldır Avrupa’ya gider gelirim. Hemen hemen, hem pasaportsuz kalmadım hem de vizesiz geçen pek zamanım olmamıştır. Ama yine de böyle davranıyorlar. O tarihten sonra ne zaman hangi AB ülkesine gitsem girişde yarım saatten fazla bekletiyorlar.. Bazan çıkışta da..

İyi ki doğmuşun Neyzen Baba

28 Ocak 1953... Beşiktaş'ta Sinan Paşa Camii avlusu tıklım tıkış dolu. Sırf orası mı? Cami avlusundan taşan kalabalık; ana caddeleri, kahveleri, yolun karşısında ki Barbaros Bulvarı'nı da doldurmuş halde.
Tuhaf bir 'Profili' var cemaatin. Üst düzey bürokratlar, anlı şanlı profesörler, siyasiler, sporcular, sanatçıların yanı sıra çoğu ipten kazıktan kurtulma tipler, hane-i berduşlar, ayakta durmakta zorlanan alkolikler. Çünkü cenazesi kalkan herkesten biraz, herkeste de ondan biraz olan bir adam., Neyzen Tevfik'tir.

Tanıtalım onu

Sızlanmayı bırakalım da genç kuşaklara ucundan acuk olsun tanıtalım Neyzen Baba'yı. Derler ki; henüz 7-8 yaşlarındayken eşkıyanın çarşıda götürdüğü insan başlarını görmesiyle bağlantılı olarak sara nöbetleri başlamıştır.
Ailesinin yaşadığı Urla'da usta bir neyzenden nota bilgileri alarak kendini geliştirir.
İleride şairliğini de etkileyecek olan Mehmet Akif Ersoy'la tanışır, Farsça öğrenir.
İzmir idadisinde bir süre okuyarak bitirmeden ayrılır. Bir süre sonra İstanbul'a yerleşir ve Galata Mevlevihanesi'ne devam eder. 1902 yılında Bektaşi Dervişi olur Neyzen baba. Usta bir neyzendir lakin hiciv ve taşlamalarıyla ünlenir.
1946'da, basın yararına düzenlenen bir konserde çalar. Yaptığı taksimlerle izleyicileri büyüler. 1949 yılında, dostlarından İhsan Ada, Neyzen Tevfik'in eserlerini, onun gözetimi altında, Azâb-ı Mukaddes adı ile kitaplaştırır. 1951 yılında "Onu Affettim" adlı bir filmde önemli bir rolde gözükür. 1952 yılında, arkadaşlarının ısrarı ile Şehir Komedi Tiyatrosu'nda jübilesi yapılır.

2 Neyzen Tevfik anısı

PKK, BDP, KCK ve devlet

Barış ve Demokrasi Partisi'nin (BDP'nin) yemin edip, TBMM'de yerini alması umut yaratırken, İstanbul, Diyarbakır ve G. Antep'te başlayan KCK tutuklamaları, olumlu havayı dağıttı. Demek, kutuplaşma ve tırmanma sürecek.
KCK, Murat Karayılan başkanlığında faaliyet gösteren illegal bir yapı. Dolayısıyla, mecburen, savcılar takibata geçiyor. Ama galiba ipin ucu kaçıyor. BDP'liler arasındaki her konuşma, KCK talimatı gibi değerlendiriliyor.

Bayrağı önce Silvan’a dikelim

5 Ekim 2011 Çarşamba

MHP Lideri Devlet Bahçeli partisinin dünkü grup toplantısında Türk Bayrağı’nın Kandil’de dalgalanması gerektiğini söylemiş.
Sokaktaki insanın duygularına aracı olmuş çünkü Türkiye’de halk Kandil’in boşaltılması halinde Kürt meselesinin de,

PKK meselesinin de çözüleceğine inanıyor.

Almanlar bir şey yapıyor, ama ne?

5 Ekim 2011 Çarşamba

Bu günlerde önemli birinin ağzından “Alman” veya “Almanya” sözcüklerini duyunca dikkatim derhal o yöne yoğunlaşıyor. En son Başbakan Tayyip Erdoğan ‘Alman vakıfları’ ile ilgili bazı açıklamalarda bulundu. Ülkemizde faaliyet gösteren Alman vakıfları BDP’li belediyelere kredi ve hibe yoluyla kaynak aktarıyormuş...

Dağa mı çıkalım dağdan mı inelim?

5 Ekim 2011 Çarşamba
Aslında günün en muhteşem ve keyif veren haberi, Fizik Nobeli’nin evrenin artan hızla genişlediğini hesaplayan ‘evrenin kâşiflerine’ verilmesiydi... Ama ben iç çekerek kendi gündemimize geri döndüm.

***

İstanbul’a da sirayet eden KCK tutuklamaları... Gittikçe alevlenerek genişleyen ‘Alman Vakıfları’ tartışması...

Bu seferde kaza nedeniyle yitirdiğimiz dört gencecik polisimiz... Muhalefet partilerinin iktidarı hedef alan grup konuşmaları...

Freni boşalan cari açık ve dolar...

Evet, PKK'yı CHP azdırdı

Başbakan Erdoğan, bazı CHP'li belediyelerin bir Alman vakfı ile bağlantılı olarak PKK'ya maddi destek verdiğini iddia etti.
Yakında şöyle derse şaşırmayın:
- PKK'yı CHP kurdurdu.
- Abdullah Öcalan da aslında gizli CHP'lidir.
- Karakolları basanlar da PKK elbisesi giydirilmiş CHP'lilerdir.
- Zaten bu CHP, bu Cumhuriyet'i kurmasaydı PKK'nın ortaya çıkmasına gerek de olmazdı.

İŞTE CHP'NİN YAPTIKLARI

16 Eylül 2011 Cuma

MİT-PKK görüşmesi

Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT), hükümetin verdiği direktifler doğrultusunda Abdullah Öcalan’la ve PKK’yla görüşmeler yaptığı bilinen bir “sır”dı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da, devletin ilgili kurumları görüşebilir, diyerek dolaylı biçimde görüşmelerin varlığını ifade etmişti.
Terör örgütleriyle bu tür görüşmeleri ilk kez Türkiye yapıyor değil. İngiltere’nin IRA’yla, İspanya’nın da ETA’yla benzeri görüşmeler yaptığı, sonrasında müzakere aşamasına geçildiği biliniyor. Bu bakımdan Türkiye’nin de aynı yöntemi kullanması şaşırtıcı değil.

Gizlilik ilkesi

Müzakere-mücadele

MİT-PKK görüşmesinin ses kayıtlarını yayınlayarak Erdoğan'ı "bitirmeyi" ya da ona "göz dağı verme"yi amaçlayanların avuçlarını yaladıkları çok çabuk belli oldu.

Tıpkı referandum öncesi "Hükümet PKK'yla görüşüyor" çıkışını yaparak evet oylarını düşürmeyi hedefleyenler gibi bu defakiler de hayal kırıklığına uğradılar. Aklı başında herkes "Ne var bunda? Biz zaten görüşüldüğünü biliyorduk" dedi ve geçti gitti.

Hükümeti yıpratmak için bu tip tezgâhlardan medet umanların zaafı, kamuoyunun sağduyusunu hafife almaları. Oysa hükümet bu sağduyuyu "içinden" tanıyor. Attığı her adımda halkın nabzını elinde tutmayı başarıyor.

Darbeci kim?

Türkiye’deki Ergenekon ve Balyoz davalarında, sanıklar, çete kurarak, hükümeti yıkmak girişimi ile yargılanıyor. Gerçi Oda.tv iddianamesinde, kitaplardan, haber tartışmalarından başka bir delil yok ama orada da “yorum yaparak siyaseti etkilemek” suç gibi gösteriliyor!
Türkiye Cumhuriyeti hükümeti ise alenen Tunus, Libya, Mısır ve Suriye hükümetlerini devirmek için çalışıyor. Hatta, Libya’da isyancıları Türkiye’den giden özel harekatçıların eğittiği de sanki bir başarı imiş gibi takdim ediliyor. Herkes takdir eder ki hükümetin bilgisi olmadan, emekli de olsa Libya’ya hiçbir özel harekatçı gidemezdi! Zaten isyancılara parayı üç ayrı uçakla gönderdiklerini de itiraf ettiler!

Kana petrol karışınca Libya’ya leş kargaları üşüştü

Yağmaya hücum!..
Bir gazetenin başığı aynen şu şekildeydi dün: “Yes you can!”
Utanmadan gaz veriyorlar bir de...
“Evet yapabilirsin!”
Yapamazsan da “no problem”, yaptırırız be abi!
İsyan nedir, nasıl çıkarılır, kimlerle işbirliği yapılır bir bir anlatır, baktık hâlâ “rolü”nün ne olduğunu kavrayamamışsın, bir de provasını yaptırırız; kostümlü, kostümsüz... Bize hepsi uyar!
Dünkü gazetelere bakılırsa, uymuş da zar: Libyalı muhalifleri Türk özel harekâtçılar eğitiyormuş. “Hedef” ülkeye “gazeteci” kılığında sızdıktan sonra, “isyancı adayları”nın “koç” luğuna başlamışlar:
Teknik, taktik...

Avrupalıların kafa yapıları acaba değişebilir mi?

Ulusların kendi dışlarındaki milletleri kategorize etmeleri de zemine ve zamana göre değişiyor.
Komünizmin veya Sovyet Kızıl Ordusu'nun kapitalist dünyayı tehdit ettiği Soğuk Savaş döneminde Batı Avrupalılar Türkleri
"Hür Dünya'nın sınır bekçileri" olarak görürlerdi.
Türklerin dinleri, gelenekleri falan önemli değildi.
"Askeri demokrasi"nin varlığı da önemsizdi.
Türkler Kore Savaşı'nda komünizme karşı mücadele eden silah arkadaşlarıydı.
Eğer 1970'lerin sonunda dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'in "Onlar ortak biz pazar olacağız" içerikli sabit görüşü olmasaydı, Türkiye de 1980'lere Yunanistan'la birlikte AB üyesi olarak girebilirdi.
Bugün ise Batı Avrupalılar Türkleri "Farklı kültüre sahip Müslümanlar" olarak görüyorlar.

MİT, dünyayı nasıl okuyor?

16 Eylül 2011 Cuma
Gündemin arasında kaynayıp gitmiş gibi görünse de, MİT-PKK görüşmesi olarak kamuoyuna yansıyan kayıt, uzun süre tartışılacak gibi. Henüz, bahse konu kaydın ve ondan ortaya dökülen metnin doğruluğuna dair bir bilgimiz yok. Metinde kopukluklar, hatta tuhaf karşılanacak sözler var. Ama geneline baktığınızda böyle bir konuşma, adı geçen taraflar eliyle gerçekleşmiş izlenimi veriyor.
Buraya kadar bir sorun yok. Terörle mücadele zorlu bir süreç ve esasen bu sürecin belki de en mayınlı alanlarından birisi bu tür müzakerelerin yürütülmesi. Dolayısıyla bu meseleyi niçin müzakere ettiğimizi değil, nasıl müzakere ettiğimizi tartışmak çok daha akıllıca olur. Türkiye, terörle mücadele ederken, karşısındaki sorunun kaynağı, nasıl bir yönde gelişebileceği, bunun siyasal, toplumsal, hatta uluslararası maliyetlerinin ne olabileceği konusunda yeterince kafa yormadı. Meselenin ‘Bunlar bir avuç eşkıyadır, devlet bunlara boyun eğmez’ şeklinde ele alınması, yahut TRT bültenlerine sıkça konulan ‘Örgütte çözülmeler başladı, ha bitti ha bitiyor’ haberleriyle yansıtılması, bize gerçekten pahalıya mal oldu.

İstihbarat zafiyeti

PKK ve MİT

Benim anladığım sadece çözüme yönelik güçlü ve kararlı bir iradenin mevcudiyeti. Türkiye'nin terör sorununu çözmek üzere iş başında risk alan siyasetçiler var.

Daha ötesi risk alan devlet adamlarının önü, hükümet tarafından sonuna kadar açılıyor. Hakan Fidan'ın MİT Müsteşar Yardımcısı görevinde iken PKK'nın lider kadrosundan Sabri Ok ve Zübeyir Aydar ile yaptığı görüşmenin, daha ötesinde konuşulan konuların başka bir anlamı var mı?

Hükümetin onayı ve talimatıyla, devlet adına Abdullah Öcalan'la görüşmeler yürütüldüğü zaten biliniyordu. Benzer görüşmelerin PKK'nın lider kadrosu ile Avrupa'da sürdürüldüğü, hatta İmralı ile PKK'lılar arasında devlet kontrolünde haberleşmenin sağlandığı ve bunlardan altıncısına, 2010 yılının başlarında Başbakan'ı temsilen Hakan Fidan'ın da katıldığı toplantının dinleme kayıtlarından anlaşılıyor. Konuşulanları öğrenince sorulacak soru çok basit: 'Eee, ne olmuş?'

Kılıçdaroğlu'nun kıvıramadığı şey nedir?!...

16 Eylül 2011 Cuma
PKK ile MİT arasında yapıldığı iddia edilen görüşmeye ait ses kaydı internete düştü ya... 'Tamam' dedim, 'şimdi gayrı-yandaş abiler ve ablalar iktidara o biçim giydirecekler..'
Tahmin ettiğim gibi olmadı... Üç beş ulusalcının miyavlaması dışında fazlaca ses çıkmadı.. Ama eminim ki, bundan bir kaç sene önce böyle birşey olsaydı ortalığı ayağa kaldırırlardı...

Bunun bir kaç sebebi var... 'Kürt sorunu' ifadesini kullananı dahi vatan haini ilan etmek, PKK ve terör üzerinden sürekli iktidarı dövmek bir işe yaramadı...

Neticede ultra-ulusalcı Kemalist anlayış artık hiç bir şekilde itibar görmüyor bu toplumda... En marjinal fikirler dahi, her şey tartışılabiliyor...

Bunun yanısıra bir de 'yüz' lazım ortalığı velveleye verebilmek için!...

Kuşkularımı sizlerle paylaşıyorum

16 Eylül 2011 Cuma
Devletin dünyanın bir yerinde PKK’lı bilinen kişilerle görüşmesinin kayıtları internet sitesine düştüğü andan itibaren kafamı en fazla kurcalayan konu şu: “Hakan Fidan o görüşmeye gittiğinde Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı mıydı, yoksa MİT’te müsteşar olmadan önceki ilk basamak olan Emre Taner’in yardımcılığına geçmiş miydi?”

Önemsiz mi gördünüz? Öyleyse dinleyin:

Ses kaydını dinlemek yerine metni okumayı, bunun için de Taraf gazetesini tercih ettim. Arşivimde de Taraf versiyonu bulunuyor. Taraf’ın iki yazarı metne eşlik etmek üzere aynı gün birer yorum yazmışlar; onlar da arşivimde...

Hakan Fidan ve “Sayın Öcalan” meselesi!..

Birkaç hükümet önde gelenine “Hakan Fidan’ın ne kadar iyi bir seçim olduğu ortaya çıktı” deyince kuvvetli onaylar almıştık.
Sayın Hakan Fidan, MİT Müsteşarı oldu olalı, özellikle “PKK terörüyle mücadele” alanındaki “istihbarat” zafiyetimiz önemli ölçüde giderildi.
Artık sık sık, filanca karakola saldırı hazırlığının tespit edildiği ve bu tespitler doğrultusunda alınan tedbirler sayesinde eylemin önüne geçildiği yönünde haberler ulaşıyor.
MİT’in istihbarat alanındaki zafiyetinin büyük ölçüde ortadan kalkması, bu alanda zaten iyi olan Emniyet İstihbarat’a ek motivasyon sağlıyor ve zaaflarıyla gündem işgal eden Askeri İstihbarat da bu “koordinasyon içindeki yarıştan” geri kalmamaya çalışıyor.

Barcelona değil, Trabzon!..

Milli takım dahil, son yıllarda bir Türk takımının bu kadar mükemmel bir futbol oynadığını görmedim.. Hatta bir dünya takımını da görmedim..
Futbol deyince, hemen herkesin aklına Barcelona geliyor. Bitmez tükenmez paslar yaparak rakibi, bu arada benim gibi anlamsız pas seyretmekten hoşlanmayan seyirciyi de bıktıran Barcelona..
Trabzon, maçın ikinci yarısında o Barcelona'yı da gölgeleyen bir futbol ortaya koydu..
Mucizeydi.. Neden?..

Başbakan laikliği savundu: Başımıza taş yağacak

Başbakan Erdoğan'ın Mısır'da yaptığı açıklama, "Bunu da gördüm ya...
Artık ölsem de gam yemem" dedirtecek cinsten...
Ben "geleceği de düşünen" her "akıllı"
Müslüman'ın, laikliği savunması gerektiğini defalarca yazdım.
Dindar insanların yönettiği TV kanalları da dahil olmak üzere, her yerde bu fikrimi açıkça savundum.
Tabii burada kastettiğim, Kemalistlerin ordu merkezli bir vesayet rejimini kurmak veayakta tutabilmek için halka dayattığı "otoriter laiklik" değil. Ben "özgürlükçü laiklikten" bahsediyorum.
***

Geleceği düşünen, akıllı Müslüman:
1) İslam'ın farklı biçimlerde yaşandığını bilir. Allah, Kuran ve Peygamber aynı olsa da, örneğin Suudi Arabistan'daki Vahabi İslam'ı ile İran'daki Şii İslam'ı farklıdır.
2) Değişik dinlerden insanların aynı ülkeyi, aynı devleti paylaşmalarını normal karşılar. Saflık arayışının bir tür ırkçılık olduğunu düşünür.

15 Eylül 2011 Perşembe

Dünya için gelecek tahminleri !

16 Eylül 2011 Cuma 03:00

Dünya ekonomisinin büyüme temposunun yavaşladığı artık giderek görülür hale gelmekte. Temmuzda ABD ve Avrupa'da bazı veriler biraz yukarıya dönmüş de olsa, ağustos ve eylülde Atlantiğin her iki yanında da ekonomik gidişata güven zayıfladı. Hem hane halkı hem de şirketler güvensizlik sergiledikçe, finansal piyasalardaki dalgalanma reel ekonomiyi artan dozda etkilemekte. Ağustos ayında ABD'de siyasilerin son ana kadar gerekenleri yapamaması ve ülke ratinginin düşmesi önemli negatif etki yaratırken, Avrupa'da ise siyasilerin bir türlü çözüm üretememeleri temel sorun haline geldi. Türkiye gözlüğü ile bakıldığı zaman Avrupa ABD'den daha büyük bir risk oluşturuyor.
2011 yılının yarısının da geçilmiş olması ile 2011 ve 2012 için reel büyüme tahminleri ortalığa dökülmekte. Aşağıda reel büyüme, tüketici enflasyonu ve cari denge konusunda dünyanın en büyük ekonomileri için bir tahmin seti bulacaksınız.
DZ Bank iktisatçıları dünya genelinin 2010 yılında yüzde 4.9 büyüdükten sonra 2011 yılında 3.7 ve 2012 yılında da yüzde 3.8 kadar büyüyeceğini, yani yavaşlayacağını düşünüyorlar.
2011'de Japonya, İtalya , İspanya gibi ülkelerin yüzde 1 bile büyüyemeyeceği tahmin ediliyor. Bu da borç sürdürebilme sorununu daha da büyütüyor.
Tüketici fiyatlarına dönüldüğünde Çin ve İngiltere'de enflasyonda yükselme beklendiği tablodan görülebiliyor. Çin büyümesi yavaşlarken, ABD'de de büyümede yavaşlama gerçekleşecek olması Çin'in dış talebini ve ihracatını önemli ölçüde kötü etkileyecek. Çin iç taleple büyümeye döndüğünden ve parasını da biraz değerlendirğinden büyük ekonomiler arasında Çin'in enflasyon rekortmeni olacağı tahmin edilmekte. Japonya ise uzun zamandır negatif enflasyon yaşıyor.

Erdoğan-Sarkozy savaşı

Başbakan Erdoğan, halk hareketleri sonucunda yönetimleri değişen Kuzey Afrika'daki Arap ülkelerine geziye çıktı. Bu gezinin iç politik hesaplara dayalı olmadığı da anlaşıldı. Çünkü Başbakan Erdoğan'ın bu gezisi Avrupa Birliği ülkelerini korkutmuş gözüküyor. Fransa Devlet Başkanı Sarkozy, Türkiye'nin önünü kesmek için hemen harekete geçti ve yanına İngiltere Başbakanı David Cameron'u alarak Libya'daki geçici yönetimi ziyarete gitti.
Anlaşılıyor ki Sarkozy, Türkiye'nin sadece Ortadoğu'da değil Kuzey Afrika'da da belirleyici ülke konumuna gelmesinden korkuyor.

SAKIZ ÇİĞNEYECEK

Ankara'nın amblemi yoktur ve olamaz

Uzun süredir tartışılan bir konudur:
Ankara'nın amblemi ne olmalı?
Bürokrasi bunun "Hitit güneşi" olmasına karar vermişti, halkın temsilcileri olan belediyeciler de ille "camili mamili" bir şey istiyorlar. Kavga çıktı.
Oysa Ankara'nın, benzetmek gibi olmasın, oranlamak için söylüyorum, "katedral" düzeyinde bir tek camii var, hem çok parlak bir mimari ürünü değil, hem de yeni, 1940 tarihli (türbeyi falan saymıyorum.) Bürokrat cenazeleri oradan kaldırılır, hani İstanbul'da burjuva cenazelerinin Şişli'den, entellektüel cenazelerinin de Teşvikiye'den kaldırılmaları gibi!...
Ankara deyince akla cami gelmiyor.
Çünkü Ankara "çakma" bir başkenttir.
Doksan yıl öncesine kadar sıradan bir bozkır kasabasıydı. Görkemli bir geçmişi yoktur.
Ankara deyince akla "kalesi" malesi de gelmiyor. Turistik olmasına turistik ama "yeni Ankara'yı" simgeler yanı yok.

Erdoğan’a verilen gazın ölçüsü...

Başbakan Erdoğan’ın Mısır-Tunus-Libya gezisi elbette önemli. 11 Eylül ve Arap Baharı, Türkiye’nin doğu ve batıdaki ‘borsa değeri’ni arttırdı. Ama abartmamak şartıyla...

Başbakan Erdoğan’ın Mısır-Tunus-Libya’yı kapsayan Arap Baharı turu elbette önemli.
Altı çizilmesi gereken bir gezi.
Arap dünyasına açılmanın, başta ekonomik ve siyasal açılardan olmak üzere Türkiye’ye birçok yararı var.
Arap âlemiyle ilişkilerinin gelişmesi, Türkiye’nin Batı’yla, Amerika’yla, Avrupa’yla ilişkilerini de olumlu etkiler.
Şöyle söylemek mümkün:
Doğu’ya açılan pencerelerin çoğalması, Türkiye’nin Batı nezdinde de daha çok ağırlık kazanmasını sağlar.
Türkiye böyle bir ülke.
Hem Doğu’ya hem Batı’ya eşzamanlı bakabiliyor.
Bir başka deyişle:
İlle de Batı, ille de Doğu değil!
İkisi, Türkiye açısından birbirinin alternatifi değil çünkü. Böyle bir saplantı, Türkiye’yi çıkmaza sürükler.
Türkiye bu nedenle ABD’den, AB’den vazgeçmeden Arap ve İslam âlemiyle de, Rusya’sıyla da, Çin’iyle de ilişki modellerini oluşturup her yöndeki yürüyüşünü devam ettirmek zorunda.
Ettiriyor da...

MOSSAD MİT’in neresinde?

16 Eylül 2011 Cuma
Ehud Barak, MİT Müsteşarı Hakan Fidan için, “İran ajanıdır, tehlikeli bir adamdır, ben uyarmış olayım da...” kabilinden bir açıklama yapmıştı.

Sonra da, “bazı önemli sırlar”dan bahsetmişti.

Barak’a göre bu “bazı önemli sırlar” her an İran’ın eline geçebilirdi.

Hemen tahmin ettiniz:

Barak, örtük cümlelerle, üç ülkenin (Amerika, İsrail ve Türkiye) istihbarat örgütleri arasında vakti zamanında “kurulmuş bulunan” ortaklığa, bu ortaklığın önemine işaret ediyordu.

Bence soru şu olmalı:

Kürt sorununa farklı bir bakış

Türkiye bölgede yıldızı parlayan bir ülke.. Ekonomisi, savunması, hukuk düzeni giderek güçleniyor..
Bölgede kaybeden taraf İsrail..
Türkiye İslam birliğini, adaleti, barışı ve özgürlüğü savunmak durumunda ve başarısı buna bağlı..
Peki PKK ne yapıyor, ya da BDP, KCK?. Rüzgara karşı yürümeye çalışıyor..
Oysa Türkiye Kürtler, Kürtler Türkiye için bir şans olabilir. Kürt sorununu barışçı ve kalıcı bir şekilde çözen bir Türkiye, benzer sorunların yaşandığı ülkeler için bir model oluşturacaktır..
Türkiye’yi arkasına alan Kürtler ise bu başarının ortağı olacak. Bölgedeki, Kürt oluşumları için güçlü bir model olacaktır..
Türklerin ve Kürtlerin birbirine karşı kazanacak bir zaferleri yok aslında. Birlikte kazanacakları tek bir zafer var..

10 Eylül 2011 Cumartesi

Hurma ağacı gibi uzun, sarışın ve al yanaklı

11 Eylül 2011 Pazar
Bir iki gün önce, Avrupa Kıtası’nı diklemesine keserek, iyice Kuzey’e, Baltık Denizi kıyısındaki İsveç’in başkenti Stockholm’e geldim.
İki gün ya kaldım ya kalmadım, bu sefer İsveç’i Doğu’dan Batı’ya enlemesine keserek Stockholm’den Göteborg’a, dolayısıyla Baltık Denizi’nden Kuzey Denizi’ne geçtim.

Türkçede kısa süreli konukluğa ‘ateş almaya mı geldin’ denir...

Rakı masasında Kur'an tefsiri olur mu?

11 Eylül 2011 Pazar

Tarih okumalarında öyle karakterlerle karşılaşırsınız ki ne anlam ifade ettiğini o an için anlamazsınız. Ömer Rıza Doğrul da işte benim için öyle bir kişilik. Ünlü şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un damadı olan Mason Ömer Rıza, Atatürk dönemindeki ilk cesur Kur'an tefsirlerinden birini hem de rakı masalarında kaleme aldı. Yayınladığı Selamet dergisinde İslam inancıyla Cumhuriyet ideolojisinin özdeş olduğunu ispata çalıştı. Ama yine de İstiklal Mahkemeleri'nin hışmına uğramaktan kurtulamadı

Filistin Birliği'nden Filistin Devlet'ine

Türkiye, İsrail'e tarihi tokatlardan birisini daha atmak için gün sayıyor.
Filistin Yönetimi BM'ye 20 Eylül'de başvurarak, Filistin devletinin 194. devlet olarak tanınmasını isteyecek. Türkiye, Filistin devleti için tam destek veriyor ve diplomatik misyonunu, "evet oyu'' çıkartmak üzere çok aktif olarak devreye sokmuş bulunuyor.
Stratejistler, Filistin devletinin BM'de onaylamasının Türkiye'nin Ortadoğu'nun yeniden şekillendirmesindeki pozisyonuna yeni ivmeler kazandıracağını, Türkiye-Filistin (Gazze) arasında stratejik işbirliğinin, İsrail'e Türkiye'nin atacağı en anlamlı tokatlardan birisi özelliğinde olacağını belirtiyorlar.

"Nasıl olsa ABD arkamızda" aymazlığının sonuçları...

El Kaide'nin yolcu uçaklarını kamikaze silahları olarak kullanıp, ABD'yi vurmasının üzerinden 10 yıl geçti.
Yıllar boyunca kendisini bir Sovyet saldırısına (veya komünist saldırısına) karşı korumak için silahlanan, savunma ve saldırı sistemleri kuran ABD, El Kaide darbesi ertesinde, dünyaya bakış açısını radikal biçimde değiştirdi.
Anti-komünist ideolojinin yerine "İslamofobi" geçti.
Önce Afganistan sonra da Irak işgal edildi.

Gündem dışı eşekler

Gündem yoğun, haberler çarpıcı, 12 Eylül'e 1 kala bir yandan 80 darbesinin yıldönümü muhabbetleri, bir yandan da yarın açılacak okullara ilişkin mebzul haberyorum var. Bu sıkışıklıkta insan nefessiz kalır diyerek kendimi gündemin dışına savuruyorum izninizle. "Eşek muhabbeti" saymazsanız, trajikomik bir hikâyeyle şenlendireyim istiyorum gününüzü. Önce bir yerlerden duydum sonra bizzat gidip gördüm görüntüledim. Balkan Savaşı'ndan sonra Ege'deki kıyı kasabaları ve adalardan göçen Rumlar'dan kalan eşekler on yıllar içinde üreyip çoğalarak binlerle ifade edilecek sayıya ulaşmış. Dediğim gibi duyunca zaten Ege taraflarında olduğumdan hemen el koydum habere.

Bugün hayatınızın son günü olsaydı...

Hayatta en fazla önemsediğim şey tecrübedir. Bu yüzden görmüş geçirmiş insanların hayatları bana müthiş bir macera filmi izliyormuşum gibi heyecanlı gelir.

Çünkü bilirim ki yaşamak zordur! Daha doğrusu hayat zor değil de onu zorlaştıran insanların ürettiği var olma biçimidir.
Böylesi bir mücadele ortamında var olmak ve yukarılara doğru tırmanmak ya da sıradanlaşmak veya aşağılara düşmek gerçek bir hikâyedir. Bir hayat hikâyesi ise en girift kurgu romanlardakinden bile daha ilginçtir.

OYAK’ı dağıtma planı...

Yandaş medyanın sistemli bir şekilde gündeme getirerek hedef haline dönüştürdüğü OYAK’ın Türkiye’de en fazla vergi ödeyen kuruluş olduğunu hatırlatalım. Malumunuz OYAK’ın vergi vermeyen ordu şirketi olduğuna dair bir sürü ipe sapa gelmez şeyler yazılıyor. Türkiye’de üretilen çimentonun yüzde 14’lük payını üstlenen OYAK’ın Mardin, Ünye, Adana, Bolu ve Aslan Çimento’nun yıllık ödenen vergisinin zekatını bile türediler ödemiyor. Söz gelimi Mardin Çimento 19.9 milyon TL vergi ile Türkiye 98’ncisi. Mardin ilinde en fazla vergi veren 100 şirket toplamda 23 milyon öderken bunun % 87’si OYAK’ın Mardin Çimentosu. Ünye 14.1 milyon ile Ordu birincisi, Adana 13,5 milyon ile Adana birincisi. Bolu 3.2 milyon...

11 Eylül dolmaları... Yiyenlere afiyet olsun!

Bugün 11 Eylül 2011...

“İkiz Kuleler’e saldırı”nın, yani “11 Eylül tezgâhı”nın 10. yılı... “Bin yıl yaşayacak” denilen 28 Şubat nasıl ki birkaç yıl sonra “havası alınmış balon” gibi sönmüş ve “bumburuşuk” olmuştur, 11 Eylül 2001’deki “İkiz Kuleler” olayının bir “tezgâh” olduğu da gözler önüne serilmiştir... 28 Şubat; “Türk derin devleti”nin bir operasyonu idi... 11 Eylül olayı da “ABD derin devleti”nin tezgâhıdır.
4 BİN YAHUDİ NEREDE?

Ne oluyor?

Hürriyet'te bir haber: "Eşbaşkan Türkiye."

Haberin ilk cümleleri şöyle: "11 olaylarının 10'uncu yıldönümüne iki gün kala köktendinci terörizme karşı yeni bir girişim başlatıldı. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton tarafından açıklanan 'Küresel Terörizmle Mücadele Forumu' adlı yeni girişimin eş başkanlığını Amerika ve Türkiye üstlenecek. Clinton'a göre Forum'un en önemli amacı, otoriter rejimlerin pençesinden kurtulan Ortadoğu ülkelerinde köktendinci terörizmin zemin kazanmasını önlemek olacak."

12 Eylül ve Mustafa Pehlivanoğlu

Gönüllerde Birlik Vakfı bugün 17.30'da Ulucanlar Cezaevi'nde "12 Eylül 1980-Görülmüştür" başlığıyla bir etkinlik düzenliyor.

Bu etkinlikte ben de yer alacağım. İnsanı insan yapan, beşerî hafızası. Türkiye büyük zulümler yaşadı. Bu zulümleri unutmadık. Unutmadığımız içindir ki bugün benzer zulümlere hazırlananlar soluğu önce savcı karşısında alıyor, sonra masum insanları tıkmayı düşündükleri cezaevlerinde ziyaretçilerine kirli çamaşırlarını verip temizlerini alıyorlar. Versinler ve alsınlar. Yakın tarihimizde çok fazla yıkanmayı bekleyen kirli çamaşır var. Kardeş kavgasını, vatandaşa kurulan komploları, cinayetleri, hatta katliamları engellemenin en kolay yolu, silahla darbe yapmaya niyetlenenleri orada tutmaktan geçmiyor mu? Üstelik cezaevleri ne için?

Eli tutulacak adam

PKK'nın alternatif Cuma tuzağı vardı.
İşte Cuma namazlarının başimamı olarak tanınan… Kürtçe Ezan, Kürtçe Hutbe ve Kürtçe mevlidin fikir babası olarak gösterilen isimdi imam Ubeydullah Özmen.
Takvim onu Bodrum'da bir hanımla yakaladı havuzda.
Ubeydullah Bey "O hanımefendiyi tanımıyorum" dedi.
Olabilir… Yanından tanımadığın bir hatun geçer.
O anda deklanşöre basılır.
Sanki yanında senin tanıdığınmış gibi gösterilebilir.
Takvim böyle yaptıysa çok ayıp.
Ubeydullah Bey'den özür dilemeli.
Ve kanıtlamalı iddiasını… Neyse… Ubeydullah Bey "Ben o hanımı tanımıyorum" dedikten bir gün sonra… Yani dün… Bir fotoğraf daha yayınladı Takvim'de.
Ubeydullah Bey "Tanımıyorum" dediği hanımla el ele tutuşmuş.
Eğer "Tanımama" konusunda gerçekten samimiyse… Ben o el ele fotoğrafa bakarak… Ubeydullah Bey'in hanımefendinin elinden tuttuğuna inanmıyorum.
O hanımefendi… Ubeydullah Bey'in elinden tutmuştur.
Bugün böyle bir açıklamayı…
Her an bekliyorum.
Takvim hatasından dönecektir.

* * *
UZAYDA KUR'AN-I KERİM

Murphy'nin savaş kuralları

Saldırganlığını artıran PKK'ya karşı topyekûn savaş ilan edildi.

Kandil'i bombalıyoruz. İran o zaptedilmez denilen dağa kara harekâtı başlattı. Başarılı olursa arkasından muhtemelen biz de gideriz. İsrail'e kapalı bir dille de olsa "güreş istiyorsan gel güreşelim" diye meydan okuyoruz. Ben uzaktan ve ufaktan mehter sesleri duymaya başladım.
Pazar günü hayatın daha aydınlık yüzüne bakıyoruz ya; savaş üzerine mizah yazıları ararken bu konuda da Murphy yasaları olduğunu keşfettim. Her alanda üretilmiş Murphy yasalarının kökeni neymiş biliyor musunuz?

Goldman Sachs hakkındaki gerçekler

'2050 yılında Türkiye dünyanın 17'nci ekonomisi'
2009 yılı Eylül ayında uluslararası yatırım bankası Goldman Sachs'tan gelen bir açıklamaya göre; 2050 yılında Türkiye dünyanın 17'nci ve Avrupa'nın sekizinci büyük ekonomisi olacak. Banka'ya göre, "Türkiye'nin gayri safi yurtiçi hasıla büyüklüğü 2050'de 6 trilyon dolara ulaşacak. 2008 sonu itibarıyla 730 milyon dolar olan milli gelirin yaklaşık 10 kat artacağı öngörülüyor. Kuruluşun projeksiyonuna göre Türkiye 2050'de Japonya, Almanya ve Fransa'yı geçerek dünyanın dokuzuncu büyük ekonomisi olacak".

'Türkiye'de sat, Rusya'da al'

11 Eylül eylemi

11 Eylül 2011 Pazar
Eylül 2001’de ikiz kulelere yapılan saldırıdan hemen sonra, katıldığım bir televizyon programında, eylemin teröristler tarafından yapılmış olamayacağını, daha büyük bir mücadelenin başlangıcı olduğunu söylemiştim. Bu kanıya varırken yaptığım analizi paylaşmak istiyorum.
Eylem amatör bir grubun yapamayacağı kadar karmaşıktı ve hiçbir engelle karşılaşmasalar bile bunu gerçekleştirmelerinin mümkün olmadığını düşündüm. Ayrıca eylemde dört uçak kullanılmıştı ve hepsinde başarılı olunması ihtiamaller hesabına aykırıydı. Gençliğimde ihtimaller hesabı üzerinde çok çalıştığım için olaylara bir de bu açıdan bakıyordum.

Hangi PKK?

11 Eylül 2011 Pazar
Sadece Hükümet değil, Öcalan’ın bile çözüm konusunda umutlu olduğu bir dönemde (Temmuz ayı) terör örgütü KCK’nın Yürütme Konseyi Başkan Yardımcısı Cemil Bayık, Öcalan ile görüşmeleri “taktik ve oyalama” olarak nitelendirdi. Bayık’a göre “Kürt halkı ve Öcalan bu şekilde oyalanmak isteniyor”du. Doğrusu ya Öcalan’ın yanılabileceği veya oyalanabileceği iddiası PKK için çok radikal bir yenilikti... Oysa Öcalan görüşmelerden bir hayli umutluydu ve PKK’nın eylemsizliğe devam etmesini talep ediyordu. PKK, Öcalan’ı dinlemedi ve gözü dönmüşcesine önüne gelen her yere saldırdı. İşçi kaçırdı, şantiye bastı, top oynayan polisleri taradı, onlarca asker ve polisi şehit etti ve daha nicesi.... Sanki birileri düğmeye bastı ve örgüt yayından boşanmışcasına ateş kusmaya başladı. Kimin düğmeye bastığını kesin olarak bilemiyoruz, fakat bu kişinin Öcalan olmadığı kesin...

Rosenbergler ölmemeli... mi?

Sizin "balıkçı" olarak tanıdığınız sakallı şair Orhan Alkaya çok eski arkadaşımızdır.
Bizim gibi altmışında heves edip sakal bırakanlardan değildir, bildik bileli sakallıdır.
Orhan'ın dizinin yeni bölümünde oynamaması dedikodulara yol açtı, acaba yapımcıyla kavga edip ayrılmış mıydı? (Bu tür saçmalıklar eğitimi ve beğenisi kıt ev kadınlarına yönelik mükemmel reklam oluyor, Internet'te sitecilik eden çocuklara da ekmek çıkıyor: Balıkçı öldü mü, Ali Kaptan kaldı mı, Caroline geneleve düştü mü?)
Alkaya, bu dizi serüvenini "tadında bırakmak" gerektiğini açıklamış (dizici esnafında hiç rastlanmayan bir meziyet), üstelik işi başından aşkınmış, şu sıralar Şehir Tiyatroları'nda "Rosenbergler Ölmemeli" adlı oyunu sahneye koymaktaymış...

Dünya on yıl önce kökten değişti

11 Eylül 2011 Pazar
Takvim yapraklarının birinin diğerinden fazla bir farkı yoktur; ancak bugün, 11 Eylül, dünyanın gidişini derinden etkileyen bir olayla tarihe geçecek...

Daha doğrusu geçti bile...

On yıl önce bugün, içi yolcu dolu iki uçak New York semalarına girdi ve ‘İkiz Kuleler’ diye bilinen kentin en yüksek iki binasına çarptı. Dünyayı sarsacak eylemler olarak planlanmış diğer iki uçaktan biri Pentagon binasını hedef aldı, diğeri ise Pensilvanya üzerinde düşürüldü.

Eylemleri, emirlerini El-Kaide lideri Üsame bin Laden’den aldığı söylenen 19 genç gerçekleştirdi. Değişik ülkelerden, farklı ortamlarda yetişmiş 19 genci birbirine bağlayan tek unsur üzerinde durulmakta o gün bugündür: İslâm... 11 Eylül eylemleri yüzünden, çok geniş bir coğrafyanın ortak paydası olan inanç sistemi ile o inanca bağlı insanlar ‘tehlike’ olarak görülüyor.

PKK’nın imamı yoktur yarin imanı

10 Eylül 2011 Cumartesi

Cuma’yı beğenmedinizse olsun varsın; size başka seçenekler sunalım. Cumartesiye ne buyrulur?” diyen, PKK’nın kurduğu Anadolu Din Adamları Derneği’nin (ADA-DER) başkanı Übeydullah Özmen, Ramazan’ın daha ilk günü, Bodrum’da, eşinin dışında bir hatun kişiyle el ele-diz dize-biz bize- kime ne denecek bir biçimde havluyu ele vermiş! Paçayı diyemiyorum çünkü mayosunun paçası yok! Übeydullah Baba diye de bilinen, BDP’yle sarmaş dolaş olan ADA-DER başkanı, sivil direnişin en has örneklerini, eşini ve çocuklarını Ankara’da bırakıp bir başka hanımla kaldığı otelin havuzunda ya da deniz kıyısında kumların üstünde yaşamış.

BDP’nin İslamiyet’e karşı bir kuruluş olmadığını kanıtlamak, partiye dinine bağlı kişilerin oylarını devşirmek amacıyla kurulan dernek, PKK’nın omuz verdiği sivil direnişlere katılır sık sık. BDP’nin Kürt tabanı, ADA-DER’den söz ederken, “ha şu bizim imamlar derneği” der; Cuma yerine Cumartesiyi sunmasına pek bir anlam veremez, Kürtçe ezan, Kürtçe namaz, Kürtçe hutbe gibi “fetvaları” karşısındaysa şaşırıp kalmasına rağmen gıkını çıkaramaz, boynunu büküp susar, çünkü korku Kandil’i bekler!

9 Eylül 2011 Cuma

Yeni zenginlik mi yoksa yeni fakirlik mi daha zordur?

Her konuya maydanoz olan İngiliz albaya sormuşlar,
- Fransızca biliyor musunuz?
Bunu sorana tepeden bakıp, gülümsemiş,
- Fransızca bilmem ama aksanım çok iyidir!
Hiç bilmedikleri konularda aksanlarının iyi olduğunu düşündükleri için görüş açıklayanlara sizler de rastlamaz mısınız?
Bunların bir bölümüne "Sınıf atlayıcılar" deniliyor.
İngilizcede "Social Climber" denilen bu kesim, birtakım nesnelerle kendilerini özdeşleştirerek, yeni kimliklerini vurgulamaya çalışırlar.
Mesela "Şarap" bu nesnelerden birisidir.

Şarap uzmanları
Kendilerinin şarap konusunda "Degüstatör" konumuna geldiklerini söyleyen bu sınıf atlayıcılardan bir grubu, ünlü bir reklamcı evine davet etmişti.
Bizim ucuz kırmızı şarapları "Château Petrus" şişelerine doldurup bunlara ikram etmiş.
Bunlar da şarapları yudumladıktan sonra "Bu şarap varken başkası içilmez ki" diyerek beğenilerini seslendirmişler.

Hamas politikası da mezhep bağından mı?

Geçen hafta CHP’de Genel Başkan’a yakın bir Alevi ile sohbet ettik. Kılıçdaroğlu’ndan yakındı.
“Mezhepçi görüntü vermemek için o kadar hassas davranıyor ki, onun yüzünden parti içinde Aleviler eski ağırlıklarını kaybetti” dedi.
MYK içinde sadece iki Alevi kaldığını söyledi:
“Eskiden yönetimin asgari yüzde 30’unu Aleviler oluştururdu. Şimdi bu oran yüzde 10’lara düştü. Parti tarihinde MYK içinde bu kadar az Alevi üye olmamıştı” diye dert yandı.

Tehlikeli söylem

10 Eylül 2011 Cumartesi 
Önce Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç 'Alevi olan Esad'ı destekleyen Şii İran'a'' çattı. Önceki gün ise Hüseyin Çelik benzer ve paralel mantığı iç politikaya yönelik olarak kullandı ve 'Alevi Kılıçdaroğlu'nu'', 'Alevi Esad'a'' sahip çıkmakla suçladı. Sayın Kılıç açıklamasını yaparken Milli Eğitim Bakanlığı Alevilik, Nuseyrilik ve Caferilik'in bu yıldan itibaren Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi kitaplarında okutulacağını ilan ediyordu. Sayın Kılıç 'Alevi CHP' ve Esad'a böyle baktığına göre bakalım okul kitaplarında neler anlatılacak?
Dönelim konumuza.

Bu kadar yanlış fazla

10 Eylül 2011 Cumartesi
Şu sıralarda en sık yaptığım, “Allahım, ne olur aklıma mukayyet ol” diye dua etmek... Siyasi atışmaları işittikçe aklımın başımdan gidebileceği endişesine kapılıyorum. O sözleri saf edenler, birbiriyle dalaşırken yanlış yerde paçaya saldıranlar, pek aklı başında görünmüyor gözüme...

Konuyu açayım:

Bir zamanlar maziye bakma

Bu adamların niçin "kurtuluş savaşı edebiyatından" başka bir şey yapamadıklarını hiç merak etmediniz mi? Plan nanay, proje nanay, varsa yoksa vatan millet Sakarya, Dumlupınar geldik sana, yüz sürmeye toprağına... Kamutay bugün doğdu ve saltanatı boğdu...
Bu adamlar derken, bürokrasi yanlısı, kendine sosyaldemokrat süsü vermeye hevesli muhalefet yani... Malum gazeteler, malum parti...
Satacak başka malları yok da ondan!

Savaş bulutları ve AKP iktidarının Türkiye ile savaşı!

“Arap Baharı”, İsrail’in çıkarına değil midir? Suriye’deki rejim çökerse, ülke iç kargaşa sonucu bölünürse, bundan İsrail’in çıkar yok mudur? Dolayısıyla Arap Baharı’nı destekleyen AKP iktidarı, aslında İsrail’i desteklemiş olmuyor mu?
Hem Türkiye, füze kalkanını kimin çıkarı için kabul etti? İran füzelerine karşı yine İsrail’i korumak için değil mi?
Bu soruları sorduk ama Tayyip Erdoğan, bütün yaptıklarının İsrail’i korumak anlamına geldiğini örtmek için, “Kılıçdaroğlu İsrail’in avukatlığını yapmasın” diyerek işin içinden çıktı!

Olanların anlamı

10 Eylül 2011 Cumartesi
İsrail’le ilişkilerimiz tartışma konusu ve bunun Mavi Marmara gemisindeki olaylardan kaynaklandığı söyleniyor. Siyaseti güncel olaylarla değerlendirmek, söylenen ve yapılanlardan sonuç çıkarmak yerine dünyayı yönlendiren güçlerin politikalarının ne olduğunu anlamaya çalışmak daha faydalı olabilir.
17 Şubat 1991’de Yeni Yüzyıl Dergisi’nde çıkan söyleşimden bir bölümü aktarmak istiyorum. İsrail’in olaylarda nasıl bir rol oynayabileceği hakkındaki bir soruya şu cevabı veriyorum ve sözlerim gardiyan ve çoban ara başlığıyla yayınlanıyor.

Bu ülkeden ne istiyorsunuz Kemal Bey?

10 Eylül 2011 Cumartesi
Stratejistler ve terör uzmanları diyor ki, “İktidar ve muhalefet tersleşmesi bu üslupla devam ederse, ne terör sorunu halledilir, ne de İsrail konusunda bir mesafe alınır.”

Ben tercüme edeyim:

Demek istiyorlar ki, “Bu CHP’yle hiçbir sorun çözülmez.”

Bu CHP’yle, geçmişte, hiçbir konuda hiçbir olumlu iyileştirme sağlanamadı çünkü...

Ne demokratikleşmede mesafe alınabildi, ne “asker sorunu” çözülebildi, ne de serbest piyasa uygulamaları hayata geçirilebildi.

Hatırlayalım: “Serbest piyasaya bağlı bir demokratikleşme” tezinin izini sürdüklerini öne sürenler (örneğin Baykal’ın CHP’si), sürekli bir “engelleyici unsur” olarak çıktılar parlamentonun karşısına.

Darbeleri savundular...

Muhtıralara omuz verdiler.

28 Şubat’taki soygunlara göz yumdular.

6 Eylül 2011 Salı

Asker locası

Üst katta otururlar, meclise tepeden bakarlar, konuşmalara karışamazlar ama varlıklarıyla "ağırlıklarını koyarlardı"...
Ağırlık da ağırlıktı ha, Faruk Gürler'in "göbekli heybetini" hatırlar mısınız? Herkes İlker Başbuğ misali "tığ gibi" olamazdı ki...
Mecliste asker locası...
Daha doğrusu, depo çavuşunun ya da bölük yazıcısının gelip de oturum izleyecek hali yok ya, komutan locası.
Açılışlara da gelirlerdi, önemli oturumlara da. Hele hele cumhurbaşkanı seçimine...
Beğenmeyecekleri bir gelişme olursa Damokles'in kılıcını balkondan genel kurul salonuna doğru şöyle bir sallamak için!
Sonra meclis başkanlığı bir de bakmış ki, dünyanın hiçbir ülkesinin hiçbir meclisinde kuvvet komutanları ve genelkurmay başkanı için böyle özel bir dinleyici locası yok!
Basın locası var, yabancı diplomatlar locası var, bazı monarşilerde "kraliyet ailesi" locası var, özel olarak asker locası hiçbir ülkede yok.

Türkiye, İsrail ve...

07 Eylül 2011 Çarşamba 03:00
Türkiye'nin İsrail ile ilişkileri gergin. Olağanüstü ya da mucize bir gelişme olmazsa bu gerginlik giderek tırmanacaktır. İsraillilerin genetik, ideolojik ve sosyolojik karakterini bilenler Tel Aviv'in böyle bir tırmandırmadan haz alacağını bilirler. Çünkü bölgede hatta dünyada herkese kafa tutan İsrailliler Türklerin kendilerine kafa tutmasını asla kabullenmezler, kabullenemezler. Kabullenirlerse bu onların psikolojik çöküşü olur.

Vicdan ile cüzdan arasına sıkışan dünya düzeni

7 Eylül 2011 Çarşamba
Karşısında yalnızca Türkiye varmış gibi davranıyor İsrail; fena halde yanılıyor. Türkiye’den yükselen ses coğrafyanın hemen her köşesinden işitiliyor ve dikkate alınıyor...
Yukarıdaki cümleyi ‘İsrail’in adını anarak başlattım, ancak siz sözcüğü başka ülkelerin isimlerini yazarak da okuyabilirsiniz. Türkiye, bugün, kendi çıkarlarını geri plana itebilecek kadar ‘insanlığın vicdanı’ istikametinde hareket etmeye çalışan bir ülke olarak algılanıyor.

Bugün de büyük çapta geçerliliğini sürdüren dünya düzeni 2. Dünya Savaşı sonrasında oluştu. Bu sistemin hemen her alanda kurumsal bir temsilcisi var. Birleşmiş Milletler (BM) bunlar arasında ismi en bilineni; ancak güvenlikten maliyeye uzanan geniş bir alanda faaliyet gösteren pek çok uluslararası kurum, devletler tarafından kabul edilmiş nice ortak uygulama, insanlığa çok pahalıya mal olmuş büyük savaş sonrasında oluşturulan aynı düzenin eseri...

Kürtler’in ruh hali

7 Eylül 2011 Çarşamba
PKK veya BDP’yi ayırmadan Kürt Hareketi’ne destek veren kesimlerin ortak kanısı ne yazık ki, bu iş silahla çözülür noktasında.

Kürtlük adına yapılan insanlık dışı kimi eylemler karşısında sessiz kalabilmelerinin nedeni bu. Rövanşçı bir ruh haliyle yaklaşıyorlar gelişmelere...

Tunceli’de kocasının halı saha maçını seyreden öğretmen Dilay Turan Kerman’ın kurşunlara hedef olmasını, ‘’Onlar da zamanında bizim kızlarımızı öldürdü’’ diyerek haklı görebiliyorlar. PKK’nın ‘’Son Kürt İsyanı’’nın temsilcisi olduğunu, PKK sayesinde Kürtlerin farkındalıklarının ortaya çıktığını biliyorlar. Açıkça söylemeseler de, Kuzey Irak, Suriye, İran ve Türkiye coğrafyasını temel alan bir Kürt Federe Devleti peşindeler.

Ortadoğu’da taşların yerinden oynadığı bir dönemde bu hedefin ulaşılabilir olduğuna inanıyorlar. Bunun için de silahı tek yol olarak görüyorlar.

Haklılar.

Arda'ya ikinci ve son mektup

Sevgili Arda, önceki gün akşam, eline tutuşturulmuş kâğıttan -belli ki, senin geleceğini ve kariyerini senden çok düşünen uzak görüşlü büyüklerinin kaleme almış olduğunu tahmin ettiğim- "Beni bu işlere karıştırmayın" mesajını okurken, acı acı gülümsedim.

"Sen futbolcusun aslanım; neyine gerek gümüşlü zurna?" diye bir güzel azarlamış olmalılar seni. Anlayışla karşılıyorum, kınamıyorum, istihzâ etmiyorum. Samimi düşüncelerini açıkladın; doğru ve insânî şeyler söyledin. Belki maç yorgunluğu ile kelimeleri bir araya getirirken maksadını aşmış şeyler de vardı ama niyetin güzeldi, hâlisti, art niyet taşımıyordu ama artık öğrenmiş olmalısın; Türkiye'de fikir sahibi olmanın bir bedeli vardır ve sen bu bedelin nereye kadar uzanabileceğini kısa zamanda hissederek âcil bir açıklamayla işin önünü çeviriverdin. Artık sadece önündeki maçlara bakacaksın futbolcu tâbiriyle! İyi olur, öyle yap.

24 Ağustos 2011 Çarşamba

Çekici erkek olmanın 5 yolu


Yurdumun en iyi erkek dergisi Esquire'ın elebaşı, sevgili arkadaşım Okan Can Yantır, her Çarşamba GÜNAYDIN'da erkek sayfası hazırlıyor.
Ben de zevkle okuyorum, çünkü Okan işini çok iyi biliyor.
Üstelik kendisi kadın dünyasından fazlasıyla haberdar bir karşı cins.
Dünkü sayfasında 'Daha Çekici Erkek Olmanın 5 Yolu'nu yazmış Okan.
Özetle; "Kendinize güvenin, güzel giyinin, bedeninize iyi bakın, okuyun ve esprili olun" buyuruyor.
İyi de yetmez Okancığım, yetmez paşam.

UEFA Fener'i söndürdü!


25.08.2011

TFF: "Gerek F.Bahçe'nin ağır disiplin yaptırımları gerekse federasyonumuzun yani ülkemizin maruz kalabileceği disiplin yaptırımları göz önünde bulundurularak, F.Bahçe Avrupa'dan men edilmiştir."

Fenerbahçe'nin Avrupa serüveni dün akşam sona erdi. UEFA Başmüfettişi Cornu'nun İstanbul'a gelmesi ve Soruşturma Savcısı Mehmet Berk ile görüşmesi sürecin keskin virajıydı. Hafife alınan bu gelişmenin ardından lastik dün patladı ve UEFA noktayı koydu: "Fenerbahçe Avrupa'ya gelmesin.. Aksi takdirde Türkiye Futbol Federasyonu da, Fenerbahçe de ağır ceza alabilir." Türk futbolunun 8 yıl men cezasıyla karşı karşıya kaldığı sürecin ardından Türkiye Futbol Federasyonu akşam saatlerinde Türkiye'ye gerçeği açıkladı:

İŞTE O TARİHİ AÇIKLAMA
UEFA, 23 Ağustos 2011'de Türkiye Futbol Federasyonuna gönderdiği yazıda, ülkemizde sürmekte olan şike soruşturması çerçevesinde, Fenerbahçe Spor Kulübünün bu sezon Şampiyonlar Ligi'ne katılmaktan çekilme kararı vermesi gerektiğini, kulüp bu yola gitmeyecek olursa Türkiye Futbol Federasyonunun Fenerbahçe'yi 2011-2012 sezonunda Şampiyonlar Ligi'ne katılmaktan men etmesi gerektiğini, bu iki yoldan herhangi birisi benimsenmeyecek olursa UEFA'nın kendi disiplin soruşturmasını başlatabileceğini ve Türkiye Futbol Federasyonu, yani ülkemiz aleyhine disiplin yaptırımları uygulama yoluna gideceğini bildirmiştir.

Generaller de öfkelenir...


25 Ağustos 2011 Perşembe

Şaşkınlık sürüyor. Genelkurmay Başkanlığı’ndan emekli Org. Işık Koşaner’in bir iç değerlendirme toplantısında yaptığı iddia edilen konuşma şaşkınlığa sebep oldu. Söyledikleri yanlış olduğu için değil, TSK mensuplarından işitmeye alışık olmadığımız türden bir özeleştiri olduğu için bu şaşkınlık...

O şaşkınlığı yaşayanlardan biriyim. İlk gün gözlerime inanamadım ve yalanlanmasını bekledim. Metnin manşetlere çekildiği dün de ilgilisinden ses çıkmayınca, şaşkınlığımın yerini sevinç aldı.

İtiraz etmeden önce neden sevindiğimi anlatmama müsaade edin...

Bir gazete, dün, Org. Koşaner’in ‘özeleştiri’ mahiyetindeki tespitlerini şu ara başlıklarla sundu okurlarına: “Kontrolsüz mayın döşedik... / Emir komuta birliği zaten yok... / Tim komutanım mevziden kaçarsa... / Kendi erimizi alnından vurduk... / Karakollar hatalı, Hantepe de öyle... / Halimiz tam bir kepazelik...”

Hayli ileri eleştiriler bunlar... Daha önceleri, bundan daha yumuşak eleştirileri dillendirenleri mahkemeye sevk ediyordu TSK... Genelkurmay Başkanlığı internet sitesi, daha masum eleştirilere kurum adına verilen olağanüstü sert açıklamalarla dolu...

Somalili madenciler


25 Ağustos 2011 Perşembe

Bundan iki yılı aşkın bir süre önce, ‘Başbakanla trende sohbet’ başlıklı yazımda, hızlı trenin Ankara-Eskişehir etabından izlenimler yazmıştım

Yazının ilk satırları şöyleydi:

“Ve hızlı tren yola koyuluyor...

Yirmi yıl önce öğrenciyken, Fransa’da büyük sürat yapan ‘hızlı tren’ ile Dijon’a bir gösteri seferinin yolcusu olarak gittiğimi hala anımsıyorum...

Hızlı tren beni sadece Ankara’dan Eskişehir’e değil, otuz yıl önceki o günlere de götürdü.”

Aynı yazının sonu ise şöyleydi:

“Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la hızlı tren seyahatinde demiryollarındaki modernleşme atılımlarını, Nisan başındaki G-20 toplantısını ve seçimin hemen ertesinde yapacağını söylediği anayasa değişiminin kapsamını da konuştuk.

Ama benim aklım...

Fazla bel bağlamayın demiştim


Kürt politikacıları, son derece yanlış bir yoldan gittikleri, başbakanla oturup çatır çatır pazarlık etmek yerine başbakana düşmanlık gütmeyi tercih ettikleri için, "yeni anayasayı etkileme güçlerini" kaybettiler.
Ne Apo kurtulacak, ne de federasyon olacak!
Arkadaşımız Zübeyde Yalçın'ın haberine göre, eski anayasanın ilk üç maddesi değişmeyecekmiş.
Yani "devletin Atatürk milliyetçiliğine bağlı olduğu" keyfiyeti aynen kalıyor!
Dil de Türkçe.

Atatürk 9 Kasım'da mı öldü?

Siz Muammer Kaddafi'yle uğraşadurun, benim önümde çok daha ilginç bir konu var. "Profesyonel" açıdan daha uygun düşerdi ama kasım ayını bekleyemeyeceğim, kimse kusura bakmasın.
Latife Hanım'ın kızkardeşinin torunu Mehmet Sadık Öke, Atatürk'ün 9 Kasım'da öldüğünü söylemiş. ("Atatürk ölmedi, içimizde yaşıyor" diyecekler bu yazıyı hiç zahmet edip okumasınlar.) Sayın Öke 44 yaşında. Bu iddia, birinci elden tanıklık değil, aile içinde konuşulanlardan ve herhalde Latife Hanım'ın kızkardeşi, anneannesi Vecihe Hanım'dan duyduğu bir şey...

Şimdi sıra kimde!


Libya halkı Kaddafi diktatörlüğünden kurtuldu. Bu Ramazan iki bayramı birlikte kutlayacaklar.. Kronolojik olarak sırada Yemen var ve ardından Suriye.. İki bayram arasında iki devrim.. Bu gerçek olur mu bilmiyorum, ama mümkün. Kurban Bayramı’na daha 3 ay var. 6-9 Kasım’a kadar bu iş sürer mi bilmiyorum.. İran sanırım artık gerçeği görmeye başladı. Suriye’de yaşananlar İran için bile artık savunulamaz düzeyde.. Esad bütün kredisini tüketti.. Artık çok geç. Bir şekilde yakalanacak ve eğer o zamana kadar hayatta kalmayı başarırsa, o da Lahey’de hakim karşısına çıkacak ve ülkesinde işlenen cinayetlerin ve yolsuzlukların hesabını verecek.. Bütün darbeciler, diktatörler ve terör örgütlerinin şefleri aynı yanlışı yapıyor.. Esad da onlardan biri.. Keşke Ürdün kralı da sıranın kendisine gelmeden yapması gerekenleri görüp yapsa.

Afrika, Arap Baharı ve Batı'nın sonbaharı!

Biafra diye bir ülke yok.
Oysa vardı. Karnı açlıktan davul gibi şişmiş siyahi çocukların, yüzünü kaplayan sinekleri kovamayacak kadar halsiz babaların, sütü kurumuş annelerin varlığını ilk öyle öğrenmiştik!
Çok iyi hatırlıyorum.
Ergenlik çağındaydım. Hüzün burcundaydım yani...
Her sabah gazetelerde çıkan "Biafra'da kıtlık" fotoğraflarına saatlerce bakar, haberleri son satırına kadar okurdum. Sonra geceleri o çocukların görüntüleri gözümün önünden gitmezdi. Okuduğum yazıların, kitapların hümanizma masalları bir türlü avutmazdı beni. Uyuyamazdım.

***

Kaddafi: ‘Türkleri sevmem...


MEHMET Barlas, Kaddafi ile ilk konuşan gazetecilerden biridir.
Belki de ilki...
Pazartesi gecesi Bodrum’da “kadim dostlar” buluşmuştuk.
O keyifli anlatımından alıntılar yansıtayım:
1970’lerin başıydı.
O zaman çalışmakta olduğum Cumhuriyet’in sahibi Nadir Nadi (merhum) beni çağırdı.
“Libya’ya gideceksin, Kaddafi’yle röportaj yapacaksın” dedi.
İdareden 800 dolar verdirtti.
Bu arada Ortadoğu’dan iki liderle daha konuşmak görevini de ekledi 800 dolarlık harcırahımın içine.
O iki liderle konuşmak hiç zor olmadı.
Kaddafi’ye gelince sonu gelmez beklentiler ve boş çıkan randevularla günler geçiyordu.
Bana -gerçekleşmese de- randevu sağlayan müsteşar ile tercümeleri yapması için anlaşmıştık.
Ama...

PKK'nın 'Şia' taşeronu olması Kürtçüleri üzer

Hükümet ve AK Parti cenahından gelen bazı açıklamalar üzerine düşünmek gerek. Örneğin BDP'ye karşı sert ve dışlayıcı tavır...
Bir başka pencereden bakıldığında, şu sıralar bir "fırsat" var. Anlatmaya çalışayım...
PKK'nın hegemonyası altındaki bir parti BDP... Son kertede Kandil'in dediğini yapıyorlar.
Ne zaman BDP'ye, "Kendini PKK'dan ayır" dense... Şöyle bir cevap geldi: "Bu bir işe yaramaz...
Çünkü tabanımız aynı..."

Ve UEFA duruma el koydu...

 24 Ağustos 2011

Takvim gazetesinde ilk yazım 11 Temmuz Pazartesi günü yayınlandı... Yazımın başlığı şuydu "UEFA DURUMA EL KOYABİLİR"...
Ve iki gün önce 22 Ağustos Pazartesi günü benim uyarımdan 6 hafta sonra UEFA DURUMA EL KOYDU!! Bakın o zaman ne yazmıştım o yazıda...
"UEFA DURUMA EL KOYABİLİR
Mehmet Ali Aydınlar ne yapacak?
Herkes şu an bu soruyu soruyor... Bir yönüyle bakarsanız şu an her şey Aydınlar'ın elinde ama başka yandan da bakarsanız Aydınlar'ın şu an elinde olan tek şey federasyon başkanlığındaki KENDİ GELECEĞİ...
Çünkü, eğer Aydınlar idare-i maslahat yaparsa, halk tabiriyle eyyam yaparsa, aman herkesi tatmin edeyim, durumu idare edeyim derse çok açıkça yazıyorum UEFA DURUMA EL KOYABİLİR...
TFF ne karar verirse versin son tahlilde enternasyonal karar verici UEFA'dır... Ve şu an UEFA yetkilileri doğrudan Türk emniyet ve adliye yetkilileriyle temas içinde.

Silahını bırakıp kaçan komutan!

Şayet Ahmet Kaya'nın "Abin bir gün dağdan döner /Sarılırsın yavrucuğum" dizesiyle anlattığı çocukların dağları bekleyen göz bebeklerini aklımdan çıkarabilsem...

Şayet şehit çocuklarının boynu bükük fotoğraflarına bakmayı becerebilsem...

Şayet Kürt ve Türk analarının o kar beyaz yaşmaklarını çözüp için için ağladığını bilmesem şu "Kürt sorunu" hakkında tek kelime etmem.

Dillerim lal olsun bir kelime söylersem!

Bu kadar "netameli" konu olmaz.

Geçenlerde "PKK'nın duyulmasını istemediği sözler" (18 Ağustos 2011, Yeni Şafak) başlıklı bir yazı yazdım, öyle mailler aldım ki şaştım kaldım.