30 Temmuz 2011 Cumartesi

Terörist mi, özgürlük savaşçısı mı?

Kulağıma eğiliyor: “O düşmanını yüreğinle affedemezsin ama aklınla affedebilirsin, eğer barış diyorsan...” Peki, bu saat ne zaman çalar? İki taraf da birbirini şiddetle tüketemeyeceğini anlayınca...


EDİNBURGH
Dokuz asırlık bir şato, İskoçya’nın en eskisiymiş. “27 kral ve kraliçe gördü bu şato” diyor. Çoğu avlanmak için gelirmiş...
Akşam yemeği.
Şatonun kapısında etekli bir İskoç tarafından karşılanıyoruz, pür ciddiyet gaydasını çalıyor.
Şömine çıtır çıtır...
Ayaküstü sohbet.

Orduyu dizayn etmek!

Orduyu kim şekillendirecek? Özellikle komuta kademesini.
CHP'li yetkililerinin açıklamalarına göre, siyasetçi askerin işine burnunu sokmamalıymış... Özal Başbakanken, Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Üruğ, Askeri Şûra'dan önce, 2 Temmuz 1987'de istifa etmişti. Amacı, Kara Kuvvetleri Komutanı Necdet Öztorun'u Genelkurmay Başkanlığı'na getirmekti. Üruğ, 30 Ağustos'u bekleseydi, Necdet Öztorun Genelkurmay Başkanlığı'na yükselemeyeceği için, o tarihte Üruğ ile birlikte emekli olacaktı. Üruğ, erken istifa ile Öztorun'un yolunu açmayı arzu etti. Özal, Cumhurbaşkanı Evren ile anlaşarak, bu teşebbüsün önünü kesti. "İki Necdet operasyonu" olarak anılan olayda, Üruğ'un yanı sıra Öztorun'un da istifası sağlandı. Genelkurmay Başkanı olabilmek için kuvvet komutanlığı yapmak gerekiyordu. Necip Torumtay, 2 Temmuz 1987'de Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na, 24 Temmuz 1987'de de Genelkurmay Başkanlığı'na atandı.

Fener olmadan asla...

Süper Lig üzerine konuşuyorduk... Cavcav dedi ki:
- Fenerbahçe'siz Süper Lig olmaz... Galatasaray, Beşiktaş, Trabzonspor'suz da olmaz.

***
Sonra sohbet "şike iddialarına" geldi.
İlhan Cavcav:
Hata yapanı affedelim demiyorum... Bunu kimse bekleyemez.
Ama bir hata yapıldıysa... Cezasını hata yapan çekmeli... Kulüp değil.
Hata yapana verilecek ceza da hapis olmamalı.
Suçluysa, futbolculuk veya yöneticilik hayatını sona erdirirsin.
Hatta ömür boyu stadyumlara girmeme cezası bile verirsin.

Türkiye normalleşiyor

Yüksek Askeri Şûra'nın arifesinde Genelkurmay Başkanlığı'ndan ayrılan Işık Koşaner'i anlıyoruz.
Bir yanda "hapisteki" silah arkadaşları...
Bir yanda da "yasalar."
Tencerede "basınç" arttı, komutan "bunaldı."
Kendi açısından o da haklı.
***
"Aziz Yıldırım mahkûm olursa, 33 yıldır başkanlığını yaptığım Gençlerbirliği'ni bırakırım" diyen İlhan Cavcav'ı da anlıyoruz.
Bir yanda "hapisteki" dostları.
Bir yanda da "daha mürekkebi kurumamış" yasa.
"İki arada bir derede kalan" Cavcav da, kendi açısından haklı.
***
Asker ve futbol eksenli gelişmeler, birbirine ne kadar da benziyor.
İkisinde de "alışılmamış şeyler" oluyor.
"Ön kabuller" yıkılıyor.
***
Eskiden ne deniliyordu?
"Koskoca general... Veya... Anlı şanlı bir futbol adamı... Sıkıysa tutukla... Dokunanın eli yanar."
Ya şimdi ne oluyor?
Yasayı çiğneyen kendini yargıcın önünde buluyor.
***

Düğüm Kara Kuvvetleri’nde



 Geçen yılki YAŞ’a 14 general ve oramiral katılmıştı. 
Bu yıl ise toplantıda 9 komutan olacak.
YAŞ’ta ayrılan 4 komutanın yeri boş kalacak. Balanlı tutuklu olduğu için koltuğu boş olacak. Taşdeler’in gelip gelmeyeceği ise belirsiz...

Yüksek Askeri Şûra (YAŞ) yarın Genelkurmay’daki Çakmak salonunda toplanacak. Çakmak salonu bazı ilklere sahne olacak. Örneğin Başbakan’ın yanında ilk kez Genelkurmay Başkan Vekili oturacak. Bir diğer ilk ise YAŞ’ın 14 yerine 9 orgeneral ve oramiralle toplanacak olması.
Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner ve üç kuvvet komutanı ayrıldıkları için yerleri boş kalacak. Keza Orgeneral Bilgin Balanlı da tutuklu olduğu için Çakmak salonunda olmayacak. Eğer Ege Ordu Komutanı Orgeneral Nusret Taşdeler hakkındaki yakalama kararı kaldırılmazsa onun da Çakmak salonuna gelip gelmeyeceği toplantı gününe kadar belirsizliğini koruyacak.

Bayan spikerler!

Habercilikte tecrübe çok önemli.

Mutfakta hazırlık aşamasında da, sunumda da.

Haberi ekranda genç bir spikerin okumasının seyirci üzerinde etkisi başkadır, 40 yıllık bir habercinin sunması başkadır.

O nedenle Uğur Dündar, Mehmet Ali Birand ve Ali Kırca çok kıymetlidir.

Çünkü onların isimleri, haberciliğin en önemli ilkesi olan güvenilir olmakla iç içe geçmiştir.

Bu çok kıymetli kazanım da yıllara dayanan bir deneyim sürecinin sonunda oluşmuştur.

Asla birkaç yılda elde edilebilecek bir haslet değildir.

XXXXXXX

Azerbaycan’lı Türk çocuklarına bombalı oyuncak!

Haberi Azerbaycan milletvekili Ganire Paşayeva verdi.
Azerbaycan-Ermenistan sınırında Ermeni askerler içine patlayıcı koydukları oyuncakları Tovuz nehrine bırakarak Türk çocukların ölmesine neden oluyorlar.
Tovuz Alibeyli köyü 75 km’lik Azerbaycan-Ermenistan sınırında. Geçen günlerde bu köyden 13 yaşındaki Aygün Şahmalıyeva nehirde bulduğu bir oyuncağı evine götürdü. Aygün evine götürdüğü oyuncağın patlaması ve şarapnel yaralanması sonucu hayatını kaybetti.
Şimdi toplumsal olaylara çok duyarlı olduklarını her fırsatta söyleyen, her fırsatta gidip halay çekip barış çağrısında bulunan başta Sezen Aksu ve saz ekibi, Ajda Pekkan gibi Türkiye’nin yetiştirdiği nadir isimlerin dünya çocuklarına ilgisiz olmadıklarını biliyoruz. Bu konuyla ilgili bir şeyler duymak istiyoruz dersem yalan yazmış olmam.

Harakiri

Batı medeniyetinin dışında kalan toplumlar arasında paralellikler aramak yaygın bir alışkanlık.

Hele aralarında başarılı olan, yani kendisini Batı'ya eşit konumda bir küresel aktör olarak kabul ettirmiş olanlar varsa, bu toplumların sembolik anlamı daha da artıyor. Örneğin Türkiye için de Japonya uzun süre ideal model olarak algılanmış ve bir gün 'Japonya gibi' olma hayalleri kurulmuştu. Oysa iki ülke arasında, Batı'dan farklılık anlamında bir yakınlık kurulabilse de, Batı'yı bir kenara bıraktığınızda benzerlikler hızla azalmaktaydı.

Perdeler kalkıyor!

Batı’da mâneviyatın çığırından çıkmasına, ailenin parçalanmasına, bunalımın her kesimi kuşatmasına karşılık, diğer taraftan da olumlu bir gidişatın var olduğu, insanlık adına sevindirici.



Artık perdeler kalkıyor!
İslâm güneşinin bütün dünyayı ışıklandırmasına ve beşeri nurlandırmasına, özellikle Avrupa’ya yayılmasına mâni olan perdelerin, engellerin bir bir kalktığını görüyoruz. Bediüzzaman, tam bir asır sene önce bunun aklî delillerini, mantıkî belgelerini sunmuştu:
1- Bir kere ecnebîler, cehâlet içinde yüzüyordu.
2- Vahşî idi... Haçlı seferleri ve günümüzdeki işgalleri (Filistin, Irak, Afganistan…) vahşî Batı göstergesi...

'Yeni' değil 'Son' CHP

Generallerin toplu istifası da gösterdi ki artık "Yeni" bir Türkiye var. Eskiden darbe yapan veya muhtıra veren askerler, şimdi niyet krizi derinleştirmek de olsa, "istifa" gibi demokrasiye uyan bir araç kullanıyor.
Amaçlarına ulaşmadılar çünkü karşılarındaki sivil irade "şapkasını alıp gitmedi", dik durdu.
İşin vahim tarafı bu değişimi sivil siyasetin görmüyor olması. Özellikle de CHP'nin... CHP, kendini "yeni" diye tanımlayarak yola çıktı. Bu çabasını başından beri izleyen biri olarak, "Yeni CHP"nin Türkiye'nin sorunlarına dokunmasına, değerler üzerinden değil, olgular üzerinden siyaset yapmasına hep destek verdim.

Paşaların istifası eskiden olsaydı...

Eskiden olsa depremdi, krizdi. Hem de devlet krizi. Hasara uğramadan çıkış yolu bulmak mümkün değildi. Kriz 4 saatte aşılamazdı. Ankara'nın siyasi havası kurşun gibi ağırlaşır, darbe senaryoları, değişik müdahale biçimleri havada uçuşurdu.

Genelkurmay'ın ışıkları sabaha kadar yanar, bol yıldızlı generaller toplantı üstüne toplantı yapardı. Eskiden asker rahatsız olunca Ankara'nın bütün ayarları bozulurdu. Siyaset bu rahatsızlığı gidermenin yollarını arardı.

Necip Torumtay'ın istifa ettiği günü hatırlıyorum. Haber duyulduğunda yine bir akşamüzeriydi. Herkes 'Ankara'da ne oluyor?' diye soruyordu. 'Gece darbe olabilir' endişesiyle sabahı zor yapanlar olmuştu.

Koşaner yargılanmalıdır

Bu iş buraya kadar beyler. Sivil otoritenin; hukuktan, yurttaşlarından, sandıktan aldığı güce karşı, silahların mekanizma şıkırtılarının duyulduğu dönemi kapatmış bulunuyoruz. Bundan böyle askerin, hükümet karşısında, selam duracağı bir dönem başlamış durumda.. Yani aslında kitapta yazılı olan ne ise onun hayata geçtiği dönemin dün itibariyle resmen içindeyiz artık. Kimi 27 Nisan e-muhtırasına karşı dik duruşu milat olarak koydu kimi de Ergenekon soruşturmalarında ortaya çıkan müdahale planlarının yargılanmasını. Ama asıl dönüm noktası, sivillerin askeri otorite üzerindeki egemenliğinin tescil edildiği bu son hadisedir. Bundan böyle Genelkurmay Başkanları başta olmak üzere komuta kademesi Başbakan’ın karşısında hizaya geçecektir. Lamı cimi yok.

İftara buyur Muhterem Paşam!..

Önceleri “darbe” oluyordu, 28 Şubat’ta “postmodern darbe”...

27 Nisan’da ise “muhtıra”ya püskürtme!..

“Askeri vesayet” adım adım geriliyor; şimdilerde “giderayak emeklilik” modundalar.

“Alışkanlıklar paslı çiviler gibi”; yerinden sökülürken “gacır gucur” ediyor!..

E. Genelkurmay Başkanı ile E. Kuvvet Komutanlarının “istifa şovları”; haftanın açılış gününde göreceksiniz, piyasalar tarafından çok da ciddiye alınmayacaktır.

Aştı bunları aziz milletim, çoktaaan aştı!..

Ramazan orucu ne zaman geldi?

Müslüman dünyasında 1387 yıldır Ramazan orucu tutuluyor. Bu gece de yeni bir Ramazan orucuna kalkılacak.
Bütün Müslümanlara hayırlı olsun.
Öncelikle belirtelim ki Ramazan orucu; Müslümanlığın ilk başlarında yoktu. Ancak ve Ancak, Hz. Muhammet Medine'de yerleşik hale geldikten sonra; artık kendi din anlayışını Yahudilik'teki ve Hıristiyanlıktaki oruç ibadetlerinden ayırmak için Ramazan'ı devreye soktu. Ve İslam'ın sünni kolunda Ramazan orucu, zamanla imanın şartlarından birisi olarak kabul edildi.

HER DİNDE VAR

Yeni Türkiye'de "askeri demokrasi"ye yer yok artık...

Orduyu siyasetin dışında tutmayı başarabilen ve askerlik mesleğinin sadece törenlerdeki değil tüm alanlardaki gereklerini yerine getiren komutanların varlığı, sivil toplumun orduya duyduğu güveni ve saygıyı pekiştirir.
Örneğin birbiri ardınca gelen Genelkurmay Başkanları her fırsatta "Profesyonel askerlik gelecek, askerlik süresi kısalacak" diye açıklamalar yapıyorlarsa ve bu yeniden- yapılanma bir türlü gerçekleşmiyorsa, sivil toplum "Ordunun karar ve icra mekanizmasında aksaklık var" diye düşünmeye başlıyor.
Yeni komuta kademesinden sivil toplumun beklentileri, bu gibi noktalarda yoğunlaşıyor.

Hangi delil

31 Temmuz 2011 Pazar
Bir şeyi gözümle görsem, elimle dokunsam, kulağımla işitsem akla aykırı ise kabul etmem. Çünkü maddi delillerin üretilebileceğine ama doğru düşünebiliyorsanız kimsenin sizi aldatamayacağına inanırım.

Yazdıklarımın darbecileri savunmak amacı taşımadığını söylememe gerek yok. Bu konuda ülkemizde devlet eliyle yapılan tek operasyonun aktörlerinden biriydim ve ciddi bedeller ödedim. Ancak bugün demokrasiyi savunanlardan farklı bir bakış açım vardı. Olayın hangi güçlerin eseri olduğunu, ülkemizin dünya üzerindeki yerinin değiştirilmek istenip istenmediğini soruşturdum. Yani herhangi bir olayı değerlendirirken şüphesiz bunun kanunlara uygun olup olmadığı araştırılır ama siyasi hedefleri gözardı edilirse hem kiminle mücadele ettiğinizi bilemez hem de geleceğe yönelik tedbirler alamazsınız.

İstifaların ardındaki sis...

Cumhuriyet tarihinde ilkleri son on yılda çok yaşadığımız için birçok şeyi kanıksadık. Bu yüzden Genelkurmay Başkanı ve üç kuvvet komutanının istifası deprem yerine sarsıntı olarak nitelendirildi. Oysa dünyanın en güçlü beş ordusundan biri olan TSK’da komuta kademesinin alt-üst olması jeostrateji açısından tsunami olarak kayıtlara geçmeliydi. Başkentteki baş döndürücü trafikten sonra açıklanan istifaların benim için sürpriz olmadığını belirtmeliyim. Doğrusu üç aydır istifa beklentisi had safhaya çıkmıştı. Bunun ilk işaretini Engin Alan Paşa’nın damadı Albay Yılmaz Çetin’in cenazesinde hissetmiştim. Komuta kademesinin tam kadro olarak katıldığı cenaze esnasında Orgeneral Koşaner ve diğer kuvvet komutanlarından tutuklu aileleri ile görüşmelerinden ve Hasdal cezaevi ziyaretlerinden “Gerekirse istifa ederiz” sözleri kulislere yansımıştı. Kara, deniz, hava kuvvetleri komutanlarının görev süresi dolmuştu. Orgeneral Koşaner daha iki yılı olmasına rağmen personelin düştüğü durumun sorumluluğunu kaldırabilecek hali kalmamıştı. Kaynayan düdüklü tencerede biriken buharın patlamaması için tahliye edilmesi gerekiyordu. Bu görevi Koşaner yüklenerek tarihe geçti. Hilmi Özkök, Yaşar Büyükanıt ve İlker Başbuğ’un düştükleri durumdan kurtularak saygınlığını korudu. Kimilerine göre “Gaz alma operasyonu” olarak nitelendirilen istifaların arkasında AKP’nin zaferini arayanlar çok sevinmesin.

Ne kriz... Ne darbe... Burası yeni Türkiye

31 Temmuz 2011 Pazar

Efendim bir yanda Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner, öte yanda zaten 30 Ağustos’ta emekliye ayrılmak zorunda olan üç komutan emekliliğini istemiş.

Deniz Kuvvetleri Komutanı’yla, Hava Kuvvetleri Komutanı bir ay sonra emekliye ayrılacaklardı, görev süreleri dolmuştu çünkü. Kara Kuvvetleri Komutanı Erdal Ceylanoğlu ise yaş haddinden 30 Ağustos’ta üniformasını çıkarmak zorundaydı. Sadece Orgeneral Işık Koşaner’in görevde daha iki yılı vardı. Ergenekon ve Balyoz Davaları nedeniyle tutuklu general ve amirallerin terfi etmelerini istemiş söylentiye göre, kendisine yasa gereği tutuklu olanların terfi edemeyeceği kibarca anlatılmış, yeni yasa çıkarılamayacağı da izah edilmiş, bunun üzerine de Koşaner emekli olmak istediğini söylemiş. Hepsi bu!

Demokrasinin günü

31 Temmuz 2011 Pazar

Genelkurmay Başkanı ve arkadaşlarının emeklilik yoluyla istifa etmeleri siyasal sistemimiz için deprem değilse de hissedilir bir sarsıntı önemine sahiptir.

Zira, bugüne kadar sivillerle asker arasında bu çapta bir kopuş yaşanmamıştır. Ancak, “deprem” etkisinden daha önemli olan, siyasal sistemimizin bu olayın üstesinden kolaylıkla gelebilmiş olmasıdır. TSK’nın komutansız kalması düşünülemezdi. Birkaç dakika içinde atama yapılarak sarsıntı durdurulmuştur.

BASINDAN SEÇMELER

Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları’nın istifalarına medyanın ilk tepkisi:Hükümet orduya

BASINDAN SEÇMELER

Yüzde 50 ile iktidarını pekiştiren AKP uzun süredir Silahlı Kuvvetler’i kendi dilediği gibi dizayn etmeyi düşünüyor ve bunu planlıyordu. O halde generallerin de, bugünkü konjonktürde direnecek güçleri olmadığını da hesap edersek, hükümete bu yolu açması gerekiyordu.
Görünen o ki, hükümet Yüksek Askeri Şûra’ya iki gün kala düğmeye bastı ve Silahlı Kuvvetler’in tüm komuta kademesinin kenara çekilmesini sağladı.
Dün akşam üzeri yaşadığımız istifalar, Türkiye’de 30 yıl öncesine kadar alışılmış olan “Ordu yönetime el koydu” anlayışının tam tersidir. Yani bu kez hükümet orduya el koymuş durumda.
Hükümet bundan sonra Silahlı Kuvvetler’i yeniden oluşturma yönünde kesin güç kazanmıştır. Muhtemelen başta “or” rütbesinde olmak üzere bir dizi istifa daha olabilir. Hatta istifa etmemiş çok az general de kalabilir. Ama bu, iktidarın hızını kesmek bir yana, işini kolaylaştıracaktır.
İktidar bu operasyonu uzun süredir planlıyordu. “Darbe paranoyası” üzerine kurulan siyasetle “Bu ordunun en temel işi darbe yapmaktır” fikri halkın kafasına adeta nakşedildi.
Ardından PKK terörü ve sürekli şehit verilmesi bahane edilerek “Silahlı Kuvvetler’in çapsız ve beceriksiz olduğu gibi darbe yapmak uğruna teröristlerle işbirliğinden bile çekinmeyeceği hatta kendi askerinin öldürülmesine göz yumduğu” görüşü de yaygınlaştırıldı. Böylelikle halkın önemli bir bölümü kendi ordusuna karşı kuşku duyar hale
getirildi.
Çeşitli davalarla “Orgeneralleri bile hapse atan, dokunulmazlara dokunan iktidar” imajı da yaratıldı.
Dünkü istifalarla (bana göre görevden almalarla) operasyonun sonuna gelindi. İktidar, her şeye rağmen endişe duyduğu, çalışmak istemediği, ülke güvenliğini teslim etmek istemediği tüm üst kadroyu bir hamlede tasfiye etmiş oldu.
Bundan sonrasında artık sürpriz yoktur. İktidara yakın olan görüşteki subaylar, hangi rütbede olurlarsa olsunlar istenilen makamlara getirileceklerdir. Türk Ordusu belli ki baştan aşağı yenilenecektir.
Avrupa Birliği bu gelişmeleri “demokrasi” olarak niteliyor. Bilemem artık.
Can Ataklı / Vatan







TSK’nın yeniden dizaynı

Çok şükür!

31 Temmuz 2011 Pazar
Evet, çok şükür ki bu memleketde de generaller nihâyet politikaya burunlarını sokmamaları gerekdiğini anladılar!

Gerçi tam olarak anladıklarından emin değilim ama şimdi şımarık hırçın çocuk edâsıyla yapdıklarını bir gün nasıl olsa sindirirler. Önemli olan karşılarına artık hadlerini bilmeleri gerekdiğini kesin bir dille söyleyebilen bir siyâsî irâdenin dikilmiş bulunması.

Bu bakımdan onlara bunu anlatan hükûmeti bir yurddaş olarak var gücümle destekliyorum. Kim ne derse desin umurumda bile değil: Ben bu konuda tam bir YANDAŞım!

Zâten TSK’nın köklü bir reforma, tepeden tırnağa bir yeniden yapılanmaya gitmesi gerekdiğini de 1981’den beri yazıp duruyorum. Belki yirmi kere yazmışımdır. Sâdece bu sütunda dört kere yazdım sanıyorum. Daha geçen hafta “Bu ordu muhârebe edemez!” cümlesiyle başlayan bir metin yayınladım.

Kriz değil, büyük fırsat

31 Temmuz 2011 Pazar

Değişime ayak uyduramayan, hatta değişimi kendisine saldırı olarak algılayan en önemli kurum Silahlı Kuvvetler yönetimi oldu. Çünkü Türkiye’nin değişimi biraz da Ordu’nun siyasetten ve hayatın hemen her alanından el çektirilmesi anlamına geliyor. 27 Mayıs’tan sonra Ordu eğitimden ekonomiye her alana el atmıştı. Darbenin ardından kendileri için fabrikalar bile kurdurdular. Ülkenin dört bir tarafında inşa edilen Orduevleri ise askeri ayrıcalıkların simgesi haline geldi. 5 yıldızlı otel standardında kurulan otel, lokanta ve marketlerde fiyatlar sokaktaki adamın dudaklarını uçuklatacak kadar ucuzdu. Diğer memurlar ile kıyaslanamayacak maaşlar ve daha nice ayrıcalık elbette gökten yağan kaynaklarla değil, bu ülkenin vergileriyle karşılanıyordu. Medya üzerinde kurulan baskı sayesinde seçilmiş ve atanmış siviller kıyasıya eleştirilirken Ordu eleştirilerden muaf tutuldu. Örneğin başbakanların makam araçları bile israf haberlerine konu olurken, kuvvet komutanlarına tahsis edilen uçak ve helikopterleri yazmaya hiç kimseler cesaret edemedi.

Kuzgun tıka basa doydu

Ya devlet başa, ya kuzgun leşe kafasında olanlar, kuzgunları mide fesadına uğrattılar...
Belki hatırlarsınız, İlker Başbuğ bir basın toplantısı yapmış, "savcı şu şu şu konuları soruştursun, bu bu bu konuları araştırmasın" demişti de, toplantıya katılan ve havalarından geçilmeyen hiçbir gazeteci arkadaş ağzını açıp da "paşam, bu sözünüz sivil yargıya müdahale sayılmaz mı" diyememişti...
Bendeniz "paşam, bir an önce emekliliğinizi isteyin" yazmıştım.
Paşa kendisi gitmedi, gönderilmeyi tercih etti. Bu bir yoldur. Emekli "olmak" değil "edilmek" suretiyle...
Şimdi başkaları kendileri gittiler. Bu da bir yoldur, Aynı yere çıkar. Kimse de arkalarından ağlamaz, bir iki postal yalayıcı dışında.

Cevap ve düzeltme metni

31 Temmuz 2011 Pazar
T.C. ANKARA 11. SULH CEZA MAHKEMESİ TÜRK MİLLETİ ADINA

Değişik İş No: 2011-676

17 Mayıs 2011 tarihli Star Gazetesi’nin 17. sayfasında Mehmet Altan tarafından “OYAK’laşmak” başlığı altında yayımlanan köşe yazısı, yazarı tarafından herhangi bir araştırmaya dayanmayan, adeta toplama bir şekilde alt alta getirilmiş ifadelerden oluşan, kamuoyunun yanılmasına yol açabilecek bir yazıdır. Şöyle ki;

Bir başka gazeteden alındığı belirtilen haberde iddia edildiğinin aksine, OYAK Grubu şirketi olan Erdemir AŞ, herhangi “bir araziyi ele geçirmemiştir”; özelleştirme çerçevesinde kullandığı arazinin mülkiyeti konusunda ortaya çıkan hukukî uyuşmazlıkta, kendisinden talep edilen ecrimisil (kira) bedelini Hazine’ye ödemiş ve daha sonra hakkını aramak için Devletin mahkemesine başvurmuştur.

Aynı şekilde “OYAK Bank AŞ” kastedilerek yazıya alınmış olan “Dünyada bir Guatem ordusunun bir de Türk ordusunun bankası var” ifadeleri de gerçeği yansıtmayan, mesnetsiz ifadelerdir. Zira OYAK Bank AŞ, OYAK ile ING Bank NV arasında imzalanan Hisse Satım Anlaşması gereğince 24 Aralık 2007 tarihinde ING Bank NV’ye satılarak devredilmiş ve bankanın adı da ING Bank AŞ olarak değiştirilmiştir.

BDP özerkliğe mi, köleliğe mi bayrak açıyor?

Erdoğan: “Türklük alt kimliklerden biridir... ’Türkiye Türklerindir’demek yanlıştır” demişti. “Açılım” ın gelip dayandığı nokta “özerklik ilânı” oldu!
Masum görünen “anadilde eğitim” isteği ile başlamıştı açılım. “Habur gösterisi” ile cesaret buldular. Şimdi emperyalistlerin çizdiği haritadaki Kürdistan’ı istiyorlar!
Türk Devleti’nin bütünlüğünü hedef alan bu başkaldırı, masum bir siyasî girişim değil; PKK’nin, BDP’nin ve DTK’nin doğrudan ülkeyi bölme niyetinin ifadesi!
Acı olan da, çıkar medyasının beyinsiz, gafil ve yandaş kalemlerinin neredeyse bu ilan ve istekleri demokratik gösterme yarışı! Norveç katiline, esrarkeş Amy’e ayırdığı yeri şehitlere ayırmıyorlar... Şimdi özerk model araştırması yapan Kandil kalemşörleri, dümen suyunda ve elbette tarih onlara vebalini ödetecektir!
Aslında Türkiye, Irak, İran ve Suriye’de dağılmış olan Kürtler açısından tarih yine tekerrür ediyor!

'Yeni Türkiye' hepimize hayırlı olsun!

İşin serencamı değil neticesi önemli. İnsanlar fani, makamlar geçici. Herkesin bir yeri ve görevi var. Kimse vazgeçilmez değil. Genelkurmay Başkanı ve üç kuvvet komutanının istifaları Türkiye'ye ne getirecek? Türkiye'nin istikrar içinde yoluna devam etmesine, Kürt sorununun çözümüne ne katkıda bulunacak?

Birinci Cihan Harbi'nde ve Kurtuluş Savaşı'nda yarbaylar ve albaylar koca orduları yönettiler ve zaferler kazandılar. Bunlardan biri de Mustafa Kemal'di. Türkiye, savaşta değil. Ordumuz her yıl kadrosuzluk nedeniyle çok iyi yetişmiş komutanları emekliye ayırıyor. Üstelik mevcut kadrolar da son sınırına kadar kullanılıyor.

Altın fiyatlarını neler etkiler?

 31 Temmuz 2011, Pazar

Faizin, altın fiyatına etkisi var mı?
Son dönemde altın fiyatlarındaki artışın nedenlerini genelde risk ve belirsizlik olarak tanımlasak da, detaylarına bakmak gerekir. Hükümetlerin alacağı ekonomik tedbirlerin başarılı olması ve uygulanan sıkı para politikaları, bireylerin ulusal paraya olan güvenlerini artıracak, ulusal paranın değer kazanmasıyla birlikte faiz oranlarının düşmesine neden olacaktır. Böylelikle faiz, parasının değerini korumak ve artırmak isteyen yatırımcı için cazibesini kaybedecektir. Böyle bir ortamda altın, yatırımcının karşısına bir alternatif olarak çıkar. Altın değerini her zaman koruyan ve her yerde geçerli bir yatırım aracıdır.

Enflasyonun etkisi nedir?
Enflasyon ortamında bir ekonomide ulusal paranın değeri düşeceğinden, alternatif yatırım araçlarına talep artar. Enflasyon beklentisi içinde olan bir ekonomide vatandaşlar varlıklarının değerini korumak için faiz, altın, gayrimenkul gibi yatırım araçlarına yöneleceklerdir. Altına olan talep, altın fiyatlarını da yükseltecektir. Enflasyon ortamında vatandaş alım gücünün azalmasına paralel olarak elindeki mevcut altınları satarak paraya çevirmek yoluna giderse bu durum altın fiyatlarını düşürücü bir etki yaratır.

Döviz de etkili oluyor mu?

Orduevi baskısı

31 Temmuz 2011 Pazar
Bu da mahalle baskısı gibi bir şey aslında. Mahallenin kuralına uymazsan orada yaşaman zorlaşır, orduevi kuralına uymazsan, oraya adım atman imkansız hale gelir.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin en yüksek makamına erişmiş bir general, öyle bir tepkiyle karşılaşacak ki, orduevlerine adım atmaktan imtina edecek.

Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök bu nedenle mi kendini İzmir’e attı, bilemiyorum...

Görünen o ki, emekliliği tercih eden generallerde bu orduevi baskısı ağır bastı.

Cezaevindeki generallerden gelen mesajların bu yönde olduğu anlaşılıyor; “Ya bir şey yapın ya da istifa edin.”

Arada eşler, onların yıllar boyunca oluşturduğu bir dostluklar ağı var.

Nihayet bir “Işık”

Umduğum, beklediğim oldu: Genel Kurmay Başkanı Işık Koşaner, Hava Kuvvetleri Komutanı Hasan Aksay, Kara Kuvvetleri Komutanı Erdal Ceylanoğlu, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Uğur Yiğit, görevlerinden topluca istifa ettiler...
Kimse yanlış değerlendirmeye kalkmasın: TSK bu istifalarla sarsılmadı; kendine geldi!.. Adi suçlular gibi tutuklanan, haklarında yakalama emri çıkarılan silah arkadaşlarına sahip çıktı. Ve iktidara haddini bildirdi... Böylelikle de, AKP iktidarına alanın boş olmadığını, TSK’nin çetin ceviz olduğunu hatırlattı...

Orduda ‘büyük dizayn’

Her şey Başbakan Recep T. Erdoğan’ın kontrolünde gelişiyor.
En son son “mim”i 29 Ekim resepsiyonunda koymuştu R. T. Erdoğan.
Demek ki, Erdoğan, hiçbir taviz vermeyerek, görüşlerinden vazgeçmeyerek ve Koşaner’in tekliflerini sürekli geri çevirerek istemediği komutanları istifaya zorladı. Darbe yapmayacaklarına göre komutanlara istifadan başka yol kalmıyor.
En tutarlı davranış istifa!

Nihat yaktı geçti

31 Temmuz 2011 Pazar


Bu Nihat Odabaşı, yine konuşturmuş yeteneğini. Allah ne göz vermiş, ne his vermiş, ne yetenek vermiş. Kem gözlerden korusun Allah. Geçen hafta yeni çektiği iki klip yayınlandı. Birincisi Ajda Pekkan 'Yakar Geçerim' diğeri Gülşen 'Sözde Ayrılık' geçtim bilgisayarın karşısına hayranlıkla üst üste defalarca izledim. Dedim ya ayrı bir yetenek bu Nihat Odabaşı. Sürekli aynı şeyi yazıyorum kendimi eski sınıfına koyuyorum ama Nihat'ı da yıllar önceden tanıyorum. Mesleğe erken yaşta başlamanın faydası.
Nihat ile birbirimizi çok sever miyiz , iyi anlaşır mıyız, yakın mıyız yıllar içinde bunu hiç anlamadım. İkimiz de şahsımıza münhasırız. Sevgi sözde değil yürekte saklı misali diyelim! Hiç gösteremedik bu duyguları birbirimize. Ben onu çok yetenekli bulurum, biraz deli bulurum yalan söylemeyeyim fazla deli bulurum, biraz kaprisli bulurum, biraz star ruhlu bulurum. Zaten onu o yapan unsurların başında saydıklarım geliyor. Kendi markası adına yaptığı tüm çalışmalar onu diğer meslektaşlarından farklılaştırdı zaten bu saydıklarım. Kendini başka konumlandırdı. Dikkat çekti, öne geçti...
Ve ben onun bu gidişatını zevkle izlerken Ajda Pekkan ile işbirliği yaptı. Yine kendilerinden çok kadar konuşturacaklar... Bu bolluk çağında fazla fazla rakibin olduğu müzik sektöründe her ikisi de açık ara ile aradan sıyrılacaklar..

29 Temmuz 2011 Cuma

Güle güle

"Güçlü ordu güçlü millet" diyorlar. Doğrudur. Ama bir şartla: Ordu kayıtsız-şartsız milletin ve dolayısıyla millet tarafından seçilmiş idarecilerin emrinde olacak!

Sivil otoriteye itaat etmekte zorlanan Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner ve kuvvet komutanları emekliliklerini istemekle çok iyi ettiler.

Artık yeni Türkiye'nin yeni ordusunu görmek istiyoruz. Askeri vesayet düzenini geride bırakan yeni Türkiye ile uyumlu komutanlar görmek istiyoruz.

Beşiktaş camiası bilmek istiyor

30 Temmuz 2011 Cumartesi
Beşiktaş camiası vicdanen rahat değil. Çünkü Serdal Adalı, Tayfur Havutçu ve Ahmet Ateş’in tutukluluk hallerinin devamını anlamakta zorlanıyor. Çünkü bugüne kadar basına yansıyanlar hiç ama hiç tatmin edici, açıklayıcı, fikir verici değil. Beşiktaş kulübü sadece bu üç ad ve tek bir maç nedeniyle soruşturma kapsamında. Onlara bağlanan bir menajer ve iki futbolcu var bir de.

Google siyasetçileri

30 Temmuz 2011 Cumartesi
Hadi daha anlaşılır olması için şıklarla saymaya başlayalım:
A) Yanlış anlaşılıyorlar.

B) Zamansız açıklama yapıyorlar.

C) Sorular çalışmadıkları yerlerden çıkıyor.

D) Ağızlarından çıkanı henüz kulakları duymuyor, kulakları duyduğunda ise ne konuştuklarını kendileri de anlamıyor.

Bizans oyunları

30 Temmuz 2011 Cumartesi

Dünden beri aynı şeyi düşünüyorum. 'Neden' diye soruyorum kendi kendime, 'neden Türkiye'de soru sormanın altında hep kişisel sebepler aranıyor? Neden şahsi mesele değil, duruşlar üzerinden tartışma yapılabileceği bir türlü anlaşılmak istenmiyor?'
- - -
Bir yazarın 180 derece tersine dönen duruşu, başka yazarların dikkatini çekmeli. Onlara 'ne oluyor?' diye sordurtmalı. Bu soru değişen yazar ile kişisel bir hesap görmek olarak algılanmamalı. Hilal Kaplan ve ben tam da bunu yaptık geçtiğimiz günlerde. Ece Temelkuran'ın dönüşümünü sorguladık.
- - -

Terörle mücadelede polis

Esas itibariyle terörle mücadele İçişleri Bakanlığının görevidir. Bunu yerleşim bölgelerinde polis, kırsal alanda da jandarma vasıtasıyla yerine getirir. Ancak Türkiye’deki terör hadisesinin boyutu geniş, yapıldığı alan çok büyük, arazi şartları zorlu, bağlantıları uluslararası olduğundan ve ilgi sahası da sınır ötesine taşarak komşu ülkeleri de kapsadığından TSK, bu mücadeleye destek vermekte, yardımcı olmaktadır. Mevcut uygulama itibariyle kırsal alandaki mücadele, sorumluluk TSK’da olmak üzere, diğer güvenlik güçleriyle birlikte yürütülmektedir.

Antep Ağası Necdet Sevinç

30 Temmuz 2011 Cumartesi
Babamı, 1952 yılında, Gaziantep’e tayin etmişlerdi. Lisenin 2. sınıfını orada okumuştum. 1944 doğumlu Necdet Sevinç de, o yıllarda, Gaziantep ilkokullarının herhalde birinci sınıfında olmalıydı.
1953 yılında, tayinimiz Malatya’ya çıktı. 1960 yılında, Ankara Hukuk Fakültesinden mezun oldum.
Necdet Sevinç’in de 1960 yılında lisedeki kaydını sildiler. Sebep, eğitim sistemimizin ve bazı aydınlarımızın yüz karasıdır: Felsefe öğretmenleri ateist bir adamdı.

ABD'de neler olabilir?

30 Temmuz 2011 Cumartesi
Bugün dünyada genel kabul gören iki adet görüş var.
Birincisi, AB içindeki, başta Yunanistan olmak üzere bütçe ve borç sorunlu ülkeler için yapılan son kurtarma operasyonu da ancak en fazla altı ay ömürlü olur. Bu nedenle tedbirli olmak gerekir! Biz buna katılıyoruz.
İkincisi, ABD 2 Ağustos tarihine kadar ülkenin kamu borcu limitinin yükseltilmesi konusunda uzlaşmadığı takdirde dünya ekonomisinde risk ciddi şekilde artar. Buna da katılmamak elde değil.

Norveç’teki terör

30 Temmuz 2011 Cumartesi
Norveç’te Breivik adlı bir kişinin geçekleştirdiği eylemle ilgili yorumları okurken kendimi elleri üzerinde yürüyen bir insana benzettim. Olayları ters yorumluyor ve onların vardığı sonuçlardan hiçbirini paylaşmıyordum. Çünkü metotlarımız farklıydı ve herkesin değerlendirmede kullandığı metot benimkiyle uyuşmuyordu.

Millete vekil olamayanlara duyurulur!

BDP bir kez daha saçmalıyor!
Diyor ki;
'Demokratik özerliğin kapsamı altındaki illerde devlete vergi vermeyeceğiz.'
Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırları içindeki bazı illerin özerklik kapsamına sokulması yetkisini bunlara kim vermişse?
Böylesi durumlar için halk arasında güzel bir deyim vardır, 'çalmadan oynamak' diye.
Neyse kendi kendine gelin güvey olmayı vazife edinmiş terör yandaşı BDP'liler saçmalamaya devam ediyorlar;
'Bırakın vergi vermemeyi, devletten de yardım almaya devam edeceğiz.'
Olur!

İki komutan iki portre

Bir birikimin ürünü olsa da her şeyin birkaç gün içinde olgunlaştığını söyleyebiliriz. Genelkurmay Başkanı Org. Işık Koşaner'le birlikte, Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Erdal Ceylanoğlu, Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Hasan Aksay ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Ora. Eşref Uğur Yiğit'in, "emeklilik kararı" almasının Ankara'da ilk anda "sürpriz" karşılandığını da belirtebiliriz. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın daha bir gün önce Bakü'den dönüş yolunda verdiği sinyal, "Sorun beklemiyorum" yönündeydi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ise dünkü programının cuma namazı bölümünü özellikle basına duyurarak, kamuoyuna açıklama yapma niyetini belli etmişti. Nitekim kısa açıklaması netti: "Gözü kapalı imza atmamız beklenemez!"

Vatandaş, Rumca konuş!

Kötü oynanmış, kötü çekilmiş o dandik televizyon dizilerinin, ihraç edebiliyorsanız tabii, "halkları birbirine tanıtma ve yakınlaşmayı sağlama" gibi bir yararı da var.
Televizyon dizisi, yani kötü sinema, aslında eğitim görevi yapıyor.
Amaç elbette para kazanmak, "Maarif Vekaleti'nden rol çalmak" değil ama, bu arada birşeyler de öğretiyor insanlara...

Kürtlere model

30 Temmuz 2011 Cumartesi
BM'ye üye 193 ülke var. 193 ülkenin belki de 93'ünün ya kendi içinde ya da komşuları ile sorunları var. Kendi içinde deyince de doğal olarak etnik, dinsel, mezhepsel, hatta aşiretsel sorunlara işaret etmek istiyorum.

PKK terörü de bitecek, askerî vesayet de!

Televizyonlar, dünkü “öğle haberleri”ne şöyle bir giriş cümlesi ile başlıyorlardı: “Ankara’nın gündeminde terörle mücadele ve YAŞ zirvesi, İstanbul’un gündeminde ise Hrant Dink dâvâsı vardı.”
Gerçekten de, özellikle “terörle mücadele” konusunda, yeni bir sürece girildi... Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Tayyip Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı Org. Işık Koşaner arasında 2 gündür devam eden görüşmeler de gösterdi ki; bundan böyle, terörle mücadele “amatör askerler”le değil, “profesyonel askerler”le ve “Özel Harekât Timi” tarafından yürütülecek.
Başbakan Erdoğan öyle dedi ya;

Utanmaz adam

Pazartesi akşamı Samanyolu Haber Televizyonu'ndan "PKK terörü ve önleme çareleri" konulu bir tartışma programına davet edildim.
Zamanım elverdiği ölçüde bu türden tartışma programlarına katılmayı ve bir şeyler önermeye çabalamayı önemsiyorum.
Aynı programda bir de emekli generalin olduğunu söylediler. Samanyolu Haber çağırdığına göre, aklı başında biridir diye düşündüğüm için itiraz etmedim. Zaten şimdiye dek, çok sayıda emekli askerle birlikte tartışma programlarına katılmış ve çoğu kez, ortak noktalara ulaşmıştık. Farklı bazı "tipler"(!) olduğunu ve Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın romanlarında sık sık rastlanan "bohçacı kadınlar" gibi, televizyon kanalları arasında dolaştıklarını duyuyordum. Ama bana hiç rastlamamıştı. Benim "üslup" ve "yaklaşımlarımı" bilen TV kanallarının bu konuda özenli olduklarını düşünüyordum. Ama en saygısız, terbiyesiz ve utanma yoksunu adam bana denk düşmüş. Nereden bilebilirdim ki?..

Profesyonelleşiyoruz

Başbakan Erdoğan, Azerbaycan'dan dönüş yolunda, gazetecilere, profesyonel bir kuvvetin oluşturulacağı bilgisini verdi. Böylece, deneyimsiz gençlerin peş peşe gelen cenazeleriyle ülkemiz büyük acılar yaşamayacak.
Geçmişte hem Jitem hem de Özel Harekât polisleri, biraz fazla başlarına buyruk kalmıştı. Ama o günkü hatalara bakarak, mutlaka bugün de aynı şeyler olacaktır diyemeyiz. Dikkatli bir denetim sayesinde, mazide yaşananların tekerrür etmeyeceği umudunu taşıyorum.
Türkiye, 1990'lı yıllardan çok farklı bir durumda. Ne siyasi iktidar Özel Harekâtçı polislerin geçmişteki gibi davranmasına izin verir, ne de sivil toplum örgütleri olumsuz gelişmelere göz yumar.

Genelkurmay'dan çelişkili açıklama

13 şehit verilen olayda, Genelkurmay Başkanlığı çelişkili bir açıklama yaptı. Yayınlanan raporun başlangıç bölümünde şöyle deniliyor: "...Talebin alınması ile helikopterlerin çatışma bölgesinde bulunması arasındaki sürenin, UYGULAMA STANDARTLARINA UYGUN olduğu tespit edilmiştir."
Aynı raporun, 12. maddesinin b fıkrasında ise bir tereddüt dile getiriliyor: "Helikopterlerin zamanında hazır olup olmadığı, insansız hava araçlarının zamanında bölgeye ulaşıp ulaşmadığı gibi konularda tereddütler oluşmuş, bu konuların açıklığa kavuşturulması amacıyla konu yargıya intikal ettirilmiştir."

Asker-sivil ilişkileri ve toplu istifa

Doğrusu, komuta kademesinin topyekûn istifası benim için büyük sürpriz oldu. Gerginlik bekliyordum ama işin bu raddeye varacağını düşünememiştim. Tabii ki bir birikim söz konusu.
Şu anda cezaevinde 423 asker tutuklu olarak yargılanıyor. 173'ü muvazzaf, 250'si emekli. 173 muvazzafın 43'ü general ve amiral; 250 emekli askerin içinde de, 76 general ve amiral var. (Rakamları, Vatan'dan Murat Çelik'in sütunundan aldım.)

Gölge etmeyin başka ihsan istemiyoruz

4 general değil, diğerleri de istifa etsin.. % 50’ye kadar yolu var..

Bu eğer orduda yaşanan çarpıklıklar karşısında sorumluluk duygusu ile verilmiş bir kararsa, bravo.. Bu şahsiyetli bir tutum.

Bu kadar şey olurken bilmiyorsanız, orada ne işiniz var? Biliyor ve hiçbir şey yokmuş gibi orada oturuyorsanız, bu da çok saygın bir durum değil.

Tek başına JİTEM konusu bile emekliliklerini istemek için yeter de artar bile..

Kalemini kırıp 28 yıllık mesleğine veda eden gazetecinin sessiz isyanı: Noktayı koyuyorum.

Yazılarıma son veriyor ve mesleğe başladığım Hürriyet gazetesi ile 28 yıllık beraberliği noktalıyorum.
Karar tamamen bana ait.
1971 ve 80 darbeleri sonrası Bab-ı Ali’ye savrulan gençler kuşağından bir gazeteci olarak, tamamen tesadüfen başlayan gazetecilik hayatımın başında, bu mesleği bu kadar sevebileceğimi hiç tahmin etmemiştim. (...) Gazeteciliği ve bana dünyayı avuçlarımın içinde hissettiren Hürriyet Dış Haberciliği’ni, birlikte çalıştığım arkadaşlarımı, yöneticilerimi çok sevdim.
Evet 28 yıllık beraberliği noktalıyorum. Karar ani olmadı ve başka herhangi bir yere de gitmiyorum.
Hevesim kaçtı. Bir yıldan beri üzerinde düşündüğüm, hazırlık yaptığım ve olgunlaştırdığım bir karar.
(...) 16 Nisan tarihli La Repubblica Gazetesi’nde Trinidad’lı yazar, Nobel ödülü sahibi Naipul ile yapılan bir söyleşiyi vardı.

Nerede o eski tatlı kavunlar ve karpuzlar?

Eskiden askerlerle siyasetçiler anlaşamayınca muhtıra verilir ve siyasetçiler istifa ederdi... Şimdi tersi oluyor.
Değişime alışmak kolay değil. Neyin doğru neyin yanlış olduğuna alışkanlıklara dayalı olarak karar veremeyiz. Ama kesin olan bir şey var.
Sivilleşme ve demokratikleşme bugünün dünden farkını oluşturan olgular arasında.
Gerçi Özal döneminde önce Necdet Öztorun zorunlu emekli olmuştu, sonra da Necip Torumtay, hükümetle anlaşamayınca istifa etmişti.
Yani genelkurmay başkanları istifa da ederdi eskiden. Ama bugün her alanda dünden çok farklı.
İsterseniz yine alışılmış söylemlerle bakalım yeni dünyaya.

Hayırlı oldu!

Genelkurmay Başkanı ile üç kuvvet komutanının hep birlikte emekliliklerini istemeleri ne anlama geliyor? İşte birkaç nokta:
1) Askerler, devlet düzeninin sivilleşmesine karşıydılar. Vesayet Rejimi devam etsin, devlet iktidarı ikili yapısını sürdürsün istiyorlardı. Bunu gerçekleştiremeyince gittiler.
2) "Kurumsal" olarak, başlarına buyruk davranma hevesindeydiler. Örneğin Silvan Saldırısı hakkında rapor hazırlanmak hiç hoşlarına gitmedi. İnternet Andıcı davası ve terörle mücadelede Emniyet'in öne çıkmasıyla birlikte bardak taştı: Alt kademelerin gözünde prestijlerini yitirdiler.

Kurt gazeteci

30Temmuz 2011 Cumartesi
Niteleme bana ait değil. Bir internet sitesine ait...

Peki, “kurt gazeteci” kim?

Kim olacak? Mehmet Tezkan...

Tezkan’ın “kurtluk” başarısını bilmiyorum. Meslekte kuş kondurup kondurmadığını da bilmiyorum. “Liyakati” ve “değeri” konusunda da bir malumatım yok. Tanıyanlara sorum, “Eh işte... İyi bir yazı işleri elemanıdır. Her eve lazımdır. Böylelerinden çok var Babıali’de” dediler.

Doğrudur.

Generallerin istifası bir planın parçası mı?

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner başta olmak üzere Kara, Hava ve Deniz kuvvet komutanlarının toplu istifasına şaşırdım ama şoke de olmadım. Çünkü TSK tarihinde ilk kez de olsa böyle bir istifa olasılığı bekleniyordu.
Bu da nereden çıktı demeyin. Çok değil iki ay önce yazıldı:
"Işık Koşaner seçimden sonra istifa edecek..."
Bunu seçimden önce, 8 Haziran 2011'de Taraf Gazetesi yazarı Emre Uslu yazdı.

Muhtıra veremediler istifalarını verdiler!

30 Temmuz 2011
Cumartesi Başta Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner olmak üzere kuvvet komutanlarının istifasını kimi medya deprem diye verirse, şaşırmayın.
Ayrıca da inanmayın.

Bu sistem açısından ne kriz, ne de depremdir.

Türkiye demokrasi tarihinde bir dönüm noktasıdır ve sivil iradenin askerin dayatmasına karşı koyması açısından eşi görülmemiş bir öneme sahiptir.

Biraz 1971’de Ecevit ve Demirel’in işbirliği yapıp Faruk Gürler’in cumhurbaşkanlığı yolunu kesmesine benzetilebilir ama ancak benzetilebilir.

Sağlık Bakanlığı'nın Bonuslarıyız

22/07/2011
Kurulan bu düzen ne tıp etiğiyle, ne hasta haklarıyla ne de dürüstlükle bağdaşıyor. Hem hastalar hem de doktorlar bu sistemi suiistimal etmek için her tür patikayı anayola çeviriyor. Anlayacağınız hepimiz birer bonus puanı olmuşuz, haberimiz yok. Ama hayat sütliman, memlekete medeniyet geldi. Allah sıhhat versin, ne diyelim.
Sağlık dünyasında kurulan bu düzen ne tıp etiğiyle, ne hasta haklarıyla ne de dürüstlükle bağdaşıyor

* AK Parti'nin seçim başarısının ardındaki en önemli sebeplerinden biri sağlık politikalarıydı. Örneğin özel hastanelerin büyük bölümünün SGK ile anlaşması sonucunda 'Bedavaya tedavi oldum, işte icraat, işte hükümet' fikri sandıkta çok etkili olmuştu.

* T.C. tarihinde en uzun bakanlık yapan Sağlık Bakanı Recep Akdağ gerçekten vatandaşın hayatını kolaylaştıran bir yığın önemli iş yaptı ama bu işlerin bir kısmının dışarıdan bakıldığında görünmeyen yan etkileri vardı. Örneklerle anlatayım:

* SGK ile anlaşmalı bir özel hastanenin dahiliye bölümüne karın ağrısı şikayetiyle başvuruyorsunuz. Dahiliye mütehassısı size elini bile sürmeden önündeki istek formuna tüm batın ultrasonu, dört damar Doppler ve kan tahlili yazıyor. Bol keseden, oh.

Başbakan'a niye S&P cevap veriyor?

"Ah bir kriz çıksa" diye ortalığı bulandıranlara çok net cevap verelim. Türkiye ekonomisinde kısa vadede bir kriz ihtimali yok. Çünkü kamu maliyesinde bir sorun yok. Bu yılın ilk altı ayında bütçe fazla verdi. Devlet borçlarının milli gelire oranı düşük.
Avrupa'da devlet borçlarının milli gelire oranı yüzde 80'de seyrederken Türkiye'de bu oran yüzde 40'larda bulunuyor. Dolayısıyla dış ve iç şoklara karşı devlet dayanıklı.
"Tüketim çok arttı, ekonomi ısındı" diyerek, insanlarda kriz beklentisi yaratmaya çalışanlara da açıkça söyleyelim. Hane halkı borç seviyesi, Türkiye'de diğer ülkelere göre oldukça düşük. ABD'de hane halkı borçlarının milli gelire oranı yüzde 107, Türkiye'de ise yüzde 17. Kısacası, aile borçlarımızda daha gidecek çok yol var.

'Demokratik özerklik' ne kadar demokratik?

Her konuda olmasa da, Kürt ulusalcı hareketini genel olarak başarılı buluyorum. İşte bir örnek: Siyasette kendi terminolojini rakibine kabul ettirmek önemlidir. Bunu başaran taraf, ideolojik açıdan hegemonya kurar.
Yaşı yetenler bilir: 1970'lerde Sol'un, 1980'lerde sonra ise Turgut Özal'ın ortaya attığı terimler öne çıkmıştı. Karşı olanlar dahi, o kavramları cümle içinde kullanarak muhalefet ediyordu Sol'a ve Turgut Özal liberalizmine. İşte bu açıdan Kürt ulusalcıları (yani Abdullah Öcalan, PKK, BDP ve diğerleri) hiç de fena değiller.
Örneğin "demokratik özerklik" diye bir yönetim modeli attılar ortaya. Karşı olanlar dahi önce bu kavramı kullanıyor, yani "demokratik özerklik" diyor, sonra eleştiriye geçiyor.
İşin eğlenceli tarafı şu: Demokratik özerkliğin ne olduğunu Kürt ulusalcıları tam olarak bilmezken... Eleştirenler de bu bilinmeyen şeye, ancak kırık dökük ipuçlarından hareketle ve sezgilerini kullanarak karşı çıkıyor.
***

Kürtlere karşı Ankara-Tahran mı?

29 Temmuz 2011 Cuma

Öyle anlaşılıyor ki tansiyonu yüksek bir dönem bizi bekliyor. Üst üste gelen terör eylemleri, yaşadığımız coğrafyayı dikkate aldığımızda çok boyutlu ve karmaşık ilişkilere işaret ediyor.

Büyük resim bize gerek PKK’nın, gerek Türkiye’nin, gerekse tüm bölgenin geleceği hakkında çok şey söylüyor aslında. Resmi daha iyi anlamak için, Türkiye’nin peş peşe ağırladığı iki önemli konuğa dikkat etmek yeterli. Önce ABD Dışişleri Bakanı Hilary Clinton, ardından Ankara’nın yakından tanıdığı çiçeği burnunda CIA Başkanı.

Bundan ne çıkar diyebilirsiniz. Öncelikle CIA Başkanlarının ziyaretlerinin hep kritik dönemlere, özellikle de çatışma süreçlerine işaret ettiğini öne sürenlere katıldığımı belirtebilirim. İkincisi ABD yönetiminin üst düzeyde ziyaretlerle ve bu kadar açık bir üslupla, PKK’ya karşı mücadele sözü vermesi sık rastlanır bir durum değil.

"Al lafı koy rafa" veya "Lafa bak hizaya gel"...

Herkesin kendine göre doğrusu vardır. "Kürt Sorunu"na ilişkin olarak farklı kişiler "Demokratik çözüm"den söz ettiklerinde bile, bu çözümün içeriği kişiden kişiye öylesine değişiyor ki.
Örneğin bazıları "Önce PKK'yı bitirmeliyiz" diyerek demokratik çözümün kendince şifresini verirken, bazıları da "PKK gerçeği kabul edilmeden demokratik çözüm olamaz" demiyor mu?
İlk duyduğunuzda aklınıza yatkın görünen deyişleri derinine irdelediğiniz zaman, bunların söylenmemelerinin söylenmiş olmalarından daha doğru olacağını görebilirsiniz.
Örneğin bazılarının Atatürk'e izafe ettikleri "Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur" sözü vardır.

Hawking olayı

Arz-talep öldü, yaşasın psikoloji

29 Temmuz 2011 Cuma
Klasik İktisat 1776 yılında Adam Smith’in ‘Ulusların Zenginliği’ adlı kitabıyla doğdu. Adam Smith Newton hayranıydı, zaten ‘yöntem’ konusundaki kitabı da Newton üzerinedir...

Newton, doğanın makro düzeydeki işleyiş yasalarını buldu; Adam Smith, “ben de o yasaları ‘iktisada’ uygular isem, iktisadi sistemin işleyiş yasalarını bulurum” diye düşünüyordu...

Bu düşüncesini gerçekleştirdi de...

***

Newton fiziği, doğadaki ‘denge’ durumundan yola çıktı ve ‘denge’ kavramını en temel prensiplerden biri olarak kabul etti.

Bu nedenle ‘denge’ kavramı Klasik İktisat’ın da en temel prensiplerinden biri oldu.

Sorular, ‘dengenin bozulması’ ve ‘dengeye geliş’ parantezinde seyretti.

Norveçli cani, Türkiye'de kimlerle görüştü?

Anders Behring Breivik, bir Norveçli. Sarı saçları, mavi gözleri var. Arap terörist değil. "Müslüman terörist" değil. Breivik, 8'i başkent Oslo'daki hükümet binasındaki patlamayla, 68'i de Utoya'da bulunan gençlik kampındaki saldırıda olmak üzere 76 kişiyi katletti.

Polis elbisesi giymiş cani, kurtulmak için kendine koşan çocukları, gençleri gözünü kırpmadan teker teker kurşunladı. Gençler, can havliyle suya atladı, ormana kaçtı, binalara sığındı. Bazıları ölü taklidi yaptı. Masumların ölümlerindeki çaresizlik, önce Avrupa'yı, sonra bütün insanlığı sarstı.

AK Parti'nin doğu problemi

Bakıyorum, ideolojik anlamda ve statüko adına AK Parti'ye karşı olanlar bile, Doğu Güneydoğu'da ve Kürtler'in temsili konusuna gelindiğinde "İyi ki AK Parti var" halet-i ruhiyesi yaşıyorlar.

Çünkü bir, "Kürtler'i biz temsil ediyoruz" diyen BDP var, bir de "Tüm Türkiye içinde Kürtler'in büyük çoğunluğunu da biz temsil ediyoruz" diyebilen AK Parti var. Bir yerde CHP'liler, MHP'liler bile, "Türkiye'nin bütünlüğü" adına, AK Parti'nin başarısından mutlu olmak durumundalar.

Ama bu durum, AK Parti'nin "Kürt temsili" noktasında sorunsuzluğu anlamına gelmiyor.

Mehdi mi dediniz?

Herkes Mehdi’yi konuşuyor, Mesih’i konuşuyor, Deccal, Yecüc Mecüc..

Mehdi ve Mesih gelecek, bizi Deccal ve Yecüc Mecüc’den kurtaracak..

Mehdi ve Mesih’e ilişkin inanışlar da, Mehdi ve Mesih dünyayı bugünki belalardan kurtarmak için değil, felaketlerin artık geri dönülemez noktaya gelmesinden, savaş, kıtlık, tabii afetler ve hastalıklarla yeryüzündeki insanların topluca ölmeye başladıkları, savaşların yeryüzünü kapladığı zamanda, Deccal’in fitnesinin ardından bir de Yecüc’ü Mecüc’ü (Gog ve Magog)’un yeryüzünü işgal etmeye başladıkları bir zamanda, Mehdi ve Mesih gelip bizi kurtaracak..

Hekimler tedirgin

Tam Gün Yasası, Anayasa Mahkemesi engeline takılınca, Sağlık Bakanlığı, bu defa da muayenehanelere gerçekleşmesi mümkün olmayan şartlar getirdi. Meselâ, asansör girişi (80 santim) veyahut odaların kapı genişliği (110 santim) olacak; böylece, engellilerin rahatça geçmesine imkân sağlanacak; kadınların muayene oldukları odanın içinde tuvalet bulunacak; birden fazla doktor aynı muayenehaneyi paylaşmayacak vs...

Asmalımescit'te neler oluyor?

Dünkü yazımda, Asmalımescit'te, kaldırım üzerindeki masa ve sandalyelerin belediye zabıtaları tarafından kaldırılmasını eleştirmiş ve bunu, Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan'a yakıştıramadığımı söylemiştim. Çünkü özellikle tartışılan Sofyalı sokakta, esnafa, işgaliye hakkı tanıyan Misbah Demircan'dı. 2004'te işbaşına geldiğinde, Asmalımescit bölgesindeki sokaklar, restoranlarla dolup taşmıyordu; onları Başkan teşvik etti. Öyleyse neden şimdi tavır değiştiriyordu?
Demircan'la konuştuk. "Ben teşvik ettim, çünkü lokantaların daha iyi iş yapmasını istiyordum. Kaldırım üzerindeki birkaç masa, müşteri açısından bir davet niteliği taşıyacaktı. Ama sonra iş çığırından çıktı. Lokanta sahipleri müşteriye yer yok demek yerine, git gide kaldırımdaki masa sayısını arttırdılar. Oysa böyle yaptıkça, o mekânın değeri düşer. İşte Fransız sokağının başına gelenler. Kalite düştü; iyi müşteri çekildi."

Türkiye'de bir ilk yaşanıyor

Silvan'daki 13 şehit sebebiyle, ilk defa sorumlulardan hesap soruluyor. En azından, hesap sorma işlemi, ilk defa ciddiye alınıyor ve kamuoyunun gözleri önünde cereyan ediyor. Belki evvelce de, hatalar sorgulandı ama hep kol kırıldı, yen içinde kaldı.
Silvan Jandarma Alay Komutanlığı'na bağlı 1. Jandarma Komando Taburu Komutanı Binbaşı Milbay Şahin'in yanı sıra, bu tabura bağlı bulunan iki bölük komutanı da, üsteğmen Mehmet Emin Karagöz ile üsteğmen Necmettin Erdoğan'ın görevden alındığı belirtiliyor. Daha üst düzeydeki komutanlara da sıra gelebilir denilmekte.

Abdullah’ı bırak Kesire Öcalan’a bak!

29 Temmuz 2011 Cuma

Derin devletle içli dışlı olduğu için Kesire Öcalan, Apo’yu terk etti”, demiş bir dönem Abdullah Öcalan’ın sağ kolu, sırdaşı olarak bilinen Avukat Hüseyin Yıldırım:

“Kesire konuşursa yer yerinden oynar. Apo’nun tüm bağlantıları, kimlerle ilişkisi varsa ortaya çıkar. Ve Apo’nun söyleyecek sözü kalmaz. Kesire’nin açıklamalarından sonra da Öcalan, Kürtlerin gözünde sıfıra iner!”

Ben geldim, sizin için iyi olmadı

29 Temmuz 2011 Cuma
Ben yokken, “sansürün kaldırılışının bilmem kaçıncı yıldönümü kutlamaları” yapılmış.

Hep de benim olmadığım zamanlara denk geliyor bu gülünç orta oyunu.

Konu bayatladı ama yazmazsam çatlarım:

Mesleğimizin “cemiyeti” bir gece düzenlemiş.

Birileri konuşmuş... Mesleğimizin “büyüklerinden” olan birileri...

Demiş ki: “Sansür ve baskı kalkmadı, işte gördüğünüz gibi tüm hızıyla devam ediyor...” Sonra da, Ergenekon soruşturmasına verip veriştirmiş...

Kemal Bey de konuşmuş.

Eksik kalır mı?

Ayrılmak zor da veda etmek daha zor...

'Zaman' benim kişisel tarihim açısından olağanüstü önemli bir gazete...

Hayatımın en verimli dönemini Zaman'ın yayın yönetmeni, başyazarı, Ankara temsilcisi olarak geçirdim. Doğum sancılarını çeken üç-beş kişiydik başlangıçta... Birkaç bin satan Ankara merkezli küçük bir gazete iken, ülke sınırlarını zorlayan, dört kıtaya Türkiye'nin haberlerini ulaştıran uluslararası bir yayın organına dönüşmesine, sürecin her aşamasında, tanıklık ettim.

Ne günlerdi o günler...

Stalinist milliyetçilik!

BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş Milliyet ’e yaptığı açıklamada yüreklere su serpti; Türkiye’den ayrılmak istemiyorlarmış, “demokratik özerlik” Türkiye’nin bütünlüğünün teminatı olacakmış.
Meğer eskiden sık sık söyledikleri “üniter devlet içinde” söylemini bırakmaları, ekonomiyi bile ayıracakları, ayrı “öz savunma gücü” kuracakları, ayrı iç sınır çizecekleri “demokratik özerklik” hep Türkiye’nin bütünlüğünü garantilemek içinmiş!
BDP’li Bengi Yılmaz da Taraf ’ta sevgili Neşe Düzel’e “devlete vergi vermeyeceğiz, devletten alacağız” anlamında laflar etmişti de pek üzülmüştük... Sonra açıklama yaptı, o da yüreklerimize su serpti; meğer tam öyle dememiş imiş!

28 Temmuz 2011 Perşembe

Biz O Biçim Müslümanlarız!

Biz ne biçim Müslümanız?.. Müslümanız ama o biçim Müslümanız.

Bugün hangi ayın kaçıncı günüdür diye sorsalar Müslümanca cevap veremeyiz.

(Bu yazıyı kaleme aldığım tarih 8 Şabandır.)

Hangi yıldayız?

2011 mi? Evet 2011'dir, yemin etsek başımız ağrımaz ama bu tarih Efrencî tarihtir, bizim yılımız hicrî 1432'dir.

Doğrusu biz çok acayip Müslümanlarız.

Yahudiler ve Hıristiyanlar sıçan deliğine girseler biz de peşlerinden gireriz.

Şu üstümüze bakın: Avrupaî kostüm (costume), ceket (jaquette), pantolon (pantalon), kışın palto (paletot), pardesü (pardessus), trençkot (trenchcoat), yazın T-short, adı üstünde Frenk gömleği, kravat (cravate), iskarpin (escarpine)...

İç çamaşırlarımıza kadar Frenkleşmişiz. Atlet, külot...

Ev eşyalarımız: Büfe/Buffet... Vitrin/Vitrine... Gardrop/Garde Robe... Kanape/Canape...

Ya kafamızın içi?.. Sanki çıfıt çarşısı!..

Madde madde, Atatürk’ün yanlışları (3)

Atatürk’ün Türk köle ordularının varlığına değinmeyi Türklere yönelik bir önyargı, “bizi” küçültme ve aşağılamaya yönelik bir komplo gibi görüp, bunun söylenmemesini istemesi, (2g) halifelik sorununa da eklemleniyor. Türk gulamların İslâm âleminde “birinci derecede nüfuz ve hâkimiyet sahibi” olmalarına örnek olarak, “Muhammed’in Halifesi unvanını taşımak maskaralığında bulunanları emir ve iradelerine râm” etmelerini gösteriyor.

Burada Atatürk’ün ne kastettiği nispeten daha açık. Halifeler bir yere kadar hem dinî, hem siyasî lider ve yönetici konumundaydılar. Emevîlerle birlikte halifelik ırsî bir monarşiye, bir hanedan devletine dönüştü. Ancak Emevi ve Abbasilerden sonra halifeler zayıflayıp siyasî yetkilerini yitirdiler. 11. yüzyılda önce Selçuklularla gelip klasik İslâm diyarlarının tepesine oturan “Türk askerî aristokrasisi”nin (savaşçı soyluluğunun) himayesine girdiler. Bu gelişmenin (hâkim) “sultan” ile (tabii) “halife”yi ayırdığını ve “gölgede” bir halifeliğe yol açtığını görüyoruz.

Tarihle kavga etmek yerine bugünü değiştirelim...

Hükmünü icra etmiş ve geride kalmış olan tarihi değiştirmek mümkün değildir.
Bunu ancak üniversitelerin tarih kürsülerinde teorik çalışmalar biçiminde yapabilirsiniz.
Bunu yapanlar da var zaten.
Mesela 1789'da Fransız İhtilali olmasaydı, daha sonra Napolyon Savaşları ile yıkılan ve Viyana Kongresi ile yeniden oluşturulmak istenen Avrupa statükosu, ne şekil alırdı?
Veya 2'nci Dünya Savaşı'nda Japonlar Amerika'nın Pearl Harbour'una saldırdıkları zaman, Hitler Almanya'sı Japonya'ya savaş ilan etseydi, Amerika Avrupa'daki savaşa katılmaz mıydı?
İngiltere Hitler karşısında yalnız mı kalırdı?

Milyonlarca gencimiz kimin?..

Amy Winehouse'un özel yaşamına biraz yakından bakış, onun ölümcül narkotik tuzağına nasıl düştüğünü ortaya koyar..
1998'de, daha 15 yaşında iken müzik dünyasında adını duyurmaya başlayan ve hızla ilerleyen genç kız, klip çekimlerinden birinde video asistanı Blake Fielder-Civil ile tanıştı. Blake, ilkokul terk bir Amerikalıyken Londra'ya göçmüştü. Amy ve beş yaş büyük Blake darıla barışa bir hayat sürmeye başladılar ve 2007'de evlendiler.
Evlilikleri daha da olaylı geçiyordu. İkisinin de birbirine şiddet uyguladığı haberleri, kolları yüzleri morarmış fotoğraflar, derken bir kanlar içinde bir sokak kavgası ile doğrulandı. Görünen yaşantıları öyle "Karşılıklı tahrip"e dayalıydı ki, Amy'nin en yakınları çiftin birlikte intihar etmesinden korktuklarını söylediler.
Blake, bu arada başkalarına da şiddet uyguladığı için hapse düştü. Hapisteyken, gazetelere Amy'yi önce kokain, sonra eroinle tanıştırdığını, daha sonra, kokain, eroin, ecstasy ve ketamine kokteylleri vermeye başladığını söyledi.

‘Çatışmayı bırakarak siyasal olarak anlaşabiliriz dedik’

Adı Gerry Kely, Kuzey İrlanda parlamentosunda Sinn Fein milletvekili. Anlatıyor: “Gençliğimizde bize, Katoliklere kötü davranıyorlardı. Britanya’nın sömürgesiydik. Eşitlik yoktu, adalet yoktu. IRA’ya böyle üye oldum. Toplam on beş yıl hapis yattım. Sonra silahı bırakıp Sinn Fein’e, politikaya katıldım. İki taraf da birbirini yenemeyeceğini anlamıştı çünkü...”


BELFAST

Evet, CHP’yi bilerek üzdüm

CHP ile ilgili dünkü yazımın parti yönetiminde ciddi bir üzüntüye neden olduğunu öğrendim. Başta Erdoğan Toprak ve Osman Korutürk olmak üzere pek çok CHP’li ile konuştum. Hepsi de çok kibar biçimde üzüntülerini belirttiler.
Ben de hemen şunu söyledim “Evet, bu yazımın üzüntüye neden olacağını biliyordum ve bunu bile bile yazdım.”
Hatta çok yakınım olan bir arkadaşım “Pes yani, sen de dozunu kaçırmışsın, biraz haksızlık olmamış mı?” diye sitem etti.

27 Temmuz 2011 Çarşamba

Tırışkadan gündem

Ünlü İngiliz şairi Thomas Stearns Eliot, "nisan en zalim aydır" demişti, temmuz da ölü aydır.
Okullar tatildedir, futbol tatildedir, siyaset tatildedir. CHP amigoları her ne kadar "uyumayın, çalışın" deseler bile CHP yandaşı Ankara memurları da kıyı arpalıklarına koşmuşlardır (genellikle Didim ya da Avşa gibi yerlere giderler.) Sıcak bastırır, aziz milletimiz sıcakta gazete okumayı sevmediği için satışlar da başaşağı gider.
Neyse ki, bir yandan Amy Winehouse, öbür taraftan Anders Behring Breivik gibi iki ruh hastası imdada yetişirler, biri ölerek öteki öldürerek. Bu yıl Kandil Dağı'ndaki ruh hastalarının da epeyce katkıları oldu temmuz gündemine. (Dereağzı tesislerindeki hastaları saymıyorum.)
Böyle günlerde, olmadık konulardan haber yaratmaya, daha da iyisi, kavga çıkarmaya da çalışılır...
Lausanne'ın yıldönümü kutlanıyormuş (hayır, "Lozan" yazmayacağım, çatlayın da patlayın), başbakan anma konuşması yapmış ama İnönü'nün adını ağzına almamış...
Vay be! Ne korkunç bir hata!

Dolar fiyatı kısa sürede ne olur?

İçeride 1.73 TL’yi test eden dolar kuru 1.75 TL seviyelerine çıkarsa ‘Merkez’in sert tedbirlerle artışı engelleyeceği yönünde bir beklenti var.

Hoca akşam eve gelmiş. Karısı perişan. N’oldu, diye sormuş. Karısı anlatmış. “Küçük kız geldi. Ana dua et yağmur yağmasın dedi. Kocası topraktan yaptığı çömlekleri daha fırına atamamış.
Yağmur yağar ise çömlekler erir gider, ölürüz, biteriz diyor. Daha sonra büyük kız geldi Anne dua et yağmur yağsın, dedi. Kocası domates fidelerini bahçeye dikmiş.
Yağmur yağmaz ise fideler kuruyacak, ölürüz biteriz diyor. Şimdi ben nasıl dua edeceğim? Tanrıdan ne isteyeceğim?..

Bir uyarı yazısı

Beyoğlu Asmalımescit'te kaldırım üstündeki masalar kaldırılıyor. Üstelik, hem esnafa, hem de müşterilere kötü muamele yapılıyor. Bir zamanların ceberrut devletinin temsilcileri yeniden hortladı mı ne! "Yassak hemşehrim" der de, meramını anlatmak isteyen vatandaşı dinlemezdi bile sırtını devlete dayayanlar. Bunu yapan Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan mı? Yoksa anakent Belediye Başkanı Kadir Topbaş mı? Bana, sakın, "yaya vatandaşın hakkından" falan söz etmeyin. Onlar nasıl olsa geçecek yer bulurlar. Beyoğlu, Asmalımescit'teki kaldırım üzerlerine atılı masa ve sandalyeleriyle, dolup taşan müşterilerle güzeldi. Acaba benzer bir uygulama, hemen Balık Pazarı'nın arkasındaki Nevizade'de mi var?
Misbah Demircan'ı severim ama bu gelişmelerden çok rahatsız olduğumu söylemeliyim. Çünkü insanın ister istemez aklına, söz konusu tasarrufun İslâmi dünya görüşünün bir ürünü olduğu şüphesi düşüyor. Hele de Ramazan yaklaşırken, içki kadehleriyle dolup taşan masalar rahatsızlık mı uyandırdı dersiniz? Başörtüsüne saygı talep edenler, akşamcıların keyfine karışmamalı.

Sarkisyan abiniz ne dedi kızlar?

Türk basınında birilerinin desteği ile köşe yazarı olmuş bazı kadınlar var.
Avrupa'yı savunmak bunların işidir.
Amerika'yı cilalalamak temel vazifeleridir.
Ermenileri övüp Türkleri kötülemek de bu kadınlara verilmiş bir görevdir.
Elbette ki Kürtçülük yapmak; terörü barış hareketi gibi göstermek bunların her gün üç öğün yedikleri yemektir.
Herkesin bildiği konularda, herkesin bildiği şeyleri üstün fikir imal ediyorlarmış gibi yazarlar da yazarlar. Bu hizmetlerine karşılık da iyi hayat sürerler.
- - -
Lakin Serj Sarkisyan abileri bunları açmaza düşürdü.
Bu adam Ermeni öğrencilere hitap ederken 'Yukarı Karabağ'ı biz aldık, Ağrı'yı da siz alın!' buyuruyor.
Bunu diyen Ermenistan Cumhurbaşkanı...
Peki Türk Cumhurbaşkanı çıkıp da bizim öğrencilere şöyle deseydi: 'Bu Ermeniler; Azerileri katlederek Karabağ'ı işgal ettiler. Sizin göreviniz Karabağ'ı kurtarmaktır, Azeri kardeşlerimize yardım etmektir.'
O kadınlar; televizyonlara çıkıp cırtlak sesleriyle 'Türkiye'de ırkçılık aldı başını gidiyor. Nefret suçu işleniyor.' diye haykırırlardı.
Şimdi susuyor o kadınlar... Serj abilerine ne diyebilirler ki?

Kürt-Türk çatışması devlet isterse çıkar!

28 Temmuz 2011 Perşembe
PKK’nın söylemleri ve eylemleri yaz sıcağına yeni bir ateş kattı.

Türkiye’nin çeşitli kentlerinde facebook, twitter gibi sosyal medya üzerinden örgütlenen gençlerin Kürtlere karşı eylemlerine tanıklık ettik.

Birilerinin ustaca bu eylemleri organize ettiği ortada.

Zaten hep öyle oldu.

Kurt puslu havayı, Derin Devlet de kaosu sever.

Ahmet Altan dün Taraf’taki köşesinde gidişattan endişeli olduğunu ifade etmişti.

Haklı, çünkü Ankara da tavrını sertleştirmiş durumda.

Ancak Ankara’nın bir avantajı var, bizden daha fazla istihbarata sahip.

26 Temmuz 2011 Salı

Kürt ulusalcıların solcu payandaları

Kürt ve PKK sorunları çerçevesinde üzerinde durulması gereken bir nokta da Türk solunun aldığı tavır oldu.

İlginçlik Ergenekon soruşturması ve ardından davası ile başladı:

12 Eylül 1980 darbesini yerden yere vuran solcular, Ergenekon soruşturmasına karşı soğuk davrandılar.

Askerin soruşturulması, takip edilmesi, sorgulanması ve tutuklanması hiç hoşlarına gitmemişti.

"Yiyin birbirinizi" gibi ortadan bir tavır almaya çalıştılar. Ancak apoletli zevatın akıl almaz planları ortaya çıktıkça o türden bir tarafsızlığı savunamayacaklarını anladılar.

Özel harekâtçı polisin imajı

Hükümet terörle mücadelede özel harekât polislerinin yeniden aktif hale getirilmesi kararını verdi.
Bu yöndeki karar ve hazırlıklar kamuoyunda ciddi kuşku ve tepkilere yol açtı.
Başta muhalefet liderleri olmak üzere birçok kesimden “93’e mi dönüyoruz” sorusu yükseldi.
Bu kuşku ve tepkinin nedeni 1990’larda terörle mücadelede aktif rol almış olan özel harekât polisleri içinde hukuk dışına çıkan, çeteleşen, mafyalaşan, yargısız infazlarla faili meçhuller yaratan, sivil hayatta haraç toplayan, bir dönem kontrolden çıkan bazı polisler veya eski polislerdir.

Hepsi aynı kefeye konulmamalı

Özür dilemek artık kurtarmaz...

İsrail Hükümeti Mavi Marmara'ya yaşattıkları yüzünden Türkiye'den özür dileyecek mi? Olayda hayatını kaybeden dokuz Türk için tazminat ödeyecek mi? En temel ihtiyaç maddelerinden mahrum bıraktığı Gazze'ye yıllardır uyguladığı ambargoyu kaldıracak mı?

Gelen haberlere bakılırsa İsrail yumuşamaktaymış... Hükümetin küçük ortağının lideri "Özür dilerseniz ortaklığı bozmam" garantisi vermiş. BM Komisyonu tarafından hazırlanan raporun yayımlanmasından önce 'özür dilemek' niyetindeymiş hükümet...

Varlığım Türk varlığına armağan olmasın, bana lazım

Kürt politikacısı Bengi Yıldız ortaya bir laf attı, Marmara depremi gibi sarsıntı yarattı. "Ankara'ya vergi vermeyiz ama devletten yardım isteriz" sözü üzerine Türkler küfür ettiler, Kürtler'in de gerçekçi olmayanları belki sevinmişlerdir...
Uçuk kaçık özlemleri tartışırken birkaç önemli gelişmeyi atladık. Hayır, liglerin ertelenmesi falan gibi "lumpen üzecek havadisler" değil.

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Erbakan ve otomobil maceramız

01.03.2011, ZAMAN
Başbakan Tayyip Erdoğan bir süre önce ülkemizin öndegelen işadamlarına hitap ederken, "Hani bizim yerli otomobilimiz?" diye sordu ve "Sizlerden tamamen kendi mühendislik çabalarımızın ürünü bir otomobil üretmenizi bekliyorum." ricasında bulundu.

Yıl 2011. Türkiye'de her marka otomobil var, ama bir teki bile kendi markamız değil...
Önceki gün kaybettiğimiz Prof. Necmettin Erbakan'ın henüz genç bir bilim adamıyken tavsiyeleri dinlenseydi, bu alandaki utanılası eksikliğimiz çoktan ortadan kalkmış olurdu. Hem de tam 50 yıl önce...
Sabancı Üniversitesi'nden Prof. Cemil Koçak 27 Mayıs (1960) darbesi sonrasında kurulan Bakanlar Kurulu'nun tutanaklarını yayımladı. Yapı Kredi Yayınları (YKY) arasında çıkan iki ciltlik kitapta pek çok ilginç ayrıntı yer alıyor da, benim ilgimi en fazla Necmettin Erbakan'ın davet edildiği oturumda konuşulanlar çekmişti. Okuduklarımı Kulis'e yansıtmıştım da...
Türkiye'de sadece geçen yıl 1 milyona yakın (930 bin) motorlu araç trafiğe katıldı; toplam araç sayısı 15 milyonun üzerinde... Oysa 1961 yılında bu rakam 84 bindi ve bunlardan yalnızca 38 bini otomobildi. Eğer Erbakan'ın dedikleri istikametinde bir sanayi politikası izlenmiş olsaydı, benzer durumdaki Japonya, Kore ve Brezilya gibi kendi markasını üreten ülkelerden biri de biz olabilirdik...
Erbakan 4 Mart 1961 tarihli Bakanlar Kurulu (BK) toplantısına katılmış. O zaman İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) motorlar kürsüsünde doçent... Toplantıya iki Milli Birlik Komitesi üyesi de meraktan girmiş: Sıtkı Ulay ile Sami Küçük... O sırada 30'lu yaşlarını sürdüren genç Erbakan, karşısındakilere, önce ülke sanayiinin genel durumuna dair görüşlerini anlatmış, sonra da otomobil üretimi projesini aktarmış...
O yıllarda Türkiye'ye otomobil ithali yasak, trafikteki araçlar bedelsiz ithalat yoluyla sokulanlar... Ancak gümrük kapılarının daha fazla kapalı tutulamayacağını askerler de görüyor. Dövizin kıt olduğu ortamda yabancı markalar yerine yerli üretimin mi daha makul olabileceği üzerinde kafa yoruluyor.

Türk malı otoya evet satın alırken hayır

Çatısı altında yer alan 900'den fazla Otomotiv Yetkili Satıcısını temsil eden OYDER'in, yılın ilk 6 ayına yönelik olarak Türkiye çapında bini aşkın müşteriyle gerçekleştirdiği "Otomotiv Müşteri Profili" araştırmasında, yerli otomobil sorusu da unutulmamış. Yeni araç satın alan müşteriler, "Türkiye'nin yerli marka yaratma çabasını nasıl değerlendiriyorsunuz?" sorusuna, yüzde 60 gibi bir oranda "Evet, doğru buluyorum" yanıtını vermiş. Ancak, yerli marka otomobili satın alırım diyenlerin oranı ise yüzde 16 gibi küçük bir oranda kalmış.

Fenerbahçe küme düştüğünde...

Önce aklınızdaki tüm bilgileri, sezgileri, kanaatleri bir kenara koyun. Haklıyı/haksızı, suçluyu/suçsuzu bırakın.
Ne hiddetlenin Aziz Yıldırım’a ne de onun için ağlayın.
Şekip Mosturoğlu’nu yüzünü bile hatırlamayın.
Cemil Turan’ın sadece “emekli süper topçu” olarak bilindiği günlerdeki gibi bihaber ve masum olun.
Gözaltılar, telefon çözümleri, çantalar, karanlık adamlar, hepsi silinsin hafızanızdan. Silinsin ki, aklınızın önüne geçmesin.
Şimdi sıkı durun:
Tıpkı o müthiş Pazartesi sabahı gibi, bir uyanmışsınız; Fenerbahçe küme düşmüş!
“Eyvah” mı?..
Hiç merak etmeyin!

Fransız Lejyonu’ndan Türkiye terörüne..

Çok önemli bir gözlem geldi, tam 25 yıldır Fransa’da yaşayan ve 10 yıl “Fransa Yabancı Lejyoner Birliği”nde görev yapmış bir okuyucumuzdan.. Halit Karan’ın yazdıklarını çoğumuz görüyor, fark ediyoruz ama bu kadar deneyimli ve “çağdaş dünyanın en bilinen profesyonel asker birliği”nden gelen gözlemler olayı çok daha net anlatıyor.

Açılım artı...

Evet, "Açılım" kaçınılmaz. Çünkü devlet adına çok yanlışlar yapılmış.
Açılım bu devlet açığını kapatmak için şart. AK parti, başından beri, devlet adına yapılan yanlışları gidermek gibi bir gayretin içine girdi, bu da Kürtler nezdinde önemli karşılık buldu. Bugün, Doğu ve Güneydoğu'da oyların ortalama yüzde 52'si AK Parti'ye verilmiş durumda. "Kürtler adına" siyaset yaptığını iddia eden ekip ise oyların sadece yüzde 30'unu alabilmiş.
Ama;
- Dağda silahlı grup duruyor, meşru silahlı kuvvetlerle çatışıyor, pusu kuruyor ve can alıyor.
- Dağ, ülke içinde terör estiriyor. Adam kaçırıyor, sokakta infaz yapıyor, yurt, dershane bombalıyor.
- Hakkari, Şırnak, Yüksekova gibi ülke topraklarında, örtülü bir kurtarılmış bölge statüsü hükümferma...
- KCK diye bir yeraltı yapılanması gerçekleşmiş.
- Diyarbakır'da DTK şapkası altında bir grup, fiilen özerklik ilan ediyor.
- Büyük şehirler dahil tüm ülkede sokaklar ateşe verilebiliyor.
En kötüsü, cür'et büyüyor.
Hiçbir açılım tatmin etmiyor, aksine her açılım hamlesinin ardından daha uzlaşmaz bir adım atılıyor.
Ne yapacaksınız?

Kimin eli kimin cebinde?..

 
Galiba çok yerinde bir tabir. Sıklıkla, beğenerek kullandığım bir ifade olmasa da burada gerekli oluyor sanırım. On üç yuvaya ateş düştü de bütün Türkiye sathı kavruldu. Yanan sadece on üç anne yüreği miydi... on üç anne en başta... on üç baba... on üç evlat... on üç eş... kardeş.... amca... dayı... ağabey ve dahası... Yanan, kavur kavur kavrulan Türkiye’nin ta kendisi oldu... Kürdüyle Türkü, Çerkezi, Abazası, Gürcüsü oldu... Türkiye’nin içi yandı, feryadı kürenin öbür ucundan duyuldu. Ana yüreği gibi yananı var mı acaba... On üç körpe yavrunun on üç anası göz yaşını içine akıttı da ahları sadırları delercesine yaktı geçti, Kaf Dağına ulaştı... Şimdi bakıyorum. Seyrediyorum. Türkiye ile birlikte gözlüyorum. İri siyah arabalar ardı ardına vızır vızır işliyor. Devasa binalara çabuklukla giren çıkanlar artıyor da artıyor. Toplantı ardına toplantı...birbirini kovalıyor. Nedir, kimdir, nasıl oldudan öte ne yapılacağının tartışması zihin haritalarını zorluyor. On üç ocağa düşen ateş cayır cayır yakmaya...yaktıkça yıkmaya...devam ediyor.

PKK’nın doludizgin gidişi

Silvan saldırısı İmralı-PKK-DTK-BDP cephesindeki ilişkiler konusunda yeni soru işaretlerine yol açtı. Bu cephede söylenenlerle yapılanların birbirini tutmaması, “cepheyi kim yönetiyor” sorusunu gündeme getirdi. Öcalan’ın açıklamalarına karşın Silvan saldırısı “iyi terörist, kötü terörist” oyunu mu oynanıyor, sorusunu akıllara takılı bıraktı.

Çelişkiler

Avustralyalılar medyadan tasfiye oluyor galiba...

"Hayrola, bizi Avrupa ve Amerika'dan tasfiye harekâtı mı başladı?" diye soruyor Rupert Murdoch'un medya imparatorluğunun temelini teşkil eden Avustralya'dan dostları...

İmparatorluğu dipten sarsılan imparator ise, karar almada yaşadığı üç günlük tereddüdün kendisini de parmaklıklar ardına götürüp götürmeyeceği endişesini yaşıyor...
Bilmeyenlere hatırlatayım: İngiltere'nin The Times ve Sunday Times ile Sun gazetelerinin patronu olan Murdoch aslında Avustralya kökenli... Babasından devraldığı küçük gazeteyi ülkesinde büyüttükten sonra İngiltere'ye yelken açtı. Oradan da ABD'ye... New York Post onun, Fox televizyonu da; ülkenin en çok satan gazetesi Wall Street Journal'i de kısa süre önce satın aldı.

Morali bozulan çekilsin!

PKK'nın homojen bir örgüt olmadığı, tıpkı IRA, Almanlar'ın RAF ve İtalyan Kızıl Tugaylar gibi derin unsurlarla iç içe geçtiği gün gibi gerçektir.
İtalyan başbakanlarından Aldo Moro'nun kaçırılışı ve öldürülüşü Kızıl Tugaylar örgütünce şaşkınlıkla karşılanmıştı.
Zira İtalyan askeri istihbarat servisi SID unsurları devredeydi.
Dış yardımlar alsa bile, devlet içi derin unsurlara dayanmayan hiçbir terör örgütünün serpilip boy atması mümkün değildir.
Tablo, PKK'nın çoktan bölündüğünü gösteriyor

Hep unutulursa!

19 Temmuz 2011 Salı
11 Eylül'de Amerikalılar ve dolaysıyla dünya, saldırının 10. yıl dönümünü anacak. Ama hiç kimse biraz olsun kafasını yorup bu 10 yıl içinde acaba neler oldu diye sorgulama zahmetine katılmayacak. Kaide'nin üstlendiği saldırıdan dolayı ABD, önce Afganistan'ı sonra da palavra gerekçelerle Irak'ı işgal etti. Irak'ı perişan eden Amerikalılar, Usame Bin Ladin'i geçenlerde öldürdü ama Afganistan'da Taliban ile anlaşmaya çalışıyor. Çalışıyor ama Taliban, ''Barışırım ama kendi koşullarımla'' diyor. Taliban bu koşulları kabul ettirmek için de geçen hafta Afganistan Cumhurbaşkanı Karzai'nin üvey kardeşi ve sağ kolu Ahmet Karzai'yi, matem evini bombalayarak dört din liderini ve iki gün sonra Karzai'nin eski yardımcısı Muhammed Han'ı öldürdü. Son günlerde sürekli kayıp veren NATO ve ABD ise şimdi Afganistan'dan kaçmak için yol arıyor. Ekonomik olarak batmak üzere olan Avrupalı NATO ülkeleri, bu savaşın ağır maddi ve manevi faturasından bıkmış durumda. Obama ise çaresiz olarak hem Afganistan hem de Irak'taki başarısızlığın faturasını yüklenmek istemiyor.

Oku Gülay Bacı, oku ve öğren!..


Oku Gülay Bacı, oku ve öğren!..  
“İslam ortak paydası, Kürt sorununa çare olabilir mi?..”
TSK’nın akıl almaz ihmallerinden dolayı 13 vatan evlâdını kurban verdiğimiz yönündeki iddiaların ayyuka çıktığı gün, bu başlık altında yazmış Gülay Göktürk...
“İslam ortak paydası, Kürt sorununa çare olabilir mi?..”
Bizler, faşist terör örgütü PKK’yı lanetler, TSK’daki “ihmaller dizisi”ni sorgular ve sorumluların “cezalandırılmasını” talep ederken, Gülay Hanım “Ümmet”e ve “Ümmetçilere” saldırmayı stratejisine uygun bulmuş!..
Özetle...
“Ümmetçilik işe yaramaz” diyor...
“Müslümanlar Kardeştir” ilahi hükmünün “geçersiz” (!) olduğu iddiasında bulunuyor...
Bu topraklarda “İslam”ı hakim kılmanın “Irk temelli” çatışmalara son vereceğini savunanlara sert çıkıyor.
Gülay Hanım’ın “Sübyancıların da hakları vardır. Ve devlet sübyancılara da hizmet vermelidir” görüşünü savunacak denli “Libera-Laik” olduğu malûmdur...
Bir de “ırkçı” imiş yeni öğrendik; “Ümmetçiliğin” dışlanması halinde geriye kalan tek seçeneğe; “Kürtçülüğe” destek vermesinden dolayı...
¥

Zor bir yazı...

Günlerdir yüreğim yanıyor.

13 askerimizin şehit olmasından sonra oturup, soğukkanlı bir yazı yazmam gerektiğini düşünüyorum ama ne soğukkanlı düşünebiliyorum ne de soğukkanlı bir analiz yapacak gücü bulabiliyorum.

Sittin senedir, soğukkanlı olmadığımı bilirim. Ancak, galiba yaşlandıkça daha duygusal oldum. Bazen köşe yazarlığıyla, öğretmenliğimi de karıştırıyorum...

Bugün, bu konunun analizine hiç girmeden, şunu söylemek istiyorum ki yüreğim başka şeyler söylüyor, kafam başka şeyler söylüyor. Ama işin doğrusu insanın, yüreğinin değil, kafasının sesini dile getirmesi. Beni bugünlerde bağışlarsanız, önümüzdeki dönemde içinde bulunduğumuz koşullar için, kafamın söylediklerini sizlerle paylaşırım.

Xxxxxxxxxxxxxx

Gündemimizdeki konular içimi sıkarken, bir de havanın sıcaklığı buna eklendi. Benim bildiğim, yaz aylarında İstanbul'da 7-8 gün çok sıcak geçerdi. Geçtiğimiz hafta, bu "kontenjanı"(!) daralttık zannediyordum. Ancak Meteoroloji, sıcaklıkların süreceğini söyleyince, epey moralim bozuldu. İstanbul dışında bazı olanaklarım olmasına karşın bu kentten kolayına kopamamam, benim bir hastalığım herhalde. Kısa bir süre için olsa bile...

Bu coğrafyada belki de çözümsüzlük çözümdür...

Özgürlükçü yeni Anayasa yapılabilecek bir sürecin PKK terörü tarafından sabote edilmesi doğal olarak hepimizi öfkelendirdi.
Bu noktada olayı aydınlatacak sorular sormak yerine, öfkemizi kendimizce sorumlu gördüğümüz odaklara yönlendiriyoruz.
Sorumlu tutulabilecek odaklar konusunda ise hiç sıkıntımız yok.
Tıpkı Latincedeki "Quot Homines Tot Sententiae" özdeyişinin tanımladığı gibi bir durum bu.
- Ne kadar insan varsa o kadar da soru vardır, şeklinde dilimize çevrilebilir bu Latincenin özdeyişi...

Öfkemizin hedefleri

Genelkurmay açıklamaları, eşekler ve çuvallar

19 Temmuz 2011 Salı

Genelkurmay 13 askerimizin şehit olduğu facia hakkında idari inceleme başlatmış.

Ve bizden de bu idari incelemeleri ciddiye almamızı bekliyorlar.

Bizlerin ise bu idari incelemeleri ciddiye almamak için çok sayıda nedenimiz var.

Daha önce de askerimiz çok sayıda baskın yedi ama mesela ne Dağlıca, ne de Aktütün felaketlerinin “idari incelemelerinin” ne aşamada olduğunu hala bilemiyoruz.

Bu idari incelemeler galiba biraz idare etme esasıyla yapılıyor.

Kanıt da isterseniz, son faciadan sonra yaşananlara bir göz atalım.

Facianın yaşandığı bölge, alan bir idari incelemenin sağlıklı yapılabilmesi için hayati önemi haizdir.

Bir hazîn hikâye: TSK

19 Temmuz 2011 Salı

Bu ordu muhârebe edemez! Bir silahlı güç için varılabilecek en kötü noktalardan biri, görev için arâzîye gönderilmiş bir kıt’anın kendini savunmakdan âciz olmasıdır!
İşte bizim TSK’da olan tamı tamına budur!

Enternasyonal Somali Filosu’na üstelik sancak gemisi olarak fırkateyn yollarsınız Hind Okyanusu’nda karaya oturur, römork yedeğinde süklüm püklüm geri döner.

Kurduğunuz karakollar 27 yılda iki düzineden fazla baskın yer.

Baskın bir yana 450’şer kiloluk toplarını iki gün önceden karşı yamaca çıkarıp mevzîlendirirler, haberiniz olmaz.

Haberiniz olur, kumandanlarınız o bölgeden asker çekip bir de dâvetiye çıkararak Mehmedcikleri bile bile ölüme gönderirler.

Heronlarınızı doğru dürüst kullanamazsınız.

Terörü bitireni bitirirler (mi)!

Öcalan’n “Terörü bitirirsem beni bitirirler” dediği söylenir..
Öyle de oldu. “Terör bitsin” dedi ve bir el Apo’nun ipini çekti.. Çünki terörün devam etmesi gerek..
Bu el devletin içinde. Ergenekon ve Balyoz iddianamesi iyi incelenirse, bu elin nerede olduğu görülecektir.. Ve bu eli tutan başka eller de var.. ABD, İngiltere, Rusya, İsrail..
ABD bu konuda Ankara ile bir mutabakata varma noktasndayd ki, birileri sürece çomak soktu..
Apo artk devre dş.. BDP’liler, KCK’llar da dinlemiyor sanki Apo’yu. “Biji Apo” sloganlarn artk daha az duyacağz. Apo posterleri indirilecek..
“Kürt halknn özgürlük mücadelesi” denen şey birileri tarafndan ABD’den alnp İngiltere ve İsrail’e peşkeş çekiliyor sanki.. Birileri kan ve gözyaş aksn istiyor.. Birileri bizim, bu ülkenin çocuklarnn kanlar ve gözyaşlar üzerine kendilerine iktidar ve servet üretmek istiyor..
Yine birileri bu kanl senaryoyu kulağa hoş gelen argümanlarla süslüyor.. Ve halk kendi celladn alkşlarcasna, üretilen örgüt ve liderlerin peşinden gidiyor.
Unutmamak gerekir ki, “ağuyu altn tas içre sunarlar, bal da onun suç ortağ”dr..
Unutmayalm ki, Kürtleri terörist ilan edip, en temel haklarna kavuşmalarn engelleyenlerle, Kürtleri haklarna kavuşmalar için onlara ayrlkç fikirler empoze eden, ellerine silah vererek onlar teröre sevk edenler ayn kişiler, ayn çevrelerdir..
Biz bunu daha önce sağ – sol kavgasnda, Alevi Sünni çatşmasnda da gördük..
Sağ ve sol kahvehaneler ayn silahlarla tarand. Ergenekonda, Balyozda bunu göreceksiniz..
CHP, MHP, BDP ya da İP arasnda fazla bir fark yok..

Öcalan bana ne söylemişti?

Şiddet, acı, öfke ve kinden başka bir işe yaramıyor. İnsani duyguları da, hayalleri de kirletiyor. Ve bir kazananı da yok bu kirli sürecin...
Yaklaşık 20 yıl önce 1993 baharında Abdullah Öcalan'ın basın toplantısı için Beyrut'a, oradan da Bekaa Vadisi'ne gitmiştim. Bir yandan şimdi Irak Cumhurbaşkanı olan Celal Talabani'yi ve bugünlerde dönmesi beklenen Kemal Burkay'ı görecek, öte yandan da Hasan Cemal, Cengiz Çandar gibi mesleğin duayenleriyle tarihi bir toplantıya tanıklık edecektim.
O günlerin güçlü lideri Turgut Özal'ın varlığı ve çözüm iradesi, bu basın toplantısından yeni bir "toplumsal barış" çıkacağı umudu veriyordu.

Her şeyi anlatan fotoğraf!

Önceki gün. Yer: Fatih Camii. Vefat eden Ensar Vakfı eski  Başkanı Ahmet Şişman’ın cenaze namazı var. Namazda sürpriz iki isim.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Tayyip Erdoğan!
İkili sadece namaz kılmıyor, merhum Şişman’ın naaşına da omuz veriyor.
Güzel bir fotoğraf.
Eski bir dosta son görev yerine getiriliyor.
Tam bu noktada bir parantez açıp soralım.
Sahi, eski tanıdıklarının cenazesine katılıp naaşını taşıyan Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan aynı şeyi bu ülke için toprağa düşen Mehmetçikler için neden yapmadı?
Üstelik o törene katılmak ikisi için de vecibe, zira biri Cumhurbaşkanı, diğeri Başbakan!
Evet işin bam teli burasıdır.

Kabus günü 2 Ağustos 2011

19 Temmuz 2011

ABD'nin temerrüde düşmesinin sonuçları ne olur?
ABD'nin 14 trilyon doları aşan borcu, gayri safi yurtiçi hasılasının yüzde 95'ine ulaşmış durumda. Geçtiğimiz Mayıs ayında ABD Hazine Bankanı Timothy Geithner'in, ABD kongresine yazdığı mektupta yer alan borç tavanının yükseltilememesi durumunda ortaya çıkacaklar bir kıyamet senaryosu gibiydi. Geither'in mektubu, mevcut durumun riskini açıklamak için miydi, yoksa bir uyarı mıydı bilinmez ama, bir kıyamet senaryosu olduğu kesindi. Geithner, 2 Ağustos 2011 tarihine kadar kongrenin borçlanma tavanının yükseltilmesine onay vermemesi durumunda faizlerin hızla artacağını, hane halkının alım gücünün azalacağını, işsizliğin artacağını, ekonomide küçülmeyle birlikte çift dipli bir resesyonun yaşanacağını açıklamıştı. Aradan 2 ay geçmesine rağmen Obama yönetimi ile Cumhuriyetçiler arasında halen bir uzlaşma sağlanamadı.

Cumhuriyetçiler neden karşı?

Buti’den karşı devrim fetvası

 
İstanbul’un mutena semtlerinden olan Pendik’te Green Park Oteli’nde yapılan Suriye Kurtuluş Konferansı sonuç bildirgesinde şayi bir hata veya bir galat-i meşhur düzeltildi. Son sıralarda ikide bir Esat rejiminin yasallığını kaybettiği vurgulanıyor. Lakin Pendik’te şu soru ortaya atıldı: Esasen Esat rejiminin baştan beri yasallığı var mıydı ki, kaybetsin? Oybirliğiyle bu soruya şu cevap verildi: Esat’lar hiçbir gün yasallık kesp etmediler ki, kaybetsinler. Esat rejimi baştan beri darbeyle iktidara gelmiş ve mütegallibe bir iktidardır. Mütegallibe olması ona meşruiyet sağlar mı? Mütegallibe açısından yırttığını söyleyelim! Peki! meşruiyeti için diğer alanlarda aranan gerekli kriterlere ve referanslara sahip midir? Değildir. Lakin ilk günden itibaren Şia onu tezkiye etmiştir. Suriye anayasasına göre devlet başkanı Müslüman olmalıdır. 1971 yılında Hafız Esat’ın bu yönden ehliyeti ve pozisyonu gündeme geldiğinde onun ilk imdadına yetişen Kayıp (o sıralarda görünen ve hazır) İmam Musa Sadr olmuştur. Esat’lar hanedanına meşruiyet yolunu ilk açan Fransızlar, ardından da bazı Şii ulema olmuştur. İbni Teymiyye’nin hilafına Şii ulema siyaseten Esat’ların lehinde fetva vermişlerdir.

Anıtkabir... Meclis... Kocatepe

Meclis... Şimdi tatilde... 12 Haziran seçimlerinden sonra nasıl da hareketliydi.
Ankara'yı hiç uçaktan gördünüz mü?
Aşağıdaki "3 eser" mutlaka dikkatinizi çeker: Anıtkabir... TBMM... Ve Kocatepe Camii.
***
Atatürk hayattaydı.
Türkiye'ye yakışır yeni bir Meclis binası yapılması için kanun çıkarıldı. (11 Ocak 1937)
"Uluslararası yarışma"
açıldı.
Atatürk'ün de beğendiği "Clemens Holzmeister'in projesi" üzerinde karar kılındı.
Ve 1939'da temel atıldı.
Yapılması yıllar aldı... Tam bir "macera."
6 Ocak 1961'de "hizmete açılabildi."
TBMM'nin yapımında "başrolde" yer alan bir Türk mimar var...1918 doğumlu...
Holzmeister'in "öğrencisi...Yardımcısı."
Holzmeister yurtdışındayken "projeyi yürüten kişi."
Yüksek Mimar Ziya Payzın.
Bize "kitabını" yolladı.

Terörün kaynağı, beyinsizliğimizdir

18 TEMMUZ 2011

Bodrum'da köpük dansı yapanla Yüksekova'da çöp bidonları arasında yiyecek ve giyecek toplamak için gelip giden, sekiz yıl aynı eğitimden geçiyor.
Kuşadası'nda şampanya patlatanla Kulp ilçesinde kurşun patlatan da sekiz yıl aynı eğitimden geçiyor.
Kandil'dekinin cebine dolar, eline silah veren kara kalpli, kara vicdanlı, kara gözlü gavur, öbürünün eline de köpükle nasıl dans edileceğini, şampanyanın nasıl patlatılacağını öğretiveriyor.
İkisinin de ipleri paragözün elinde.
İkisi de bu milletin çocuklarının kalbinden vuruyor.
Biri öldürüyor, öbürü adamlığını yok ediyor ve süründürüyor.
Basını iyi takip edenler, günü birlik teknolojiyi takip eder gibi Amerika'daki Manhattını takip edip bütün pislikleri Türkiye'ye duyuran ve Türkiye'de aynısını yaşayan yerleri makalelerinde ilan eden yazarların olduğunu bilirler.

Fitne ve Fesad Bitmez!

18 TEMMUZ 2011

Görüyorsunuz fitne fesat rezalet kepazelik bir türlü sona ermiyor. Biri bitmeden ötekisi başlıyor, bombalar peş peşe patlıyor.
Bazı iyimserler, her şey ileride düzelecek, ortalık süt liman olacak, kurt kuzuyla kardeş gibi oynayacak, memleket huzur ve barış ile dolacak, her yer önce pembe daha sonra pespembe...
Bendeniz bunlara inanmıyorum.
Geleceği Muhbir-i Sâdık tarafından haber verilmiş olan Mehdi'nin zuhuruna kadar ortalık her geçen gün daha kötüleşecektir.
Fitne ve fesat daha da genelleşecek ve yoğunlaşacaktır.
Nihayet Mehdi zuhur, İsa aleyhisselam nüzul edecektir.
Korkunç kanlı savaşlar (melhame) olacaktır.
Dünyanın büyük çivisi yerinden oynayacaktır.
Büyük kıyım ve yıkımdan sonra Mehdi devri başlayacaktır.
Sulh, huzur, sükun, refah, adalet ondan sonra...
Mehdi devrinde Kur'ana, Sünnete uyulacaktır. İlahî emirler yerine getirilecek, yasaklardan kaçınılacaktır.
Dünya ve insanlık Şeriat-ı Garra-i Ahmediyye ile idare olunacaktır.
Yeryüzünde gerçek adalet uygulanacaktır.

Kan manyakları!

Barış ve Demokrasi Partisi seçimlerde büyük bir başarı kazandı. Seçildikleri halde Meclis'e giremeyecek olan birkaç BDP'li milletvekili var, fakat zamanla onların da Meclis'e girebilecekleri / girmeleri gerektiği yönünde yaygın bir kanaat oluştu ve iktidar partisi de bu kanaati paylaşıyor. Daha önemlisi; yeni bir anayasanın, sivil bir anayasanın, Kürtleri de tatmin edecek bir anayasanın acil gerekliliği artık genel kabul görüyor. Öte yandan, uzun tutukluluk sürelerinin kabul edilemezliği konusunda da bir mutabakat -dolayısıyla bütün KCK'lı tutukluların salıverilmesi için bir perspektif- mevcut.

"Aptallar, burası kütüphane!"

Bazen bir tek cümle, bir köşe yazısı yazdırabilir. Hatta öyle çarpıcı sözler vardır ki edebiyatta, üzerine koskoca bir roman bile inşa edebilirsiniz. Bu satırlarım da öyle çıktı, tek bir cümleden. Bosna-Hersek'teki Sırp katliamı sırasında bir grup cani, meydandaki kütüphanenin üzerine "Burası Sırbistan" diye yazmışlar. Aynı ülkenin evladı Boşnaklar da altına eklemiş. "Aptallar, burası kütüphane!" Ülkemizde de bu günlerde aynı hezeyan hüküm sürmekte. Birileri 'özerkliğini' ilan ederek ülke topraklarını ayrıştırıyor kendilerince ve yazıyorlar üzerine; 'Burası Kürdistan!" Ama ülkenin başbakanı çıkıp cevabını veriyor; Hayır beyler, burası tek toprak, tek millet ve ortak vatandır! Bunu bir zamanlar Boşnak lider Aliya İzzet Begoviç de söylemişti halkına. Begoviç, o korkunç katliamın önüne geçmek ve aynı coğrafyada dost kalabilmek uğruna tüm hayatını harcamıştı neredeyse. Yani bedelini ağır ödemişti. 24 yaşında İslâmcılık suçundan 5 yıl hapis yatmış, daha sonra 12 Müslüman aydınla birlikte tutuklanmıştı. En uzun mahkumiyet ise Mladi Müslümani adlı örgütü yeniden örgütlemek suçundan yediği 14 yıldı. Tabii bir hatırlatma yapmak gerekiyor burada bizim 'özerkçilere!'; Gösterdiğimiz Bosna örneğine bakıp da, sevinçle el çırpmasınlar, "Aha, işte biz o özgürlük isteyen ve öldürülen Müslüman Boşnaklarız, bu devlet de, Sırplar!"

PKK hakkında doğru bilinen yanlışlar 1

Silvan’daki saldırı haberini memleketimde, yani Hopa’da öğrendim. Kemalpaşa’da, ailemizin en yaşlılarından, 90’ını çoktan devirmiş Meryem Hala’nın (Lokumcu) elini öptükten hemen sonra aldığım bu haberin şokunu atlatmak kolay olmadı. Tatili bir kenara bırakıp hemen bu saldırı üzerine yazmayı düşündüm ama tıpkı daha önce, Dağlıca saldırısının ardından olduğu gibi, sıcağı sıcağına yazmak yerine bekleyip, tepkileri ve gelişmeleri gördükten sonra yazmaya karar verdim. Silvan saldırısı bir kez daha Kürt sorunu ile PKK sorunu arasında nasıl bir bağ bulunduğu, hangisinin öncelikli olduğu sorularını da beraberinde getirdi. Bu vesileyle, bittiğini düşündüğümüz birçok tartışmanın hiç de bitmemiş olduğunu, sorunu çözmek yerine daha derinleştirdikleri kanıtlanmış bazı “terörle mücadele” taktik ve stratejilerinin hiç de rafa kaldırılmadığını veya kaldırıldıkları raflardan indirilmekte olduklarını gördük.

Cumhurbaşkanı Gül "Kaygılıyım" demişti

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ü son gördüğümde zihnini hayli meşgul buldum.

Zihninin hep aynı soru üzerinde odaklandığı anlaşılıyordu: "Ya ortamı bozacak bir olay yaşanırsa?"

O gün devletin güvenlik ve istihbarattan sorumlu siyasi ve bürokratik kadrolarıyla ayrı ayrı görüşmüştü. "Hepsine, 'Aman her zamankinden daha dikkatli olalım, yıllar önce yaşanan ve bir günde 33 eri şehit verdiğimiz müessif olay gibi her şeyi sıfırlayan vahamette bir gelişmeyle karşılaşmayalım' mesajını verdim" dedi bana.

Görüştüğü siyasiler, devlet görevlileri de aynı kaygıyı taşıyorlarmış... "Teyakkuzda olduklarını gördüm" dedi Cumhurbaşkanı Gül...

17 Temmuz 2011 Pazar

Kanlı saldırının perde arkası

18 Temmuz 2011 Pazartesi
Dünyadaki çarkların nasıl döndüğünü anlamak için kullandığımız pek çok kavram ya da ifade var. Karar vericiler, uluslararası sistem vb.

Bu yapıların bir ‘kadiri mutlak’, yani her şeye gücü yeten ve yenilmez olarak görülmesi, elbette doğru ve sağlıklı bir yaklaşım değil. Ancak böyle olması, bu tür karar mekanizmalarının olmadığı anlamına gelmiyor elbette.

Bulunduğumuz coğrafya, uluslararası sistemin en keskin ve sert hesaplaşma alanlarından birisi. Sistemi sıradan göstermek isteyenlerin sıkça başvurduğu tezlerin aksine, Türkiye’nin merkezinde bulunduğu bölgenin önemini, diğerleriyle karşılaştırmak son derece yanıltıcı.

10 soruda “SüperŞike”

Bu ülkenin en büyük hastalıklarından birinin her hadiseye ilk kez bizim başımıza geliyormuş gibi muamele yapmak olduğunu düşünürüm hep... Süper Lig şike skandalı (kısaca SüperŞike) sonrası koca koca kurumların şaşkın tutumları da yine aynı hastalığa işaret ediyor. TFF Başkanı şaşkın, Süper Kupa finalinin ve ligin zamanında oynanacağını açıklıyor... Kulüpler Birliği şaşkın, insanların gözünün içine baka baka birlik ve beraberlik içinde oldukları gibi garip bir mesaj vermeye kalkıyorlar... Spor medyasının vicdanı Ahmet Çakır’ın cumartesi günü köşesinden Cavcav’a yönelttiği soru her şeyi özetliyor aslında: “Neye karşı birlik ve beraberlik içindesiniz? O masada başkanları oturan 6 takım şike yaptıysa onlarla da birlik içinde olduğunuzu mu deklare ediyorsunuz?”

1) SÜPER KUPA FİNALİ OYNANMALI MI?

ABD isterse terör bitirilir

Terör konusunda geldiğimiz nokta şunu gösteriyor: PKK terör örgütünün nasıl bitirileceği yolunda hazırlanan o malum raporlar; özü itibariyle PKK'nın güçlendirilmesine hizmet etmiştir.
Çünkü; bu raporlarda dolaylı biçimde PKK haklı gösterilmiş; Türkiye Cumhuriyeti suçlanmış; sivil irade orduya karşı kışkırtılmış; çözüm önerisi olarak da PKK'nın isteklerini kabul etmek dayatılmıştır
Halbuki küresel anlamda terörle mücadele eden Birleşik Amerika; bizim çokbilmiş raporcularımızın görüşlerini hiçbir yerde ciddiye almamaktadır.

Tutuklu komutanları salıverin!

Memleket kan ağlıyor, "muhteremler" fırsatçılık peşinde. Bilemiyorum; belki de bu kafaya fırsat "yaratmak" için şehit ettiler 13 Mehmetçiği.

Baksanıza, suçluyu anında keşfettiler:

"Açılım..."

Sözcü gazetesi dünkü nüshasında "Gözü yaşlı halk açılımcılara tepki gösterdi..." diyerek bi güzel gösterdi hedefi:

AK Parti!

Danıştay cinayetinden sonraki hedef gösterme tarzına ne kadar benziyor değil mi?

Suçluyu işaret ederken Emine Ayna gibi de gülmüşler midir acaba? Hanımefendi "Açılım bitti..." derken ilginç bir şekilde gülmüştü hani.

Siyasi zekâ eksikliği gerçekleri görmeyi engeller

Süper devlet Amerika Birleşik Devletleri'nin 600 bin kişilik askeri gücü, uçaklarına, helikopterlerine ve her çeşit silahlarına rağmen "Vietkong" diye bilinen Güney Vietnam gerillaları karşısında yeniliyordu.
Pentagon'lu generaller Kuzey Vietnam'ı daha fazla bombalayarak ve Vietnam'daki asker sayısını artırarak zafere ulaşacaklarını sanıyorlardı.
Bu dönemde "Medyatik toplum" un ilk yansımaları da, savaşın televizyon haberleri ile Amerikan evlerine taşınması biçiminde görülüyordu.

Benim ordum bu mu?

Böyle bir şey olabilir mi? Eşi başörtülü diye başarılı bir subayı YAŞ kararı ile ordudan atacaksın, öte yandan da, darbe yapmak, çete oluşturmak, cinayet işlemek için plan yapmakla suçladığın, tutuklu paşaların terfisini konuşacaksın..
Bu suçlardan sanık paşaları görevlerinden almayacaksın..
Tamam sanık.. Genelkurmay Başkanı ya da Kılıçdaroğlu’nun evini soyan bir hırsız, güvenlik kamerası ile tesbit edilse, evinde yapılan aramada çalınan malzemeler bulunsa, parmak izi, telefon konuşması kayıtları da bulunsa ve daha sonra yakalansa, sonra da stres, panik derken kalp krizi geçirip hastaneye yatsa, bu adam da sanıktır.. Mahkeme kararı olmadığı için, masum sayılır.. Ama daha ilk günden itibaren sanık, şüpheli, zanlıdır..
Hırsız evi soyarken yanında başkaları da varsa, arabayı kullanan, çevrede gözcülük yapan birileri mesela, kaçarken mesela havaya ateş de açmışlarsa, o zaman o kişilerin de yakalanıp ifadelerinin alınması gerekir karardan önce. Davaları ana davadan ayrılmadan mahkeme karara gitmeyecektir.. Tanıkları, suça ve suçluya yardım ve yataklık edenleri dinlemek isteyecektir..

TSK gazeteciliği ve şike

18 Temmuz 2011 Pazartesi
Acaba Diyarbakır, Silvan’daki telsizlerden ‘geliyorum’ diyen anonslu baskını iyi eğitimli, güçlü bir ordu yer miydi?

Saldırganın gözü gerçek bir orduyu bu kadar rahat keser miydi?

Diyelim saldırı oldu, böylesine büyük zayiat verilir miydi, ‘komando’ eğitimi aldığı söylenen gencecik insanlar ölür gider miydi? Komando eğitimi almasalar durum ne olacaktı?

Onlarca soru boş yere sorulmuyor, çünkü ortada onca gencimizin hayatına mal olan beceriksizlik skandalı var...

***

Böyle durumlarda TSK, böyle yürek yakan bir beceriksizliğin bir daha tekrarlanmaması için önce özeleştiri yapıp, daha sonra tedbir alacağına, alelacele herhangi bir ‘TSK gazetecisini’ arıyor ve demagojik bir polemiğe girişiyor...

16 Temmuz 2011 Cumartesi

Kandillere katran döktü geceler

 
Dün Beraat Kandili idi değil mi? KANDİL’den Kandil tebriği geldi.. Ama kanla..
DERİN bir süreçten geçtikten sonra bize ulaştı sanıyorum bu tebrik.
Aksilik bu ya, Diyarbakır’da 13 er yanarak can verirken, iki subay da eğitim uçağı ile denize çakılarak hayatını kaybetti.. Şimdi bakıyorum, İstanbul’da polisle çatışma bir kişi ölü ele geçirilmiş..
Diyarbakır’daki yangında bir düzine de yaralı var..
Birkaç gündür arkası arkasına sivil ve askerler kaçırılıyor.
O da yetmedi Demokratik Toplum Kongresi “Demokratik Özerlik” ilan ediyor.

Siyaset teröristlere bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir

Fransız devlet adamı Georges Clemenceau (1841 - 1929) "Savaş askerlere bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir" demiş ya...
Bu özdeyişi yaşadıklarımıza uyarlarsak, herhalde şu şekilde de söyleyebiliriz:
-Siyaset teröristlere bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir!
"Kürt Realitesi"
nin bir sorun olmaktan çıkartılması, bu realitenin demokrasi, temel haklar ve özgürlükler ışığında Türkiye'nin bir zenginliği olarak benimsenmesi yolunda son dönemde büyük adımlar atıldı.
Her alanda olduğu gibi bu alandaki kayıp yıllarımızın da geride bırakılması için, ciddi ve önemli atılımlar yapıldı.
Konuşulmaları ve yazılmaları tabu olan konuları tartışabiliyoruz artık.
Son 12 Haziran genel seçimleri ile de demokratik siyasetin bu alanda en etkili araç olduğu bir kez daha kanıtlandı.

Demokrasinin gücü

Lanet olsun

Daha dün hayat dolu gençler olarak sevdiklerini öpüp ayrılmışlardı evlerinden. Bugün üzeri bayrak sarılı tahta kutular içinde geri döndüler.
Onları o tahta kutular içinde evine gönderen herkese lanet olsun.

Bizi yıllardır oyalayan ve işte sonunda terör örgütüyle etle tırnak gibi birleşik olduğunu deklare eden BDP'ye lanet olsun. Şahininizle, güvercininizle artık sizden hiçbir umudumuz kalmadı. Verdiğiniz bütün o barış tarihlerini, savaş tarihlerini, ateşkes tarihlerini alın başınıza çalın. Meclis'te çözüm, siyasetle çözüm laflarını ağzına almayın. Terörle hiçbir zaman ateşkes yapılamayacağını siz bu halka öğretmiş bulunuyorsunuz. Hepinize lanet olsun.

Şehit düşen 13 delikanlının 10'u acemi askermiş. O 10 acemi askeri eşkıyanın karşısına yemlik gibi çıkaran askeri komutaya da lanet olsun. Yıllardır terörle mücadelede deneyimli birliklerin devreye girmesini bir türlü başlatmayanlara lanet olsun.

Terör örgütünün rehin aldığı suçsuz insanları kurtarmaya çalışan 13 askerimizin şehit olduğu bir anda, "Gerilla ölümleri barışı engelliyor" diye demeçler veren sözde bağımsızlara lanet olsun.

Şehitler için elbette ağlayalım ama...

Eğer devlet adamlığı varsa, eğer liderlik varsa, önce yapılacak iş parmakların mutlaka tetikten çekilmesini sağlamaktır. Yoksa yine oğullar ölür, analar ağlar, tıpkı bugüne kadar olduğu gibi...

Demek ki yetmedi bu kadar kan ve gözyaşı... Demek ki yetmedi anaları bugüne kadar ağlatan acılar...
Demek ki bu topraklar hâlâ doymadı, yaşanmış olan korkunç trajedilere...
Demek ki hâlâ olgunlaşamadık.
Demek ki daha hâlâ birbirimizi tüketebileceğimizi sanıyoruz.
Demek ki hâlâ acı çekmek zorundayız, oturup barışı konuşmak yerine...
Demek ki, ille de acı çekmek lazım bu topraklarda yaşamak için...
Öyle mi?..
Ne yazık.
Silvan’daki 13 şehit asker elbette içimi acıtıyor. PKK’nın bu saldırısını elbette kınıyor ve barışa bir darbe olarak görüyorum.
Ve aynı şeyleri söylüyorum.
Asker de şehit olmasın, PKK’lı da!
Silah ve şiddet çıkmaz yoldur çünkü.
Silahın kullanım süresi doldu.
Parmaklar tetikten çekilsin!
Sabırla, inatla barışı konuşalım.
Ve barışın arkasına siyasal kararlılığımızı, devlet adamlığımızı, liderliğimizi koyalım.
Başka çaremiz yok.
Aklın yolu budur.
Gazete manşetlerine bakıyorum: