8 Temmuz 2011 Cuma

Allah’ım yoksa rüyada mıyım!

Operasyonel yazar Cengiz Çandar “gizli olması gereken” hazırlık soruşturması sırasında medyaya servis yapan polisi ve “eline tutuşturulanı hiçbir hukuk ve ahlak filtresinden
geçirmeden yayımlayan medya”yı “psikolojik harekat” yapmakla suçladı...
Bir an şüphelendik, “Allah’ım yoksa bu bir rüya mı” diye... Oramızı buramızı çimdikleyip test ettikten sonra gördük ki gerçekten Cengiz Çandar yazmış aşağıdaki cümleleri:
“...Polis, medyaya cömert bir servis yapıyor. medya, hiçbir hukuk ve ahlak filtresinden geçirmeden, eline tutuşturulanı yayımlayarak psikolojik harekâta aracılık yapıyor.”


***

Aziz Yıldırım merkezli şike soruşturmasında “polisin sızdırdığı bilgi ve yazılı/görsel belge” leri yayımlayan gazete ve televizyonları hedef alan yeni bir “etik” tartışması başladı.
2007’deki Ümraniye baskınından itibaren yaşadığımız süreçte, toplumun hemen her kesimine kanıksatılmış olan “medya yoluyla ihbar/infaz”la ilgili olarak, “vicdanlara sığar mı” çıkışı yapan isimler hayli ilginç.
İnanmazsınız, bavulla sızdırılan evrakı doğruluğunu soruşturma ihtiyacı duymadan yayımlayan Taraf’ın, okyanus ötesi tedrisatından geçmiş komiser yazarı Emrullah Uslu bile medyayı “soruşturmanın gizliliğini ihlal”le suçladı twitter’daki adresinde!
Kim kimin üstüne, hangi “hatasızlık” referansıyla çullanıyor anlamak güç çünkü “ilk taşı atacak” kadar günahsız kimse yok bu sektörde?
Fatih Altaylı’nın, “fişlenen Aziz Yıldırım” fotoğrafından dolayı kendisini eleştirenlere verdiği cevaptaki gibi “Kimse kızmasın. Hele hele onun bunun evinin salonuna kadar girip gizli kamerayla kovalayanlar, 28 şubat sürecinde servis edilen görüntüleri televizyonlarda döndüre döndüre yayınlayanlar hiç!”

***

Dün bir anda medyanın ahlak zabıtalığına savunan Cengiz Çandar diyor ki;
“... Araya ‘şike operasyonu’nda ele geçirilen (Aziz Yıldırım’la ilişkisi yok) 8 ruhsatsız silahın görüntüleri de sokuşturuluyor.
Görüntülerde bir suçun suçüstü ortaya çıkarılması yok elbette. Ama böyle bir algı yaratılıyor Aziz Yıldırım üzerinde.
Tipik bir psikolojik harekât örneği. Daha ifadesi bile alınmamış birinin kamuoyu nezdinde infazı sağlanıyor.”
Haydi hepimiz bu satırların altına imza atalım atmasına da... Bu yazı, sadece henüz “şüpheli” durumunda olan kişinin adı değiştirilerek, yani “Aziz Yıldırım” yerine, onunla aynı mağduriyeti hatta çok daha ağırını yaşayan bir başkasının ismi yazılarak, bir başka gazeteci tarafından, bir başka gazetede yayımlanmış olsa...
Cengiz Çandar imzasını atar mıydı; mesela aşağıdaki satırların altına:
“... Araya operasyonda ele geçirilen (Mustafa Balbay’la ilişkisi yok) 8 ruhsatsız silahın görüntüleri de sokuşturuluyor.
Görüntülerde bir suçun suçüstü ortaya çıkarılması yok elbette. Ama böyle bir algı yaratılıyor Balbay üzerinde.
Tipik bir psikolojik harekât örneği. İfadesi bile alınmamış birinin kamuoyu nezdinde infazı sağlanıyor.”
İlhan Seçuk da olabilir aynı metnin ana karakteri, Tuncay Özkan da, ne bileyim dededen kalma çifteyle darbe yapacağı algısı yaratılan Vedat Yenerer de...
Çandar, sözüm ona meslektaş olduğu bu isimlerin bile “medya yoluyla linci”ne seyirci kalmış biri diye seçtim bu kişileri...
Yoksa Silivri, Metris, Hasdal orada; isimlerden isim beğenin; dileyen Mehmet Haberal’ı koysun Aziz Yıldırım’ın yerine, dileyen Engin Alan’ı, dileyen Atilla Uğur’u...
Bırakın, oturup bu insanları, masumiyet karinesini görmezden gelerek “suçlu” ilan eden
medyanın, “polisin psikolojik harekat aracı” olduğunu ifşa eden bir yazı döşenmeyi, Çandar bunu yapanları da sindirmek, ürkütmek, kalemlerini törpülemek için elinden gelen gayreti sarf
etmedi mi?
Dün kendi yazdıklarını, bir yıl önce, iki yıl önce, üç yıl önce yazanları “darbeci” diye hedef göstermedi mi?
Kafası bu şekilde işliyorsa Çandar da şike çetesinin “kullanılabilir gazetecisi” olmuyor mu şimdi?

***

Madem “hukukun ayaklar altına alınmasıyla ’adalet’e nasıl ulaşılamaz”dı.
Madem “medyanın hiçbir şeyi sorgulamadan, polise inanma yolunu seçmesi” yanlıştı.
Madem “medyanın boru-trampet takımıyla üç gün üst üste gürültüyle açıkladığı ’bilgiler ve bulgular’ın fos çıkması operasyonun inandırıcılığına ikna olmamak için yeterli”ydi.
Siz niye hiçbirinin gereğini yerine getirmediniz peki?

***

Poyrazköy İddianamesinin tamamlanması üzerine 29 Ocak 2010’da yayımlanan yazısında, Çandar “acaba” bile demeden, üstelik “acaba” diyenleri de kınayarak, bakın nasıl veriyor yargısız infaz hükmünü:.
“İnanamıyor musunuz yoksa? Bu cinayetlerin zamanlamasıyla, 2007 cumhurbaşkanlığı krizi ve e-muhtıra arasında hiçbir bağ bulunmadığını kim öne sürebilir?”
Ve bakın 24 Ocak 2010’da hem de Taraf’ın “hiçbir hukuki ve ahlaki filtreden geçirmeden” yaptığı yayına dayanarak nasıl hedef gösteriyor sözde aynı mesleği icra ettiği kişileri:
“Bir askeri darbe halinde medyada ‘yararlanılacaklar listesi’ne isimleri yazılan 137 kişi arasında, son derece isabetli bir tercihle isimleri yerleştirilmiş olanlar var.”
Aziz Yıldırım’la ilgili yayınların arasına ilgisi olmayan silah görüntülerinin sokuşturulmasına itiraz eden Çandar’ın, 27 Kasım 2010’da “silahlar, bombalar, cephaneler...” diye uzun bir liste sıralayıp “Bu tabloya bakıp ‘şu Ergenekon konusu ciddi mi gerçekten?’ gibisinden ’uzaylı bir soruyu’tartışma ciddiyetsizliğine düşmeyeceğini” ilan etmesini, dahası, gazeteciliğin gereği olan bu soruyu soranları da “Ergenekon’a ilişkin bilinçli ve sistemli bir ’karartma’halindeki ‘o güzel kalemler’” olarak nitelendirmesini nereye koyacağız peki?
Geçmişte haklarındaki iddianamenin açıklanmasını dahi beklemeden “yöneltilecek suç isnadları” üzerinden sayısız insanı kamuoyu önünde infaz etmiş, infaz edilmesini desteklemiş birinin dünkü yazısı medyanın namusunu kurtarmaya yeter mi!

Bu manşetleri sen savunmadın mı
Cengiz Çandar, Ümraniye, Kafes ve Balyoz Soruşturmaları sırasında, “bavulla” sızdırılan evrak üzerinden yürütülen yargısız infazı savunmuş, hatta “medya etiği”nden bahsedenlere, “Taraf’a diş bileyeceğinize, yürüttüğü mücadeleye destek verin” çağrısı yapmıştı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder