14 Temmuz 2011 Perşembe

Blöf değil reel politik

Bir yanda Avrupa Birliği'ni bakanlık haline getirmek, diğer yanda "İlişkileri dondururuz" demek...

Ne demek bu?

Ahmet Davutoğlu'nun "AB ile ilişkiler tıkanır, donar" ifadesi, bazı çevrelerden tepkiler aldı. Blöf gibi, tehdit gibi yorumlandı.

Oysa ne blöftü, ne tehditti, Kıbrıs için çözüm iradesiydi, apaçık bir uyarıydı, reel politik hatırlatması idi.

Davutoğlu önce Kıbrıs'a gitti, Derviş Eroğlu ile birlikte, Rumlar'la toprak ve mülkiyet konuları dahil her konuyu görüşmeye hazır olduğumuzu, bu yıl sonuna kadar çözüm bulunabileceğini ve yılbaşında referanduma gidilebileceğini açıkladı.

O zaman bu acil çözüm talebi karşısında şaşkınlık yaşanmıştı; acaba bazı tavizler verilmesi için hazırlık mı yapılıyor kaygıları dile getirilmişti.

Şimdi tam tersi duygular seslendiriliyor:

- AB'yi gözden mi çıkardık?

Oysa, Kıbrıs'taki açıklamalar içinde şu da vardı:


- Eğer bu yıl içinde çözüme ulaşırsak, 1 Temmuz 2012'de AB Dönem Başkanlığı sırası geldiğinde Kıbrıs adına, çözüme ulaşmış, adadaki iki toplumu temsil eder hale gelmiş bir Kıbrıs devleti görev üstlenir.

Bu kadar netti.

Davutoğlu'nun son sözleri, aslında projenin mütemmim cüz'üdür.

Yani, çözüm olmadı ve AB'de Kıbrıs adına dönem başkanlığı geldi, ne olacak?

Bunun cevabı, "Bugüne kadar AB'nin Türkiye'ye dayattığı ilişkinin aynısı olacak" şeklinde mi olmalıdır?

Bunu Türkiye kabul eder mi?

AB Kıbrıs'ta çözüm olmadan Rumlar'ı tek taraflı olarak bünyesine aldı ve Türkiye'nin karşısına oturttu. Sonra da "Kıbrıs'ı temsilen Rumlar'ı tanı" dayatmasında bulundu. "Gümrük Birliği'ni uygula, limanlarını aç vs..." dayatması budur. Türkiye de bunu kabul etmenin Kıbrıs'ta Türk varlığını silmek anlamına geldiğini bildiği için direniyor, bu yüzden de AB'de, Türkiye'nin cezalandırılması anlamına gelecek nitelikte fasıllar açılmıyor, askıda tutuluyor.

Ardından "Türkiye ya da AK Parti hükümeti, "AB ile ilişkileri ilerletmiyor" diye suçlama faslı geliyor, bu suçlamalar da bizde, kimi liberallerimiz tarafından hoyratça tüketiliyor.

Şimdi Türkiye, bir yıl önceden uyarıyor, diyor ki:

- Bir yıl süre var. Çözüm için Rumlar'ı zorlayacak mısınız ne yapacaksınız, düşünün. Kıbrıs'ta bir sorun var. Bu sorunu, Rumlar'dan yana tavır koyarak çözemezsiniz. Bu AB'nin hukukuna da aykırıdır. Şu ana kadar bir yanlış yapıldı ve Rumlar adına AB, hem Türkiye'ye hem Kıbrıs Türk halkına dayatmalarda bulundu. Bunu kabul edemeyiz.

- Bu bir yıl içinde çözüm gerçekleşmez, bir yıl sonra Kıbrıs için dönem başkanlığı sırası geldiğinde, Rumlar'ı Türkiye'nin karşısına çıkarırsanız, bu, Türkiye ile ilişkileri tıkamak, dondurmak anlamına gelir. Yani bunu bizzat AB tercih etmiş demektir.

Bütün bu değerlendirmeler yanlış mı?

Ahmet Davutoğlu'nun net sözleri şöyledir:

"Rum tarafı bu müzakereleri geciktirerek Temmuz 2012'de tek taraflı dönem başkanlığını alırsa bu sadece adada bir çözümsüzlük anlamına gelmez aynı zamanda Türkiye ile AB ilişkilerinin tıkanıklığın ötesinde donma noktası anlamına gelir. Biz Rum Kesimi'nin çözüm olmadan üstleneceği bir dönem başkanlığında Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin sürdürülebileceği kanaatinde değiliz. Yani o dönem için bizim herhangi bir şekilde Rum Yönetimi dönem başkanlığını muhatap almamız söz konusu değildir. Bu tıkanıklığı aşmanın tedbirlerini de şimdiden almalıyız. Bu tedbir de açık şekilde çözümün bu sene sonuna kadar gerçekleşmesi ve gelecek sene içinde karşılıklı onaylarla yeni Kıbrıs devletinin dönem başkanlığını alması.

Gerçekten Türkiye-AB ilişkilerinde stratejik kararlar alma vakti gelmiştir. Tıkanıklığın kilidi, anahtarı bir anlamda Kıbrıs'ta alınacak mesafedir. Bir tarafta sürekli inisiyatif alan Türk tarafı var, diğer tarafta da konuyu zamana yayma teşebbüsünde olan ve bu yolla AB'de adanın tümünü temsil edecek şekilde dönem başkanlığını üstlenme çabası içinde olan Rum tarafı var."

Bu sözler açıkça "Bizimle oynamayın" çağrısıdır.

Türkiye kendisini bu özgüven noktasında görüyorsa, bize de onu sadece selamlamak düşer.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder