2 Temmuz 2011 Cumartesi

İlk Meclis’ten son Meclis’e

İlk Meclis’i “en yaşlı üye” sıfatıyla Sinop Milletvekili Şerif Bey açmıştı. Yaptığı açış konuşması, Oktay Ekşi’nin ideolojik saplantılarını yansıtan açış konuşmasına hiç benzemiyor. Buyurun okuyun:
“Burada bulunan saygıdeğer insanlar! İstanbul’un yabancı kuvvetler tarafından işgal olunduğu ve tüm temelleriyle halifelik makamının ve hükümet merkezinin bağımsızlığının yok edildiği hepimizce bilinmektedir.”
“Bu duruma baş eğmek, ulusumuzun bize sunulan yabancı köleliğini kabul etmesi demektir. Ancak, tam bağımsızlık ile yaşamak için kesin olarak kararlı bulunan ve ezelden beri özgür ve başına buyruk yaşamış olan ulusumuz kölelik durumunu son derece sertlik ve kesinlikle reddetmiş ve hemen vekillerini toplamaya başlayarak yüksek meclisinizi meydana getirmiştir.”

“Bu Yüksek Meclisin en yaşlı üyesi sıfatıyla ve Allah’ın yardımıyla milletimizin iç ve dış tam bağımsızlık içinde alın yazısının sorumluluğunu doğrudan doğruya yüklenip, kendi kendisini yönetmeye başladığını bütün dünyaya ilan ederek, Büyük Millet Meclisi’ni açıyorum.”
Gördüğünüz gibi, iki açış konuşması arasındaki fark yüzde yüzdür...
Şerif Bey’in açış konuşması vatan sevgisi, istiklal aşkı, hürriyet isteği, kurtuluş umudu kokuludur...
Ekşi’nin açış konuşması ise ideolojik, saplantılı ve kendi içinde çelişkilidir...
Ayrıca ilk Meclis’in din ve hilafet üzerine vurgularını da hatırlamak lâzım. Zaten “Heyet-i Temsiliye Namına” vekilleri toplantıya çağıran Mustafa Kemal Paşa, açılışın Cuma gününe rastlatılmasından özenle söz etmiş, “Cuma gününün ruhaniyetinden faydalanma” amacını açıkça dillendirmiştir. Meşhur “tamim”in ikinci maddesi şu şekilde yazılmıştır:
“Vatanın istiklali, yüce Hilafet ve Saltanat makamının kurtulması gibi en mühim ve hayatî vazifeleri yerine getirecek olan Büyük Millet Meclisi’nin açılış gününü Cuma’ya denk getirmekle zikrolunan günün mübarekliğinden istifade ve bütün milletvekilleriyle birlikte Hacı Bayram-ı Veli Camii’nde Cuma namazı kılınarak Kur’an’dan ve namazdan feyz alınacaktır. Namazdan sonra Peygamberimizin sancağı ve Sakal-ı Şerif’i taşınarak Meclis önüne gidilecektir.”
“Meclis binasına girilmezden önce bir dua yapılacak ve kurban kesilecektir. Bu merasim esnasında, Hacı Bayram-ı Veli Camii’nden Meclis binasına kadar Kolordu Kumandanlığı’na bağlı askerler hususi tertibat alacaklardır.”
İlk Meclis bu havada açılmış, Reisliğe M. Kemal Pasa, reis vekilliklerine ise Mevlevi Postnişini Abdülhalim Efendi ile Hacı Bektaş Çelebisi Cemaleddin Efendi (İkisi de tarikat şeyhidir) seçilmiştir.
28 Nisan’da “Meclis Başkanlık Divanı” adına Mustafa Kemal Paşa, Sultan Vahideddin’e şu mealde bir telgraf çekmiştir:
“Millî savunmamızı padişahlık makamına bir ayaklanma gibi göstermek isteyen ve halkı kandırmak için durmadan çalışan hainler var. Milleti birbirine kırdırmak istiyorlar. Oysaki vuran da vurulan da hepsi sizindir... Kalbimiz size bağlılık ve kulluk duygularıyla dolu olduğu hâlde tahtınızın etrafında her zamandan daha sıkı bir bağla toplanmış bulunuyoruz.”
Sonra ne olduysa oldu, zaferden sonra her şey değişti. Dualar ve tekbirlerle açılan Meclis’te dua yasaklandı...
Bu hızlı değişimin ilk işaretini Birinci Meclis’in İzmir Meb’usu Mahmud Esat Bey’in (Bozkurt) anılarında okuyoruz:
“(ilk günlerde) Meclis’te müezzin beş vakit ezan okur, imam cemaatle namaz kıldırırdı. Dikkate değer ki, Kurtuluş Savaşları zaferle taçlandıktan sonra, Atatürk Ankara’ya döndü. Meclis kapısı önünde resmî üniformasıyla bekleyen imam efendi Atatürk’ü durdurdu, ellerini kaldırdı. Fakat duaya başlar başlamaz Atatürk hiddetle, ‘Burada böyle şeylere lüzum yoktur, bunları camide yapabilirsiniz. Biz savaşı dua ile değil, Mehmetçiğin kanı ile kazandık!’ dedi ve imamı kovdu.”
Zafer kazanıldıktan sonra, ne olduysa oldu birden her şey değişti...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder