11 Temmuz 2011 Pazartesi

Ne pahasına barış?

Ne efsunkar -büyüleyici- kelimedir “barış”! Savaşı sevmek, “barışı” istememek için deli, manyak olmak gerekir. Hele benim gibi savaşın ne olduğunu yakından gören bir insanın savaşı sevmesi, istemesi mümkün mü?
Ülkemizde, sadece Güneydoğu’da, dağlarda değil, bütün yörelerde, kentlerde süren “asimetrik” savaşın durmasını, “barışçı” bir çözüme bağlanmasını, ülkenin huzura kavuşmasını kim, hangi vatansever istemez!
Ancak olay bu kadar basit değil; “savaşın bedeli” ağır olduğu kadar,  “barışın” da bedeli çok ağır olabilir. Savaşta, ne pahasına “zafer” ve ne pahasına “barış”?

***

Kürt sorununun tarihi köklerini ve sorumlularını, “bölücülüğün uzun tarihini” bir tarafa bırakalım, önce bu “kirli savaşı” son “Kürt isyanını” kim başlattı, neden başlattı ona bakalım... “Kürt sorununun” öteden beri -Osmanlı’dan beri- devletin başına bela olduğu malum. Tarihte ve sonra Cumhuriyet ve Cumhuriyet öncesi dönemlerdeki bir dizi Kürt başkaldırılarının hiç biri, Kürt kimliğinin, kültürünün inkarı ve “anadilde eğitim” için çıkarılmamıştı.. Başta yabancı tahrikleri, aşiret kavgaları ve de gerici öğeleri vardı. Mesela Şeyh Sait isyanında ümmetçilik konusunun bulunduğunu Şeyh Sait’in kendisi dolaylı bir şekilde ikrar ediyor: “Ümmetçilik olsaydı Kürt sorunu çözülürdü” demiş...
Aslında bütün sorunlara ve hatta devletin hatalarına rağmen Cumhuriyet döneminde normal seyrine bırakılsaydı, Kürtlerin Türk milletine entegre edilmesi mümkün olacaktı.. İşte buna fırsat vermek istemediler! Apo’nun isyanı çıktı!
Kürt isyanları üzerine Mustafa Kemal çözümü “Ne mutlu Türküm diyene” formülüne bağladı.
Sormak gerek; son tahlilde vatanın bütünlüğü açısından Türklerle Kürtlerin ayrılması mı yoksa entegre olmaları mı daha iyi olacaktı? Devlete isyanı Apo, 1984’de Eruh ve Şemdinli’deki karakol baskınıyla ilan etti ve binlerce insanımızı öldürdü. Şimdi bu gerçekler unutulmuş, unutturulmuş “barışçı çözüm” bu eşkıyanın yol haritasıyla olacak... Apo, şimdi barış havarisi, pişmanlık ifade edeceği yerde, muzaffer bir kumandan gibi devlete barış şartlarını dayatıyor. Akıllara ziyan!

***

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun Orta Doğu’su galipler tarafından paylaşılırken, biri İngiliz diğeri Fransız iki diplomat paylaşmayı masa üstünde hudutları adeta cetvelle çizerek tespit etmişler ve Irak Devleti de böyle kurulmuştu. Tarihçi David Fromkin buna “bütün barışlara son veren barış” demişti. Eğer uyanmazsak, Kürt sorunundaki “barış”da Türkiye ve Türklük açısından, böylesine bir “barış” olacak’
Böylesine bir “barışın” Apo ve Kandil’den posta ulağı olan Hasan Cemal, romantik yazısında barışa engel olacak unsurun “milliyetçilik” olduğunu iddia ediyor... Kürt milliyetçiliği değil de Türk milliyetçiliği!
Kürtlerin Hasan Abisi, postacı olarak katıldığı “barış” konusunda aklınca romantik bir alegori yapıyor; “zeytin dalı” değil; “Güneydoğu’daki ceviz ağacıyla, Batı’daki meşe ağacı arasında barış!”
Hasan, “Tarihin Kabusundan kurtulmak” diye dedesine, onurlu Türk Paşası Cemal Paşa’ya taan ediyor (kötülüyor): Diyor ki: “Dedem Cemal Paşa’nın memleketi İttihat Terakki milliyetçiliğinden Cumhuriyet’in kuruluşuyla bugünlere sarkan ve bu topraklarda barışa illet olan bütün hastalıkları düşünüyorum.. Ne büyük acılar yaşandı milliyetçilik yüzünden!”
Kürtlerin “Hasan Abisi”, Ermenilerin, Hrant Dink’in sevgili “kardeşi” işte böyle... Dedesini inkar eden, onu Tiflis’te öldüren Ermenilere arka çıkan, kendi ordusunun evine bomba atacakken, şefinin talimatıyla, bomba elinde kalan bu eski terör örgütü üyesine ne demeli?. Adını siz koyun!
“Tarihle yüzleşmek, tarihle barışmak, tarihin esiri olmaktan, tarihi sırtımızda çok ağır bir yük olarak taşımaktan kurtulmak gerek” . Bir bakıma çok doğru, ama tarihi doğru okumak ve tarihten ders almak şartıyla! Tarihin mezarlıkları, tarihten ders alamayanlarla dolu!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder