11 Temmuz 2011 Pazartesi

UFO denilince


Gezici UFO sergisi vesilesi ile eski bir yazımı köşeme koyuyorum; Fenerbahçemin başına gelenlerden sonra bu yazı daha da mühim oldu.
Selamün aleyküm Uzaylılar!
Bundan bir kaç sene kadar önce, uzun zaman düşündükten sonra karar vermiştim ki benim kurtuluşum şu iki şeyden birine bağlıdır;
Ya lotodan büyük bir ikramiye kazanırım ya da Uzaylılar gelip beni kaçırırlar.
Bugünkü şartlarım göz önüne alındığında da kurtuluş çarelerimin hala değişmemiş olduğunu görüyorum, dedim ya, kurtuluşum ya lotoyu  kazanmakta ya da hayırlısı ile Fezaya kaçırılmakta.
Loto oynamaya 1987 senesinde Avustralya'da başladım. O günden beri de seyahatte iken İngiltere'de ve her zamanda Türkiye'de loto oynarım. Her türlü numarayı denedim. Kendimin ve yakınlarımın yaş günü rakamları, telefon numaraları, Fenerbahçenin maç tarihleri ve maç neticeleri Yani her türlü numara var. Son senelerde bunlara bir de Lost'un numaraları eklendi. Şimdiye kadar en fazla 4 tuttum ama ümitliyim ve dimdik ayaktayım ve ateşe devam.

Gelelim Uzaylılara. Dikkat etti iseniz Uzaylı derken büyük U kullanıyorum. Bu onlara olan hürmetimden geliyor.
Uzaylılar gelip bana para vercek değiller elbet. Ama biliyorum ki beni gemilerine aldıkları an vücudumdaki bütün ağrılar geçecek. 20 yaşımdan beri ağrıyan dizim ve belim anında düzelecek. Dört yaşından beri gözlük takıyorum tabi Uzaylı dostlarım buna da anında çare bulacaklar ve belki de ömrümde ilk defa doğru dürüst görebileceğim. Ayrıca biri hariç hepsi dökülen alt çene dişlerim yeniden çıkacaklar.
Sonra bana çok şey öğretecekler, belki de muhteşem bir bilgisayar ile kokunç gelişmiş bir fotoğraf makinası hediye edecekler. Kim bilir belki uçmayı bile öğretirler!
Ancak bugüne kadar Uzaylılar ile hiç bir irtibatım olmadı. Ne uçan daire gördüm ne de gaipten sesler geldi. Halbu ki ben bu tarz münasebetlere alışkınım. Rüyamda Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman, Mustafa Kemal, John Kennedy, Adnan Menderes, Yahya Kemal, Münir Nurettin, Hacı Arif Bey  ve benzeri zevat ile sık sık görüşür ve onlara elimden geldiği kadar müşavirlik yaparım.
Geçen gece işarete yakın bir ışık aldım. Oturmuş yine Uzaylıları bekliyordum, televizyonu açtım, aa o ne! 'Encounters of the third kind' filmi oynamıyor mu! Başka kanala geçtim orada da Kumburgaz'da görülen UFO'lar  gösteriliyordu. Haydi hayırlısı!
Ama karım bu konudaki ümitlerimi baltalıyor 'Seni Uzaylılar almazlar' diyor. Sebebini sorduğumda da 'Çok şişmansın, hem adamların gemisisni batırırsın hem de yiyeceklerini bitirisin, üstelik dişlerin de yok!' cevabını veriyor.
Ne olacak bu konuda bilgisi olmayan bir insandan başka ne beklenilir ki? Kardeşim, Uzaylılar at mı arıyorlar ki dişe baksınlar? Onların aradığı benim gibi liyakatli bir adam!
Lütfen boğulmayın ama balık yiyin
Bu mevsimde zaman zaman yazdığım bir yazının tekrarında fayda görüyorum
Havalar artık ısınmaya başlayacakmış. Demek ki Türkiye'de boğulma mevsimi geldi.
Şair 'Madem yüzme bilmezdin, neden çıktın kavak ağacına?' diye sormuş.
İstanbul'da yaşayanların çoğunun doğru dürüst yüzme bildiklerini zan etmiyorum, komik ve trajik ama doğru. Her tarafımız deniz olmasına rağmen biz denizden korkan bir milletiz. İstanbul ilk kurbanlarını Perşembe günü vermiş bile. Şile'de deniz bisikletine binen üç lise öğrencisi maalesef boğulmuşlar.
İstanbul'un Kilyos, Şile ve Boğaz bölgelerinde denize girmek için yüzme bilmek de yetmez.
Boğaz'ın deli akıntıları, Kilyos ve Şile'nin haşin dalgaları ve hain kumu değme yüzücüleri de alır götürür. Hele o kum insanın ayağı altında bir kaynar, bir kaynar ve ne olduğunu anlamadan tepetaklak olursunuz.
Gelin kendiniz için faydalı bir iş yapın, bu hafta sonu denize girmeyin, hayatta kalın! Daha doğrusu, doğru dürüst yüzme öğrenene kadar denize sakın girmeyin.
İstanbul ahalisi yüzme bilmiyor da başka vilayetlerde yaşayanlar biliyorlar mı sanki? Hiç zannetmem. Çünkü her sene Türkiye'de deniz, göl, dere, nehir, baraj kısacası her türlü suda bir sürü insan boğulur. Her nedense Barabaros Hayrettin Paşa, Oruç ve Turgut Reis'lerin torunu olmakla iftihar eden biz Türkler deniz ile pek barışık değiliz. Sarıyer'de yaşayan bir vatandaş, Beykoz'a vapur veya motor ile gitmek yerine otobüs ve minibüs içinde azap çekerek 2 deniz millik mesafe yerine 50 kilometre kara yolunu tercih eder. Denizden çıkan şeyleri yemeyi pek sevmez. Rahatlıkla 'Denizden babam çıksa yerim!' deriz ama istatistikler bizi yalanlar. Türkiye'de kişi başına deniz mahsulleri tüketimi son derece düşük. Kişi başına günde 10-15 gram gibi komik bir rakam. Afrika'daki Namibia adlı memleket ahalisi bile bizim üç mislimiz balık yiyormuş.
Denizden hakikaten babası bile çıksa yiyen Japonya'da insan ömrü artık 100 yaşı rahatlıkla geçmeye başladı. Japonlar, Türklerin yirmi misline yakın balık yiyorlar. Sık sık yedikleri yosun ve kabuklu deniz mahsulleri de işin cabası. Deniz mahsullerindeki bazı yağlar kalp ve kanser hastalıkları için şahane birer ilaç.
İki yaşlı hanım otobüste konuşuyorlardı. Biri sordu:
'Sahi kardeş, kaç yaşındasın sen?'
'Biliyorsun işte, otuz. Peki sen kaç yaşındasın?'
'Ben de yirmi yedi.'
Sonra ikisi de yanlarında ayakta duran ve konuşmalarına kulak misafiri olan
genç kıza sordular:
'Kızım sen kaç yaşındasın?'
'Sizin hesaba göre daha doğmadım ben!'

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder