16 Eylül 2011 Cuma

MİT-PKK görüşmesi

Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT), hükümetin verdiği direktifler doğrultusunda Abdullah Öcalan’la ve PKK’yla görüşmeler yaptığı bilinen bir “sır”dı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da, devletin ilgili kurumları görüşebilir, diyerek dolaylı biçimde görüşmelerin varlığını ifade etmişti.
Terör örgütleriyle bu tür görüşmeleri ilk kez Türkiye yapıyor değil. İngiltere’nin IRA’yla, İspanya’nın da ETA’yla benzeri görüşmeler yaptığı, sonrasında müzakere aşamasına geçildiği biliniyor. Bu bakımdan Türkiye’nin de aynı yöntemi kullanması şaşırtıcı değil.

Gizlilik ilkesi

Müzakere-mücadele

MİT-PKK görüşmesinin ses kayıtlarını yayınlayarak Erdoğan'ı "bitirmeyi" ya da ona "göz dağı verme"yi amaçlayanların avuçlarını yaladıkları çok çabuk belli oldu.

Tıpkı referandum öncesi "Hükümet PKK'yla görüşüyor" çıkışını yaparak evet oylarını düşürmeyi hedefleyenler gibi bu defakiler de hayal kırıklığına uğradılar. Aklı başında herkes "Ne var bunda? Biz zaten görüşüldüğünü biliyorduk" dedi ve geçti gitti.

Hükümeti yıpratmak için bu tip tezgâhlardan medet umanların zaafı, kamuoyunun sağduyusunu hafife almaları. Oysa hükümet bu sağduyuyu "içinden" tanıyor. Attığı her adımda halkın nabzını elinde tutmayı başarıyor.

Darbeci kim?

Türkiye’deki Ergenekon ve Balyoz davalarında, sanıklar, çete kurarak, hükümeti yıkmak girişimi ile yargılanıyor. Gerçi Oda.tv iddianamesinde, kitaplardan, haber tartışmalarından başka bir delil yok ama orada da “yorum yaparak siyaseti etkilemek” suç gibi gösteriliyor!
Türkiye Cumhuriyeti hükümeti ise alenen Tunus, Libya, Mısır ve Suriye hükümetlerini devirmek için çalışıyor. Hatta, Libya’da isyancıları Türkiye’den giden özel harekatçıların eğittiği de sanki bir başarı imiş gibi takdim ediliyor. Herkes takdir eder ki hükümetin bilgisi olmadan, emekli de olsa Libya’ya hiçbir özel harekatçı gidemezdi! Zaten isyancılara parayı üç ayrı uçakla gönderdiklerini de itiraf ettiler!

Kana petrol karışınca Libya’ya leş kargaları üşüştü

Yağmaya hücum!..
Bir gazetenin başığı aynen şu şekildeydi dün: “Yes you can!”
Utanmadan gaz veriyorlar bir de...
“Evet yapabilirsin!”
Yapamazsan da “no problem”, yaptırırız be abi!
İsyan nedir, nasıl çıkarılır, kimlerle işbirliği yapılır bir bir anlatır, baktık hâlâ “rolü”nün ne olduğunu kavrayamamışsın, bir de provasını yaptırırız; kostümlü, kostümsüz... Bize hepsi uyar!
Dünkü gazetelere bakılırsa, uymuş da zar: Libyalı muhalifleri Türk özel harekâtçılar eğitiyormuş. “Hedef” ülkeye “gazeteci” kılığında sızdıktan sonra, “isyancı adayları”nın “koç” luğuna başlamışlar:
Teknik, taktik...

Avrupalıların kafa yapıları acaba değişebilir mi?

Ulusların kendi dışlarındaki milletleri kategorize etmeleri de zemine ve zamana göre değişiyor.
Komünizmin veya Sovyet Kızıl Ordusu'nun kapitalist dünyayı tehdit ettiği Soğuk Savaş döneminde Batı Avrupalılar Türkleri
"Hür Dünya'nın sınır bekçileri" olarak görürlerdi.
Türklerin dinleri, gelenekleri falan önemli değildi.
"Askeri demokrasi"nin varlığı da önemsizdi.
Türkler Kore Savaşı'nda komünizme karşı mücadele eden silah arkadaşlarıydı.
Eğer 1970'lerin sonunda dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'in "Onlar ortak biz pazar olacağız" içerikli sabit görüşü olmasaydı, Türkiye de 1980'lere Yunanistan'la birlikte AB üyesi olarak girebilirdi.
Bugün ise Batı Avrupalılar Türkleri "Farklı kültüre sahip Müslümanlar" olarak görüyorlar.

MİT, dünyayı nasıl okuyor?

16 Eylül 2011 Cuma
Gündemin arasında kaynayıp gitmiş gibi görünse de, MİT-PKK görüşmesi olarak kamuoyuna yansıyan kayıt, uzun süre tartışılacak gibi. Henüz, bahse konu kaydın ve ondan ortaya dökülen metnin doğruluğuna dair bir bilgimiz yok. Metinde kopukluklar, hatta tuhaf karşılanacak sözler var. Ama geneline baktığınızda böyle bir konuşma, adı geçen taraflar eliyle gerçekleşmiş izlenimi veriyor.
Buraya kadar bir sorun yok. Terörle mücadele zorlu bir süreç ve esasen bu sürecin belki de en mayınlı alanlarından birisi bu tür müzakerelerin yürütülmesi. Dolayısıyla bu meseleyi niçin müzakere ettiğimizi değil, nasıl müzakere ettiğimizi tartışmak çok daha akıllıca olur. Türkiye, terörle mücadele ederken, karşısındaki sorunun kaynağı, nasıl bir yönde gelişebileceği, bunun siyasal, toplumsal, hatta uluslararası maliyetlerinin ne olabileceği konusunda yeterince kafa yormadı. Meselenin ‘Bunlar bir avuç eşkıyadır, devlet bunlara boyun eğmez’ şeklinde ele alınması, yahut TRT bültenlerine sıkça konulan ‘Örgütte çözülmeler başladı, ha bitti ha bitiyor’ haberleriyle yansıtılması, bize gerçekten pahalıya mal oldu.

İstihbarat zafiyeti

PKK ve MİT

Benim anladığım sadece çözüme yönelik güçlü ve kararlı bir iradenin mevcudiyeti. Türkiye'nin terör sorununu çözmek üzere iş başında risk alan siyasetçiler var.

Daha ötesi risk alan devlet adamlarının önü, hükümet tarafından sonuna kadar açılıyor. Hakan Fidan'ın MİT Müsteşar Yardımcısı görevinde iken PKK'nın lider kadrosundan Sabri Ok ve Zübeyir Aydar ile yaptığı görüşmenin, daha ötesinde konuşulan konuların başka bir anlamı var mı?

Hükümetin onayı ve talimatıyla, devlet adına Abdullah Öcalan'la görüşmeler yürütüldüğü zaten biliniyordu. Benzer görüşmelerin PKK'nın lider kadrosu ile Avrupa'da sürdürüldüğü, hatta İmralı ile PKK'lılar arasında devlet kontrolünde haberleşmenin sağlandığı ve bunlardan altıncısına, 2010 yılının başlarında Başbakan'ı temsilen Hakan Fidan'ın da katıldığı toplantının dinleme kayıtlarından anlaşılıyor. Konuşulanları öğrenince sorulacak soru çok basit: 'Eee, ne olmuş?'

Kılıçdaroğlu'nun kıvıramadığı şey nedir?!...

16 Eylül 2011 Cuma
PKK ile MİT arasında yapıldığı iddia edilen görüşmeye ait ses kaydı internete düştü ya... 'Tamam' dedim, 'şimdi gayrı-yandaş abiler ve ablalar iktidara o biçim giydirecekler..'
Tahmin ettiğim gibi olmadı... Üç beş ulusalcının miyavlaması dışında fazlaca ses çıkmadı.. Ama eminim ki, bundan bir kaç sene önce böyle birşey olsaydı ortalığı ayağa kaldırırlardı...

Bunun bir kaç sebebi var... 'Kürt sorunu' ifadesini kullananı dahi vatan haini ilan etmek, PKK ve terör üzerinden sürekli iktidarı dövmek bir işe yaramadı...

Neticede ultra-ulusalcı Kemalist anlayış artık hiç bir şekilde itibar görmüyor bu toplumda... En marjinal fikirler dahi, her şey tartışılabiliyor...

Bunun yanısıra bir de 'yüz' lazım ortalığı velveleye verebilmek için!...

Kuşkularımı sizlerle paylaşıyorum

16 Eylül 2011 Cuma
Devletin dünyanın bir yerinde PKK’lı bilinen kişilerle görüşmesinin kayıtları internet sitesine düştüğü andan itibaren kafamı en fazla kurcalayan konu şu: “Hakan Fidan o görüşmeye gittiğinde Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı mıydı, yoksa MİT’te müsteşar olmadan önceki ilk basamak olan Emre Taner’in yardımcılığına geçmiş miydi?”

Önemsiz mi gördünüz? Öyleyse dinleyin:

Ses kaydını dinlemek yerine metni okumayı, bunun için de Taraf gazetesini tercih ettim. Arşivimde de Taraf versiyonu bulunuyor. Taraf’ın iki yazarı metne eşlik etmek üzere aynı gün birer yorum yazmışlar; onlar da arşivimde...

Hakan Fidan ve “Sayın Öcalan” meselesi!..

Birkaç hükümet önde gelenine “Hakan Fidan’ın ne kadar iyi bir seçim olduğu ortaya çıktı” deyince kuvvetli onaylar almıştık.
Sayın Hakan Fidan, MİT Müsteşarı oldu olalı, özellikle “PKK terörüyle mücadele” alanındaki “istihbarat” zafiyetimiz önemli ölçüde giderildi.
Artık sık sık, filanca karakola saldırı hazırlığının tespit edildiği ve bu tespitler doğrultusunda alınan tedbirler sayesinde eylemin önüne geçildiği yönünde haberler ulaşıyor.
MİT’in istihbarat alanındaki zafiyetinin büyük ölçüde ortadan kalkması, bu alanda zaten iyi olan Emniyet İstihbarat’a ek motivasyon sağlıyor ve zaaflarıyla gündem işgal eden Askeri İstihbarat da bu “koordinasyon içindeki yarıştan” geri kalmamaya çalışıyor.

Barcelona değil, Trabzon!..

Milli takım dahil, son yıllarda bir Türk takımının bu kadar mükemmel bir futbol oynadığını görmedim.. Hatta bir dünya takımını da görmedim..
Futbol deyince, hemen herkesin aklına Barcelona geliyor. Bitmez tükenmez paslar yaparak rakibi, bu arada benim gibi anlamsız pas seyretmekten hoşlanmayan seyirciyi de bıktıran Barcelona..
Trabzon, maçın ikinci yarısında o Barcelona'yı da gölgeleyen bir futbol ortaya koydu..
Mucizeydi.. Neden?..

Başbakan laikliği savundu: Başımıza taş yağacak

Başbakan Erdoğan'ın Mısır'da yaptığı açıklama, "Bunu da gördüm ya...
Artık ölsem de gam yemem" dedirtecek cinsten...
Ben "geleceği de düşünen" her "akıllı"
Müslüman'ın, laikliği savunması gerektiğini defalarca yazdım.
Dindar insanların yönettiği TV kanalları da dahil olmak üzere, her yerde bu fikrimi açıkça savundum.
Tabii burada kastettiğim, Kemalistlerin ordu merkezli bir vesayet rejimini kurmak veayakta tutabilmek için halka dayattığı "otoriter laiklik" değil. Ben "özgürlükçü laiklikten" bahsediyorum.
***

Geleceği düşünen, akıllı Müslüman:
1) İslam'ın farklı biçimlerde yaşandığını bilir. Allah, Kuran ve Peygamber aynı olsa da, örneğin Suudi Arabistan'daki Vahabi İslam'ı ile İran'daki Şii İslam'ı farklıdır.
2) Değişik dinlerden insanların aynı ülkeyi, aynı devleti paylaşmalarını normal karşılar. Saflık arayışının bir tür ırkçılık olduğunu düşünür.

15 Eylül 2011 Perşembe

Dünya için gelecek tahminleri !

16 Eylül 2011 Cuma 03:00

Dünya ekonomisinin büyüme temposunun yavaşladığı artık giderek görülür hale gelmekte. Temmuzda ABD ve Avrupa'da bazı veriler biraz yukarıya dönmüş de olsa, ağustos ve eylülde Atlantiğin her iki yanında da ekonomik gidişata güven zayıfladı. Hem hane halkı hem de şirketler güvensizlik sergiledikçe, finansal piyasalardaki dalgalanma reel ekonomiyi artan dozda etkilemekte. Ağustos ayında ABD'de siyasilerin son ana kadar gerekenleri yapamaması ve ülke ratinginin düşmesi önemli negatif etki yaratırken, Avrupa'da ise siyasilerin bir türlü çözüm üretememeleri temel sorun haline geldi. Türkiye gözlüğü ile bakıldığı zaman Avrupa ABD'den daha büyük bir risk oluşturuyor.
2011 yılının yarısının da geçilmiş olması ile 2011 ve 2012 için reel büyüme tahminleri ortalığa dökülmekte. Aşağıda reel büyüme, tüketici enflasyonu ve cari denge konusunda dünyanın en büyük ekonomileri için bir tahmin seti bulacaksınız.
DZ Bank iktisatçıları dünya genelinin 2010 yılında yüzde 4.9 büyüdükten sonra 2011 yılında 3.7 ve 2012 yılında da yüzde 3.8 kadar büyüyeceğini, yani yavaşlayacağını düşünüyorlar.
2011'de Japonya, İtalya , İspanya gibi ülkelerin yüzde 1 bile büyüyemeyeceği tahmin ediliyor. Bu da borç sürdürebilme sorununu daha da büyütüyor.
Tüketici fiyatlarına dönüldüğünde Çin ve İngiltere'de enflasyonda yükselme beklendiği tablodan görülebiliyor. Çin büyümesi yavaşlarken, ABD'de de büyümede yavaşlama gerçekleşecek olması Çin'in dış talebini ve ihracatını önemli ölçüde kötü etkileyecek. Çin iç taleple büyümeye döndüğünden ve parasını da biraz değerlendirğinden büyük ekonomiler arasında Çin'in enflasyon rekortmeni olacağı tahmin edilmekte. Japonya ise uzun zamandır negatif enflasyon yaşıyor.

Erdoğan-Sarkozy savaşı

Başbakan Erdoğan, halk hareketleri sonucunda yönetimleri değişen Kuzey Afrika'daki Arap ülkelerine geziye çıktı. Bu gezinin iç politik hesaplara dayalı olmadığı da anlaşıldı. Çünkü Başbakan Erdoğan'ın bu gezisi Avrupa Birliği ülkelerini korkutmuş gözüküyor. Fransa Devlet Başkanı Sarkozy, Türkiye'nin önünü kesmek için hemen harekete geçti ve yanına İngiltere Başbakanı David Cameron'u alarak Libya'daki geçici yönetimi ziyarete gitti.
Anlaşılıyor ki Sarkozy, Türkiye'nin sadece Ortadoğu'da değil Kuzey Afrika'da da belirleyici ülke konumuna gelmesinden korkuyor.

SAKIZ ÇİĞNEYECEK

Ankara'nın amblemi yoktur ve olamaz

Uzun süredir tartışılan bir konudur:
Ankara'nın amblemi ne olmalı?
Bürokrasi bunun "Hitit güneşi" olmasına karar vermişti, halkın temsilcileri olan belediyeciler de ille "camili mamili" bir şey istiyorlar. Kavga çıktı.
Oysa Ankara'nın, benzetmek gibi olmasın, oranlamak için söylüyorum, "katedral" düzeyinde bir tek camii var, hem çok parlak bir mimari ürünü değil, hem de yeni, 1940 tarihli (türbeyi falan saymıyorum.) Bürokrat cenazeleri oradan kaldırılır, hani İstanbul'da burjuva cenazelerinin Şişli'den, entellektüel cenazelerinin de Teşvikiye'den kaldırılmaları gibi!...
Ankara deyince akla cami gelmiyor.
Çünkü Ankara "çakma" bir başkenttir.
Doksan yıl öncesine kadar sıradan bir bozkır kasabasıydı. Görkemli bir geçmişi yoktur.
Ankara deyince akla "kalesi" malesi de gelmiyor. Turistik olmasına turistik ama "yeni Ankara'yı" simgeler yanı yok.

Erdoğan’a verilen gazın ölçüsü...

Başbakan Erdoğan’ın Mısır-Tunus-Libya gezisi elbette önemli. 11 Eylül ve Arap Baharı, Türkiye’nin doğu ve batıdaki ‘borsa değeri’ni arttırdı. Ama abartmamak şartıyla...

Başbakan Erdoğan’ın Mısır-Tunus-Libya’yı kapsayan Arap Baharı turu elbette önemli.
Altı çizilmesi gereken bir gezi.
Arap dünyasına açılmanın, başta ekonomik ve siyasal açılardan olmak üzere Türkiye’ye birçok yararı var.
Arap âlemiyle ilişkilerinin gelişmesi, Türkiye’nin Batı’yla, Amerika’yla, Avrupa’yla ilişkilerini de olumlu etkiler.
Şöyle söylemek mümkün:
Doğu’ya açılan pencerelerin çoğalması, Türkiye’nin Batı nezdinde de daha çok ağırlık kazanmasını sağlar.
Türkiye böyle bir ülke.
Hem Doğu’ya hem Batı’ya eşzamanlı bakabiliyor.
Bir başka deyişle:
İlle de Batı, ille de Doğu değil!
İkisi, Türkiye açısından birbirinin alternatifi değil çünkü. Böyle bir saplantı, Türkiye’yi çıkmaza sürükler.
Türkiye bu nedenle ABD’den, AB’den vazgeçmeden Arap ve İslam âlemiyle de, Rusya’sıyla da, Çin’iyle de ilişki modellerini oluşturup her yöndeki yürüyüşünü devam ettirmek zorunda.
Ettiriyor da...

MOSSAD MİT’in neresinde?

16 Eylül 2011 Cuma
Ehud Barak, MİT Müsteşarı Hakan Fidan için, “İran ajanıdır, tehlikeli bir adamdır, ben uyarmış olayım da...” kabilinden bir açıklama yapmıştı.

Sonra da, “bazı önemli sırlar”dan bahsetmişti.

Barak’a göre bu “bazı önemli sırlar” her an İran’ın eline geçebilirdi.

Hemen tahmin ettiniz:

Barak, örtük cümlelerle, üç ülkenin (Amerika, İsrail ve Türkiye) istihbarat örgütleri arasında vakti zamanında “kurulmuş bulunan” ortaklığa, bu ortaklığın önemine işaret ediyordu.

Bence soru şu olmalı:

Kürt sorununa farklı bir bakış

Türkiye bölgede yıldızı parlayan bir ülke.. Ekonomisi, savunması, hukuk düzeni giderek güçleniyor..
Bölgede kaybeden taraf İsrail..
Türkiye İslam birliğini, adaleti, barışı ve özgürlüğü savunmak durumunda ve başarısı buna bağlı..
Peki PKK ne yapıyor, ya da BDP, KCK?. Rüzgara karşı yürümeye çalışıyor..
Oysa Türkiye Kürtler, Kürtler Türkiye için bir şans olabilir. Kürt sorununu barışçı ve kalıcı bir şekilde çözen bir Türkiye, benzer sorunların yaşandığı ülkeler için bir model oluşturacaktır..
Türkiye’yi arkasına alan Kürtler ise bu başarının ortağı olacak. Bölgedeki, Kürt oluşumları için güçlü bir model olacaktır..
Türklerin ve Kürtlerin birbirine karşı kazanacak bir zaferleri yok aslında. Birlikte kazanacakları tek bir zafer var..

10 Eylül 2011 Cumartesi

Hurma ağacı gibi uzun, sarışın ve al yanaklı

11 Eylül 2011 Pazar
Bir iki gün önce, Avrupa Kıtası’nı diklemesine keserek, iyice Kuzey’e, Baltık Denizi kıyısındaki İsveç’in başkenti Stockholm’e geldim.
İki gün ya kaldım ya kalmadım, bu sefer İsveç’i Doğu’dan Batı’ya enlemesine keserek Stockholm’den Göteborg’a, dolayısıyla Baltık Denizi’nden Kuzey Denizi’ne geçtim.

Türkçede kısa süreli konukluğa ‘ateş almaya mı geldin’ denir...

Rakı masasında Kur'an tefsiri olur mu?

11 Eylül 2011 Pazar

Tarih okumalarında öyle karakterlerle karşılaşırsınız ki ne anlam ifade ettiğini o an için anlamazsınız. Ömer Rıza Doğrul da işte benim için öyle bir kişilik. Ünlü şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un damadı olan Mason Ömer Rıza, Atatürk dönemindeki ilk cesur Kur'an tefsirlerinden birini hem de rakı masalarında kaleme aldı. Yayınladığı Selamet dergisinde İslam inancıyla Cumhuriyet ideolojisinin özdeş olduğunu ispata çalıştı. Ama yine de İstiklal Mahkemeleri'nin hışmına uğramaktan kurtulamadı

Filistin Birliği'nden Filistin Devlet'ine

Türkiye, İsrail'e tarihi tokatlardan birisini daha atmak için gün sayıyor.
Filistin Yönetimi BM'ye 20 Eylül'de başvurarak, Filistin devletinin 194. devlet olarak tanınmasını isteyecek. Türkiye, Filistin devleti için tam destek veriyor ve diplomatik misyonunu, "evet oyu'' çıkartmak üzere çok aktif olarak devreye sokmuş bulunuyor.
Stratejistler, Filistin devletinin BM'de onaylamasının Türkiye'nin Ortadoğu'nun yeniden şekillendirmesindeki pozisyonuna yeni ivmeler kazandıracağını, Türkiye-Filistin (Gazze) arasında stratejik işbirliğinin, İsrail'e Türkiye'nin atacağı en anlamlı tokatlardan birisi özelliğinde olacağını belirtiyorlar.

"Nasıl olsa ABD arkamızda" aymazlığının sonuçları...

El Kaide'nin yolcu uçaklarını kamikaze silahları olarak kullanıp, ABD'yi vurmasının üzerinden 10 yıl geçti.
Yıllar boyunca kendisini bir Sovyet saldırısına (veya komünist saldırısına) karşı korumak için silahlanan, savunma ve saldırı sistemleri kuran ABD, El Kaide darbesi ertesinde, dünyaya bakış açısını radikal biçimde değiştirdi.
Anti-komünist ideolojinin yerine "İslamofobi" geçti.
Önce Afganistan sonra da Irak işgal edildi.

Gündem dışı eşekler

Gündem yoğun, haberler çarpıcı, 12 Eylül'e 1 kala bir yandan 80 darbesinin yıldönümü muhabbetleri, bir yandan da yarın açılacak okullara ilişkin mebzul haberyorum var. Bu sıkışıklıkta insan nefessiz kalır diyerek kendimi gündemin dışına savuruyorum izninizle. "Eşek muhabbeti" saymazsanız, trajikomik bir hikâyeyle şenlendireyim istiyorum gününüzü. Önce bir yerlerden duydum sonra bizzat gidip gördüm görüntüledim. Balkan Savaşı'ndan sonra Ege'deki kıyı kasabaları ve adalardan göçen Rumlar'dan kalan eşekler on yıllar içinde üreyip çoğalarak binlerle ifade edilecek sayıya ulaşmış. Dediğim gibi duyunca zaten Ege taraflarında olduğumdan hemen el koydum habere.

Bugün hayatınızın son günü olsaydı...

Hayatta en fazla önemsediğim şey tecrübedir. Bu yüzden görmüş geçirmiş insanların hayatları bana müthiş bir macera filmi izliyormuşum gibi heyecanlı gelir.

Çünkü bilirim ki yaşamak zordur! Daha doğrusu hayat zor değil de onu zorlaştıran insanların ürettiği var olma biçimidir.
Böylesi bir mücadele ortamında var olmak ve yukarılara doğru tırmanmak ya da sıradanlaşmak veya aşağılara düşmek gerçek bir hikâyedir. Bir hayat hikâyesi ise en girift kurgu romanlardakinden bile daha ilginçtir.

OYAK’ı dağıtma planı...

Yandaş medyanın sistemli bir şekilde gündeme getirerek hedef haline dönüştürdüğü OYAK’ın Türkiye’de en fazla vergi ödeyen kuruluş olduğunu hatırlatalım. Malumunuz OYAK’ın vergi vermeyen ordu şirketi olduğuna dair bir sürü ipe sapa gelmez şeyler yazılıyor. Türkiye’de üretilen çimentonun yüzde 14’lük payını üstlenen OYAK’ın Mardin, Ünye, Adana, Bolu ve Aslan Çimento’nun yıllık ödenen vergisinin zekatını bile türediler ödemiyor. Söz gelimi Mardin Çimento 19.9 milyon TL vergi ile Türkiye 98’ncisi. Mardin ilinde en fazla vergi veren 100 şirket toplamda 23 milyon öderken bunun % 87’si OYAK’ın Mardin Çimentosu. Ünye 14.1 milyon ile Ordu birincisi, Adana 13,5 milyon ile Adana birincisi. Bolu 3.2 milyon...

11 Eylül dolmaları... Yiyenlere afiyet olsun!

Bugün 11 Eylül 2011...

“İkiz Kuleler’e saldırı”nın, yani “11 Eylül tezgâhı”nın 10. yılı... “Bin yıl yaşayacak” denilen 28 Şubat nasıl ki birkaç yıl sonra “havası alınmış balon” gibi sönmüş ve “bumburuşuk” olmuştur, 11 Eylül 2001’deki “İkiz Kuleler” olayının bir “tezgâh” olduğu da gözler önüne serilmiştir... 28 Şubat; “Türk derin devleti”nin bir operasyonu idi... 11 Eylül olayı da “ABD derin devleti”nin tezgâhıdır.
4 BİN YAHUDİ NEREDE?

Ne oluyor?

Hürriyet'te bir haber: "Eşbaşkan Türkiye."

Haberin ilk cümleleri şöyle: "11 olaylarının 10'uncu yıldönümüne iki gün kala köktendinci terörizme karşı yeni bir girişim başlatıldı. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton tarafından açıklanan 'Küresel Terörizmle Mücadele Forumu' adlı yeni girişimin eş başkanlığını Amerika ve Türkiye üstlenecek. Clinton'a göre Forum'un en önemli amacı, otoriter rejimlerin pençesinden kurtulan Ortadoğu ülkelerinde köktendinci terörizmin zemin kazanmasını önlemek olacak."

12 Eylül ve Mustafa Pehlivanoğlu

Gönüllerde Birlik Vakfı bugün 17.30'da Ulucanlar Cezaevi'nde "12 Eylül 1980-Görülmüştür" başlığıyla bir etkinlik düzenliyor.

Bu etkinlikte ben de yer alacağım. İnsanı insan yapan, beşerî hafızası. Türkiye büyük zulümler yaşadı. Bu zulümleri unutmadık. Unutmadığımız içindir ki bugün benzer zulümlere hazırlananlar soluğu önce savcı karşısında alıyor, sonra masum insanları tıkmayı düşündükleri cezaevlerinde ziyaretçilerine kirli çamaşırlarını verip temizlerini alıyorlar. Versinler ve alsınlar. Yakın tarihimizde çok fazla yıkanmayı bekleyen kirli çamaşır var. Kardeş kavgasını, vatandaşa kurulan komploları, cinayetleri, hatta katliamları engellemenin en kolay yolu, silahla darbe yapmaya niyetlenenleri orada tutmaktan geçmiyor mu? Üstelik cezaevleri ne için?

Eli tutulacak adam

PKK'nın alternatif Cuma tuzağı vardı.
İşte Cuma namazlarının başimamı olarak tanınan… Kürtçe Ezan, Kürtçe Hutbe ve Kürtçe mevlidin fikir babası olarak gösterilen isimdi imam Ubeydullah Özmen.
Takvim onu Bodrum'da bir hanımla yakaladı havuzda.
Ubeydullah Bey "O hanımefendiyi tanımıyorum" dedi.
Olabilir… Yanından tanımadığın bir hatun geçer.
O anda deklanşöre basılır.
Sanki yanında senin tanıdığınmış gibi gösterilebilir.
Takvim böyle yaptıysa çok ayıp.
Ubeydullah Bey'den özür dilemeli.
Ve kanıtlamalı iddiasını… Neyse… Ubeydullah Bey "Ben o hanımı tanımıyorum" dedikten bir gün sonra… Yani dün… Bir fotoğraf daha yayınladı Takvim'de.
Ubeydullah Bey "Tanımıyorum" dediği hanımla el ele tutuşmuş.
Eğer "Tanımama" konusunda gerçekten samimiyse… Ben o el ele fotoğrafa bakarak… Ubeydullah Bey'in hanımefendinin elinden tuttuğuna inanmıyorum.
O hanımefendi… Ubeydullah Bey'in elinden tutmuştur.
Bugün böyle bir açıklamayı…
Her an bekliyorum.
Takvim hatasından dönecektir.

* * *
UZAYDA KUR'AN-I KERİM

Murphy'nin savaş kuralları

Saldırganlığını artıran PKK'ya karşı topyekûn savaş ilan edildi.

Kandil'i bombalıyoruz. İran o zaptedilmez denilen dağa kara harekâtı başlattı. Başarılı olursa arkasından muhtemelen biz de gideriz. İsrail'e kapalı bir dille de olsa "güreş istiyorsan gel güreşelim" diye meydan okuyoruz. Ben uzaktan ve ufaktan mehter sesleri duymaya başladım.
Pazar günü hayatın daha aydınlık yüzüne bakıyoruz ya; savaş üzerine mizah yazıları ararken bu konuda da Murphy yasaları olduğunu keşfettim. Her alanda üretilmiş Murphy yasalarının kökeni neymiş biliyor musunuz?

Goldman Sachs hakkındaki gerçekler

'2050 yılında Türkiye dünyanın 17'nci ekonomisi'
2009 yılı Eylül ayında uluslararası yatırım bankası Goldman Sachs'tan gelen bir açıklamaya göre; 2050 yılında Türkiye dünyanın 17'nci ve Avrupa'nın sekizinci büyük ekonomisi olacak. Banka'ya göre, "Türkiye'nin gayri safi yurtiçi hasıla büyüklüğü 2050'de 6 trilyon dolara ulaşacak. 2008 sonu itibarıyla 730 milyon dolar olan milli gelirin yaklaşık 10 kat artacağı öngörülüyor. Kuruluşun projeksiyonuna göre Türkiye 2050'de Japonya, Almanya ve Fransa'yı geçerek dünyanın dokuzuncu büyük ekonomisi olacak".

'Türkiye'de sat, Rusya'da al'

11 Eylül eylemi

11 Eylül 2011 Pazar
Eylül 2001’de ikiz kulelere yapılan saldırıdan hemen sonra, katıldığım bir televizyon programında, eylemin teröristler tarafından yapılmış olamayacağını, daha büyük bir mücadelenin başlangıcı olduğunu söylemiştim. Bu kanıya varırken yaptığım analizi paylaşmak istiyorum.
Eylem amatör bir grubun yapamayacağı kadar karmaşıktı ve hiçbir engelle karşılaşmasalar bile bunu gerçekleştirmelerinin mümkün olmadığını düşündüm. Ayrıca eylemde dört uçak kullanılmıştı ve hepsinde başarılı olunması ihtiamaller hesabına aykırıydı. Gençliğimde ihtimaller hesabı üzerinde çok çalıştığım için olaylara bir de bu açıdan bakıyordum.

Hangi PKK?

11 Eylül 2011 Pazar
Sadece Hükümet değil, Öcalan’ın bile çözüm konusunda umutlu olduğu bir dönemde (Temmuz ayı) terör örgütü KCK’nın Yürütme Konseyi Başkan Yardımcısı Cemil Bayık, Öcalan ile görüşmeleri “taktik ve oyalama” olarak nitelendirdi. Bayık’a göre “Kürt halkı ve Öcalan bu şekilde oyalanmak isteniyor”du. Doğrusu ya Öcalan’ın yanılabileceği veya oyalanabileceği iddiası PKK için çok radikal bir yenilikti... Oysa Öcalan görüşmelerden bir hayli umutluydu ve PKK’nın eylemsizliğe devam etmesini talep ediyordu. PKK, Öcalan’ı dinlemedi ve gözü dönmüşcesine önüne gelen her yere saldırdı. İşçi kaçırdı, şantiye bastı, top oynayan polisleri taradı, onlarca asker ve polisi şehit etti ve daha nicesi.... Sanki birileri düğmeye bastı ve örgüt yayından boşanmışcasına ateş kusmaya başladı. Kimin düğmeye bastığını kesin olarak bilemiyoruz, fakat bu kişinin Öcalan olmadığı kesin...

Rosenbergler ölmemeli... mi?

Sizin "balıkçı" olarak tanıdığınız sakallı şair Orhan Alkaya çok eski arkadaşımızdır.
Bizim gibi altmışında heves edip sakal bırakanlardan değildir, bildik bileli sakallıdır.
Orhan'ın dizinin yeni bölümünde oynamaması dedikodulara yol açtı, acaba yapımcıyla kavga edip ayrılmış mıydı? (Bu tür saçmalıklar eğitimi ve beğenisi kıt ev kadınlarına yönelik mükemmel reklam oluyor, Internet'te sitecilik eden çocuklara da ekmek çıkıyor: Balıkçı öldü mü, Ali Kaptan kaldı mı, Caroline geneleve düştü mü?)
Alkaya, bu dizi serüvenini "tadında bırakmak" gerektiğini açıklamış (dizici esnafında hiç rastlanmayan bir meziyet), üstelik işi başından aşkınmış, şu sıralar Şehir Tiyatroları'nda "Rosenbergler Ölmemeli" adlı oyunu sahneye koymaktaymış...

Dünya on yıl önce kökten değişti

11 Eylül 2011 Pazar
Takvim yapraklarının birinin diğerinden fazla bir farkı yoktur; ancak bugün, 11 Eylül, dünyanın gidişini derinden etkileyen bir olayla tarihe geçecek...

Daha doğrusu geçti bile...

On yıl önce bugün, içi yolcu dolu iki uçak New York semalarına girdi ve ‘İkiz Kuleler’ diye bilinen kentin en yüksek iki binasına çarptı. Dünyayı sarsacak eylemler olarak planlanmış diğer iki uçaktan biri Pentagon binasını hedef aldı, diğeri ise Pensilvanya üzerinde düşürüldü.

Eylemleri, emirlerini El-Kaide lideri Üsame bin Laden’den aldığı söylenen 19 genç gerçekleştirdi. Değişik ülkelerden, farklı ortamlarda yetişmiş 19 genci birbirine bağlayan tek unsur üzerinde durulmakta o gün bugündür: İslâm... 11 Eylül eylemleri yüzünden, çok geniş bir coğrafyanın ortak paydası olan inanç sistemi ile o inanca bağlı insanlar ‘tehlike’ olarak görülüyor.

PKK’nın imamı yoktur yarin imanı

10 Eylül 2011 Cumartesi

Cuma’yı beğenmedinizse olsun varsın; size başka seçenekler sunalım. Cumartesiye ne buyrulur?” diyen, PKK’nın kurduğu Anadolu Din Adamları Derneği’nin (ADA-DER) başkanı Übeydullah Özmen, Ramazan’ın daha ilk günü, Bodrum’da, eşinin dışında bir hatun kişiyle el ele-diz dize-biz bize- kime ne denecek bir biçimde havluyu ele vermiş! Paçayı diyemiyorum çünkü mayosunun paçası yok! Übeydullah Baba diye de bilinen, BDP’yle sarmaş dolaş olan ADA-DER başkanı, sivil direnişin en has örneklerini, eşini ve çocuklarını Ankara’da bırakıp bir başka hanımla kaldığı otelin havuzunda ya da deniz kıyısında kumların üstünde yaşamış.

BDP’nin İslamiyet’e karşı bir kuruluş olmadığını kanıtlamak, partiye dinine bağlı kişilerin oylarını devşirmek amacıyla kurulan dernek, PKK’nın omuz verdiği sivil direnişlere katılır sık sık. BDP’nin Kürt tabanı, ADA-DER’den söz ederken, “ha şu bizim imamlar derneği” der; Cuma yerine Cumartesiyi sunmasına pek bir anlam veremez, Kürtçe ezan, Kürtçe namaz, Kürtçe hutbe gibi “fetvaları” karşısındaysa şaşırıp kalmasına rağmen gıkını çıkaramaz, boynunu büküp susar, çünkü korku Kandil’i bekler!

9 Eylül 2011 Cuma

Yeni zenginlik mi yoksa yeni fakirlik mi daha zordur?

Her konuya maydanoz olan İngiliz albaya sormuşlar,
- Fransızca biliyor musunuz?
Bunu sorana tepeden bakıp, gülümsemiş,
- Fransızca bilmem ama aksanım çok iyidir!
Hiç bilmedikleri konularda aksanlarının iyi olduğunu düşündükleri için görüş açıklayanlara sizler de rastlamaz mısınız?
Bunların bir bölümüne "Sınıf atlayıcılar" deniliyor.
İngilizcede "Social Climber" denilen bu kesim, birtakım nesnelerle kendilerini özdeşleştirerek, yeni kimliklerini vurgulamaya çalışırlar.
Mesela "Şarap" bu nesnelerden birisidir.

Şarap uzmanları
Kendilerinin şarap konusunda "Degüstatör" konumuna geldiklerini söyleyen bu sınıf atlayıcılardan bir grubu, ünlü bir reklamcı evine davet etmişti.
Bizim ucuz kırmızı şarapları "Château Petrus" şişelerine doldurup bunlara ikram etmiş.
Bunlar da şarapları yudumladıktan sonra "Bu şarap varken başkası içilmez ki" diyerek beğenilerini seslendirmişler.

Hamas politikası da mezhep bağından mı?

Geçen hafta CHP’de Genel Başkan’a yakın bir Alevi ile sohbet ettik. Kılıçdaroğlu’ndan yakındı.
“Mezhepçi görüntü vermemek için o kadar hassas davranıyor ki, onun yüzünden parti içinde Aleviler eski ağırlıklarını kaybetti” dedi.
MYK içinde sadece iki Alevi kaldığını söyledi:
“Eskiden yönetimin asgari yüzde 30’unu Aleviler oluştururdu. Şimdi bu oran yüzde 10’lara düştü. Parti tarihinde MYK içinde bu kadar az Alevi üye olmamıştı” diye dert yandı.

Tehlikeli söylem

10 Eylül 2011 Cumartesi 
Önce Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç 'Alevi olan Esad'ı destekleyen Şii İran'a'' çattı. Önceki gün ise Hüseyin Çelik benzer ve paralel mantığı iç politikaya yönelik olarak kullandı ve 'Alevi Kılıçdaroğlu'nu'', 'Alevi Esad'a'' sahip çıkmakla suçladı. Sayın Kılıç açıklamasını yaparken Milli Eğitim Bakanlığı Alevilik, Nuseyrilik ve Caferilik'in bu yıldan itibaren Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi kitaplarında okutulacağını ilan ediyordu. Sayın Kılıç 'Alevi CHP' ve Esad'a böyle baktığına göre bakalım okul kitaplarında neler anlatılacak?
Dönelim konumuza.

Bu kadar yanlış fazla

10 Eylül 2011 Cumartesi
Şu sıralarda en sık yaptığım, “Allahım, ne olur aklıma mukayyet ol” diye dua etmek... Siyasi atışmaları işittikçe aklımın başımdan gidebileceği endişesine kapılıyorum. O sözleri saf edenler, birbiriyle dalaşırken yanlış yerde paçaya saldıranlar, pek aklı başında görünmüyor gözüme...

Konuyu açayım:

Bir zamanlar maziye bakma

Bu adamların niçin "kurtuluş savaşı edebiyatından" başka bir şey yapamadıklarını hiç merak etmediniz mi? Plan nanay, proje nanay, varsa yoksa vatan millet Sakarya, Dumlupınar geldik sana, yüz sürmeye toprağına... Kamutay bugün doğdu ve saltanatı boğdu...
Bu adamlar derken, bürokrasi yanlısı, kendine sosyaldemokrat süsü vermeye hevesli muhalefet yani... Malum gazeteler, malum parti...
Satacak başka malları yok da ondan!

Savaş bulutları ve AKP iktidarının Türkiye ile savaşı!

“Arap Baharı”, İsrail’in çıkarına değil midir? Suriye’deki rejim çökerse, ülke iç kargaşa sonucu bölünürse, bundan İsrail’in çıkar yok mudur? Dolayısıyla Arap Baharı’nı destekleyen AKP iktidarı, aslında İsrail’i desteklemiş olmuyor mu?
Hem Türkiye, füze kalkanını kimin çıkarı için kabul etti? İran füzelerine karşı yine İsrail’i korumak için değil mi?
Bu soruları sorduk ama Tayyip Erdoğan, bütün yaptıklarının İsrail’i korumak anlamına geldiğini örtmek için, “Kılıçdaroğlu İsrail’in avukatlığını yapmasın” diyerek işin içinden çıktı!

Olanların anlamı

10 Eylül 2011 Cumartesi
İsrail’le ilişkilerimiz tartışma konusu ve bunun Mavi Marmara gemisindeki olaylardan kaynaklandığı söyleniyor. Siyaseti güncel olaylarla değerlendirmek, söylenen ve yapılanlardan sonuç çıkarmak yerine dünyayı yönlendiren güçlerin politikalarının ne olduğunu anlamaya çalışmak daha faydalı olabilir.
17 Şubat 1991’de Yeni Yüzyıl Dergisi’nde çıkan söyleşimden bir bölümü aktarmak istiyorum. İsrail’in olaylarda nasıl bir rol oynayabileceği hakkındaki bir soruya şu cevabı veriyorum ve sözlerim gardiyan ve çoban ara başlığıyla yayınlanıyor.

Bu ülkeden ne istiyorsunuz Kemal Bey?

10 Eylül 2011 Cumartesi
Stratejistler ve terör uzmanları diyor ki, “İktidar ve muhalefet tersleşmesi bu üslupla devam ederse, ne terör sorunu halledilir, ne de İsrail konusunda bir mesafe alınır.”

Ben tercüme edeyim:

Demek istiyorlar ki, “Bu CHP’yle hiçbir sorun çözülmez.”

Bu CHP’yle, geçmişte, hiçbir konuda hiçbir olumlu iyileştirme sağlanamadı çünkü...

Ne demokratikleşmede mesafe alınabildi, ne “asker sorunu” çözülebildi, ne de serbest piyasa uygulamaları hayata geçirilebildi.

Hatırlayalım: “Serbest piyasaya bağlı bir demokratikleşme” tezinin izini sürdüklerini öne sürenler (örneğin Baykal’ın CHP’si), sürekli bir “engelleyici unsur” olarak çıktılar parlamentonun karşısına.

Darbeleri savundular...

Muhtıralara omuz verdiler.

28 Şubat’taki soygunlara göz yumdular.

6 Eylül 2011 Salı

Asker locası

Üst katta otururlar, meclise tepeden bakarlar, konuşmalara karışamazlar ama varlıklarıyla "ağırlıklarını koyarlardı"...
Ağırlık da ağırlıktı ha, Faruk Gürler'in "göbekli heybetini" hatırlar mısınız? Herkes İlker Başbuğ misali "tığ gibi" olamazdı ki...
Mecliste asker locası...
Daha doğrusu, depo çavuşunun ya da bölük yazıcısının gelip de oturum izleyecek hali yok ya, komutan locası.
Açılışlara da gelirlerdi, önemli oturumlara da. Hele hele cumhurbaşkanı seçimine...
Beğenmeyecekleri bir gelişme olursa Damokles'in kılıcını balkondan genel kurul salonuna doğru şöyle bir sallamak için!
Sonra meclis başkanlığı bir de bakmış ki, dünyanın hiçbir ülkesinin hiçbir meclisinde kuvvet komutanları ve genelkurmay başkanı için böyle özel bir dinleyici locası yok!
Basın locası var, yabancı diplomatlar locası var, bazı monarşilerde "kraliyet ailesi" locası var, özel olarak asker locası hiçbir ülkede yok.

Türkiye, İsrail ve...

07 Eylül 2011 Çarşamba 03:00
Türkiye'nin İsrail ile ilişkileri gergin. Olağanüstü ya da mucize bir gelişme olmazsa bu gerginlik giderek tırmanacaktır. İsraillilerin genetik, ideolojik ve sosyolojik karakterini bilenler Tel Aviv'in böyle bir tırmandırmadan haz alacağını bilirler. Çünkü bölgede hatta dünyada herkese kafa tutan İsrailliler Türklerin kendilerine kafa tutmasını asla kabullenmezler, kabullenemezler. Kabullenirlerse bu onların psikolojik çöküşü olur.

Vicdan ile cüzdan arasına sıkışan dünya düzeni

7 Eylül 2011 Çarşamba
Karşısında yalnızca Türkiye varmış gibi davranıyor İsrail; fena halde yanılıyor. Türkiye’den yükselen ses coğrafyanın hemen her köşesinden işitiliyor ve dikkate alınıyor...
Yukarıdaki cümleyi ‘İsrail’in adını anarak başlattım, ancak siz sözcüğü başka ülkelerin isimlerini yazarak da okuyabilirsiniz. Türkiye, bugün, kendi çıkarlarını geri plana itebilecek kadar ‘insanlığın vicdanı’ istikametinde hareket etmeye çalışan bir ülke olarak algılanıyor.

Bugün de büyük çapta geçerliliğini sürdüren dünya düzeni 2. Dünya Savaşı sonrasında oluştu. Bu sistemin hemen her alanda kurumsal bir temsilcisi var. Birleşmiş Milletler (BM) bunlar arasında ismi en bilineni; ancak güvenlikten maliyeye uzanan geniş bir alanda faaliyet gösteren pek çok uluslararası kurum, devletler tarafından kabul edilmiş nice ortak uygulama, insanlığa çok pahalıya mal olmuş büyük savaş sonrasında oluşturulan aynı düzenin eseri...

Kürtler’in ruh hali

7 Eylül 2011 Çarşamba
PKK veya BDP’yi ayırmadan Kürt Hareketi’ne destek veren kesimlerin ortak kanısı ne yazık ki, bu iş silahla çözülür noktasında.

Kürtlük adına yapılan insanlık dışı kimi eylemler karşısında sessiz kalabilmelerinin nedeni bu. Rövanşçı bir ruh haliyle yaklaşıyorlar gelişmelere...

Tunceli’de kocasının halı saha maçını seyreden öğretmen Dilay Turan Kerman’ın kurşunlara hedef olmasını, ‘’Onlar da zamanında bizim kızlarımızı öldürdü’’ diyerek haklı görebiliyorlar. PKK’nın ‘’Son Kürt İsyanı’’nın temsilcisi olduğunu, PKK sayesinde Kürtlerin farkındalıklarının ortaya çıktığını biliyorlar. Açıkça söylemeseler de, Kuzey Irak, Suriye, İran ve Türkiye coğrafyasını temel alan bir Kürt Federe Devleti peşindeler.

Ortadoğu’da taşların yerinden oynadığı bir dönemde bu hedefin ulaşılabilir olduğuna inanıyorlar. Bunun için de silahı tek yol olarak görüyorlar.

Haklılar.

Arda'ya ikinci ve son mektup

Sevgili Arda, önceki gün akşam, eline tutuşturulmuş kâğıttan -belli ki, senin geleceğini ve kariyerini senden çok düşünen uzak görüşlü büyüklerinin kaleme almış olduğunu tahmin ettiğim- "Beni bu işlere karıştırmayın" mesajını okurken, acı acı gülümsedim.

"Sen futbolcusun aslanım; neyine gerek gümüşlü zurna?" diye bir güzel azarlamış olmalılar seni. Anlayışla karşılıyorum, kınamıyorum, istihzâ etmiyorum. Samimi düşüncelerini açıkladın; doğru ve insânî şeyler söyledin. Belki maç yorgunluğu ile kelimeleri bir araya getirirken maksadını aşmış şeyler de vardı ama niyetin güzeldi, hâlisti, art niyet taşımıyordu ama artık öğrenmiş olmalısın; Türkiye'de fikir sahibi olmanın bir bedeli vardır ve sen bu bedelin nereye kadar uzanabileceğini kısa zamanda hissederek âcil bir açıklamayla işin önünü çeviriverdin. Artık sadece önündeki maçlara bakacaksın futbolcu tâbiriyle! İyi olur, öyle yap.