Fethullah
Gülen Cemaati’nde 25 yıl görev alan Prof. Dr. Ahmet Keleş, paralel
yapının piramidini anlattı. 5’inci kata kadar çıkan Keleş, cemaatin 1, 2
ve 3’üncü katmanının halk tabakası olduğunu söyledi.
Prof.
Keleş, “4. kat ara kattır. 5, 6 ve 7. katmanlar ‘örgüt ve teşkilat’
katlarıdır. 6. katta Hocaefendi’nin bildiği ve takip ettiği ‘hayati
hizmetler’ yürütülür. Bakanlar Kurulu veya Milli Güvenlik Kurulu gibi
bir tabaka. Bugünkü sorunların nedeni 5. katın abileridir” dedi.
Askeri
vesayetin kaldırılmasından sonra kendi vesayetini kurmaya kalkışan
paralel yapının gizli yönetim piramiti deşifre oldu. Fethullah Hoca Arşı
dışında 7 katmandan oluşan paralel örgütün 5’inci katmanına kadar
yükselen ve karanlık yapıya 25 yıl hizmet veren Dicle
Üniversitesi’ndoen Prof. Dr. Ahmet Keleş, Fethullah Gülen Cemaati’nin
bilinmeyenlerini tüm çıplaklığıyla anlattı.
Orta
Anadolu Bölgesi’nde 1976 yılında ilk hizmet evini açanlardan biri olan
Prof. Keleş, örgütün yönetim şemasını açıkladı: “Piramidin temelini halk
tabakası oluşturur. İkinci ve üçüncü katta öğrenciler ve öğretmenler
yani hizmet mensupları yer alır. Dördüncü tabaka ara kattır. Hem alt hem
de yukarıya bağlantıyı sağlar. Beşinci, altıncı ve nihayet yedinci
katlar hocaefendinin de içinde olduğu ‘örgüt ve teşkilat’ katlarıdır. Bu
katlar ile altta yer alan ilk üç tabakanın arasında tanımlanamayacak
derecede büyük bir fark ve zıtlık vardır. Zaten bugün anlamakta zorluk
çekilen de budur.”
Prof.
Keleş, devletin tüm kurumlarında kadrolaşmayı başaran bu yapı
dışındakilerin bu durumu kolay kolay anlayamayacağını belirtti. Hedefe
ulaşmak için Anadolu’nun en zeki çocuklarını yıllarca toplayıp bu iş
için eğittiklerini söyleyen Prof. Keleş “Net ve açık söylüyorum. Bu
hareket sadece ve sadece devleti ele geçirmek için var oldu ve çalıştı”
dedi.
Fethullah
Gülen’in dinle değil örgüt kurmakla uğraştığının altını çizen Prof.
Keleş “O hiçbir zaman bir din adamı olmadı. Hatta din adamı olarak
görülmekten de hoşlanmadı” dedi. Oluşturulan hizmet algısı ile her türlü
şantajın, kumpasın caiz hale getirildiğini anlatan Keleş, Gülen’in
sürekli beddua ettiğini belirtti. Fethullah Hoca’nın kendisini gelmiş
geçmiş en büyük Veli, Fatih olarak gördüğünü de kaydeden Keleş “O tüm
dünyayı fetheden ilk ve son Fatih olmaya kendisini inandırmıştı” dedi.
-Cemaatle nasıl tanıştınız?
Hizmet
serüvenim 1973 yılında başladı ve 1998 yılında sonlandı. Ben kavram
karmaşasına uğrayıp, anlaşılamama sorunu yaşamak istemiyorum. İlk kavram
“Hocaefendi”. Benim kullanımımda bir övgü ya da imalı bir tahkir söz
konusu değil. Tıpkı bir özel isimmiş gibi kullanacağım. Ali, Veli vs.
gibi... Diğeri “Cemaat” sözcüğü. Bu sözcük ile şu anlamı kastediyorum:
Yedi katmanlı bir piramitten oluşan bir yapının, en temelini ve esasını
oluşturan halk tabakasını, öğrenciler ve öğretmenler gibi birinci,
ikinci ve üçüncü tabakada yer alan hizmet mensuplarını kastediyorum.
Çünkü dördüncü kat ara kattır. Hem alta hem de yukarıya bağlantıyı
sağlar. Beşinci, altıncı ve nihayet yedinci kat, Hocaefendi’nin kendi
katı, tabir yerindeyse onun Arşı, bu katlar artık kelimenin tam
anlamıyla bir “örgüt ve teşkilat” katlarıdır. Bu katlar ile altta yer
alan ilk üç katın arasında tanımlanamayacak derecede büyük bir fark ve
zıtlık vardır. Zaten bugün anlamakta zorluk çekilen de budur.
Alt tabaka ile üst kattakilerin niyeti aynı değil
-Hizmet hareketi denince bizler neyi anlamalıyız?
“Hizmet”
dediğimde piramidin ilk üç katında yer alanların yaptıkları
faaliyetleri kastediyorum. Bunlar, gerçekten Dinî, Ahlâki bir eğitim
hizmeti vermektedirler. Yukarıdaki son üç kat ise bu ilk üç katın
oluşturduğu toplumsal kabul ve değeri kendi “Örgütsel” hedeflerini
gerçekleştirmek için kullanmaktadırlar. Yani, alttakilerin niyeti ile
üsttekilerin niyeti aynı değil. Bu büyük zıtlığı kamufle eden ve
görünmemesini, anlaşılmamasını sağlayan figür ise Hocaefendi’dir. İşte
bu iki zıt durumu birden temsil ettiği içindir ki ciddi çelişkiler
sergilemekten kurtulamıyor. “Bu ne, bu ne” diye insanı hayrette bırakan
halleri, sözleri ve davranışlarının nedeni bu zıtları temsilden
kaynaklanmaktadır.
Bu
arada şunu da belirtmeliyim, ben aidiyet olarak hep zemin kata, halka
mensup oldum ama beşinci kata kadar da yükselme imkânı buldum. Hazır bu
kat meselesine girmişken bir hususu daha açıklığa kavuşturmakta yarar
görüyorum. Beşinci kat, yurtiçi ve yurtdışı tüm hizmetlerin yürütüldüğü
konuşulduğu ana meclisi oluştururdu. Hizmetin her meselesi burada ele
alınır, müzakere edilir, karara bağlanır ve uygulama startı verilirdi.
Altıncı kat ise, sadece Hocaefendinin bildiği ve takip ettiği “hayati
hizmetlerin” yürütüldüğü kattı. Tabiri caiz ise Bakanlar Kurulu veya
Milli Güvenlik Kurulu gibi bir kattı. Bugün karşı karşıya olduğumuz
sorunların failleri ve yürütücüleri bu katın mensuplarıdır. Bunlar da
beşinci katın abileridir.
Bu
mukaddime ve kavramsal girişten sonra, asıl konuya geçebilirim. Ancak
ben yine yüksek hoşgörülerinize sığınarak, konunun daha iyi
anlaşılmasına yardımcı olacağına inandığım bir arka plandan bahsetmek
istiyorum.
-Nasıl oluyor da ülkemizde bu tür faaliyetler bu kadar taban ve destek buluyor?
Bence
asıl görmemiz geren nokta burasıdır. Çünkü bu nokta, ülkemizin
geleceğini de yakından ilgilendiriyor. Cumhuriyet’in kurucu kadrosu çok
önemli bir hususu gözden kaçırdı. O da bu topraklarda yaşayan insanların
bin yıldan fazla bir dini geçmişi ve Müslüman kimliğinin olması gerçeği
idi. Bu kimliği birden bire yok saymak veya yok edileceğini düşünmek,
tıpkı bir fabrikada seri üretim yapıyor gibi toplumu modernleştirmeye
kalkışmak son derece yanlıştı. Az sayıdaki elit tabaka hariç, daha
Cumhuriyetin ilk yıllarında, ülkenin büyük bir kısmında “Din elden
gidiyor” algısı oluştu. Din elden gidiyorsa bu dine sahip çıkıp onun
elden gitmemesini sağlayacak dini liderler mutlaka çıkacaktır. Siz böyle
bir boşluk ve talep oluşturursanız bu boşluğu mutlaka birileri doldurur
ve bu talebe arz eden de bulunur. Hele de bu toplumun kültürel
belleğinde “Mehdi”, “Mesih”, “Müceddit” ve “Asrın İmamı” vs. gibi pek
çok kurtarıcı figür varsa... Bu ünvan ile ortaya atılan herkesin oldukça
büyük destek ve taraftar bulması kaçınılmazdır. Nitekim karşı karşıya
olduğumuz durum tam da budur.
Bir hiç iken kutsal bir davanın neferi olduk
-Siz nasıl bir davet karşılığında cemaate katıldınız?
Benim
gibi bir Anadolu köylüsü, kendisini dışlanmış hisseden önemsiz gören
biri, birden bire “dini kurtarma davasına gönüllü olma” gibi bir davet
alırsa, bu davete hayır deme şansı yoktur. Nitekim ben de diyemedim.
İşte toplumun bir kurtarıcı beklediği yıllarda Bediüzzamanlar, Süleyman
Hilmi Tunahanlar gibi dini önderler bu beklentileri karşılayıp önemli
bir altyapı kurdular. Tam da Hocaefendi gibi yeteneklerin, hatiplerin
değerlendireceği, istedikleri gibi ekip biçebilecekleri bir zemin...
Hocaefendi bu zeminden en iyi mahsulü kaldırmaya soyundu ve bunu da
fevkalade başardı. İnsanlara; “Ey insanlar, gelin, sizi ümit ettiğiniz
yere götürecek kurtarıcı benim, binin benim gemime sizi Hz. Muhammed
limanına taşıyacağım. Acele edin vaktimiz dardır”, diye cami
kürsülerinden 1970’lerde seslenmeye başladığında benim gibi Anadolu’nun
gençleri koşarak gitti ve “Emret hocam hizmetindeyiz” dedi. Önce bu
tarihsel koşulu görmemiz gerekir. Yoksa durup dururken insanlar bu dini
cemaatlere katılıp onların peşinden gitmiyorlar. Orada büyük bir manevi
değer ve anlam buldukları gibi, kendileri de aynı anda bir anlam ve
değer kazanıyorlar. Bir hiç iken, birden bire kutsal bir davanın büyük
bir eri haline geliyorlar. Bu azımsanacak ve kaçırılacak bir paye
değildir.
Biz de kaçırmadık...
Darbe girişimini bizzat Gülen yürütüyor
-Gülen ile nasıl tanıştınız?
Ben,
Hocaefendi’yi 1970 yılında tanıyıp, ardından birkaç yıl yaz kamplarına
katılıp Orta Anadolu’da, 1976 yılında ilk hizmet evini açan kişiyim.
1998 yılında ise 28 Şubat süreciyle başlayan gelişmeler ile daha önceden
dolmaya başlayan bardağımın taşması sonucu hizmetteki beraberliğime son
verdim. Benim gibi bu yapıya içerden bakamayan, bakmaktan da öte bizzat
o yapıyla bütünleşmeyen hiç kimse onu tanımlayamaz ve tam olarak
anlayamaz. Bugün ülkemizde yaşanan kafa karışıklığı da bundan
kaynaklanıyor. Bu yapı, sosyolojik kurallar ve kalıplar ile anlaşılmayı
fazlasıyla aşan bir derinliğe, gizliliğe ve örgütlenme ağına sahiptir.
İlginçtir, hizmetten kopuşumda büyük payı olan en önemli olay
Hocaefendi’nin 28 Şubat’ta rahmetli Erbakan aleyhine yürüttüğü politika
olmuştu. Bugün ki konuşmam da Başbakanımızın hükümetten düşürülmesine
yönelik Hocaefendi’nin bizzat yürüttüğünde hiç kuşkum olmayan darbe
girişimidir.
Kendini dünyayı fetheden ilk ve son fatih sanıyor
-Hareketin amacı tam nedir?
Hocaefendi,
kendisinin Üstad Bediüzzaman’dan sonraki görevli olduğunu, aynı zamanda
kıyamete kadar kendisinden sonra da kimlerin görevli olacağını
bildiğini, gözünü yumsa bunları bir bir sayacağını sıklıkla söylerdi.
Hatta askerliği sırasında bir ara kendisine “Gayb” perdesinin açılıp
kıyamete kadar nelerin olacağının gösterildiğini, bugüne kadar o gün
gördüklerinden farklı bir gelişmeye şahit olmadığını da söylerdi. Kısaca
“GÖREVLİ” olduğuna hem kendi hem de biz inanıyorduk. Ancak ona
yakınlaştıkça fark ettim ki, Hocaefendi sadece görevli olduğuna değil,
aynı zamanda gelmiş geçmiş en büyük Veli, en büyük Fatih ve en büyük
Devlet Adamı olacağına da inanıyordu. Tüm planını ve stratejisini de ona
göre kuruyordu. O tüm dünyayı fetheden ilk ve son FATİH olmaya
kendisini inandırmıştı.
-Cemaat ne zaman dünyaya açıldı?
80
ihtilalından sonra hizmet sadece öğrenci evi ve yurt açmayı bırakıp,
resmi dershaneler ve okullar açmaya da başlayınca Hocaefendi bize;
“Görüyor musunuz, Allah şer sandığımız şeyle bize nasıl farklı alanlarda
hizmet imkânı açtı” derdi. Nihayet 90’lı yılların başında Rusya
dağılınca rahmetli Özal’ın da büyük teşvikiyle Orta Asya’ya gidildi ve
orada okullar açıldı. Hocaefendi dünyayı fethetmeye doğru önündeki
engellerin bir bir kalktığını, açılan okullar sayesinde Rusya’yı
fethettiği gibi bir gün Amerika’yı da fethedeceğini söylüyordu. Tabii
kendisi Amerika’ya gidince konuşmalardan bu sözleri çıkarılıp sansür
edildi. İlk Amerika’ya gittiği sıralarda cemaatin ilahiyatçı ağabeyleri,
hadislerde geçen Kisra’nın “Beyaz Evi” olarak zikredilen İran sarayının
Müslümanlar tarafından kıyametten önce mutlaka fethedileceğine dair
haberleri Hocaefendi’nin “Beyaz Sarayı” fethetmesine bir işaret olarak
yorumladılar. Cemaat artık Fetullah Hoca’yı, Amerika’dan tüm dünyayı
fethetmeye giden Müslüman lider olarak algılıyordu.
-Bu bir hayal ve ütopya mıydı?
Bu
bir hayal falan değildi. Bu inanılan ve uğrunda hiçbir fedakârlıktan
kaçınılmayan bir idealdi.Tüm hizmet tam da bu hedefe uygun olarak dizayn
ediliyordu. Akıl almaz bir organizasyon vardı. Devletin bile
tutamayacağı istatistikler tutuluyordu. Her yılın hizmet planı stratejik
olarak planlanıyor, insan gücü, finansman desteği, siyasi destek vs.
her şey inceden inceye planlanıyordu. Bu hareket eşi benzeri görülmemiş
bir örgütlenme disiplinine ve düzenine sahiptir. Hedefe ulaşmak için tüm
Anadolu’nun en zeki çocuklarını yıllarca toplayıp bu iş için eğittik.
Bu hareket başka birşey için değil sadece ve sadece devleti ele geçirmek
için varoldu ve çalıştı. Öyle hassas bir şekilde çalışıldı ki mesela,
bu yıl kaç öğrenci evi açılacak, kaç yurt, kaç dershane, kaç okul ve
diğer tüm hizmet alanları tek tek belirleniyordu. Ardından da öğrenciler
hizmette duyulan ihtiyaç alanlarına göre üniversitelerde bölümlere
yönlendiriliyordu. Ne kadar hukukçuya, öğretmene, doktora vs. ihtiyaç
var ona göre başarılı öğrenciler üniversitelere yerleştiriliyordu. İşte
bu sistemli çalışma doğru sonuçlar veriyor ve hizmet inanılmaz şekilde
büyüyordu. Yurt genelinde ilgilenilen öğrencilere Hocaefendi’ye bağlılık
derecesinin ölçüldüğü puanlar verilirdi ve buna biz “beşlik sistem”
diyorduk. Hocaefendi hocalıkla, din adamlığıyla değil örgüt kurmak ve
planlamakla uğraşırdı. O hiçbir zaman bir din adamı olmadı. Hatta din
adamı olarak görülmekten de hoşlanmadı.
Dine değil Hocaefendi’nin kaprislerine hizmet etmişiz
-Taban bunu nasıl görüyor?
Cemaat
tabanında başından beri bir devlet düşmanlığı, ülkeyi yönetenlerin
İslam düşmanı olduğuna ilişkin oluşturulmuş bir ön yargı ve ön kabul
olduğu için, bu devleti ele geçirmek, onun içinde örgütlenmek kötü bir
şey değil tam aksine harika bir şeydi. Biz din iman adına bir şeyler
yaptığımızı sanıyorduk. Meğer yaptığımız şey, Hocaefendi’nin hırsına ve
kaprislerine hizmet ve tam tersine İslam’ı ve Müslümanları dünya
tarihinden silmek isteyen ne kadar şer güç varsa onların planlarına
hizmet edip ondan bir parça haline geliyormuşuz.
Toplanan himmetlerin yüzde 15’i hoca’nın kasasına teslim edilir
-Para kaynağını nasıl açıklarsınız?
Bu
beslenmiş ve güçlendirilmiş inanç nedeniyledir ki Hocaefendi cemaate;
“Bize bir gazete lazım” deyince gerekli finans anında sağlanıyordu.
Samanyolu televizyonunun açılması için yurt genelinden özel kampanya ile
yardım toplamıştık. Sadece benim görev yaptığım bölgeden 80 kilo altın
sadece hanım kardeşlerimizin ziynet eşyalarından toplanmıştı. Nakit
paralar hariç... Gerisini siz düşünün...
Her
vilayette kazalar da dâhil “Himmet” denilen yardım toplantıları olurdu.
İnsanlar yıllık taahhütlerde bulunurlardı ve bu taahhütlerini bir yıl
boyu öderlerdi. Memurlar için maaşlarının asgari yüzde 10’u istenirdi.
Esnaflar zekatları da dâhil olmak üzere kazançlarının büyük bir kısmını
verirlerdi. Tüm ülkede toplanan bu yardımların yüzde 15’i örtülü ödenek
olarak nakde çevrilip Hocaefendi’nin özel kasasına teslim edilirdi. İşte
Hocaefendi hediye ettiği altın saatleri, değerli tespihleri vs. hep bu
paradan harcar. Tabii Amerika’daki seçim yardımlarını da... Miktarını
sadece Hocaefendi bilir. İnsanlar bindikleri mütevazı arabalarını satıp
himmet borçlarını ödediler. Oturdukları gecekondularının tapularını
bağışladılar... Dünya tarihi böyle bir fedakârlığa, Asr-ı Saadet hariç
başka hiçbir devirde şahit olmamıştır.
-Peki, bu nasıl mümkün oldu?
Hepimizin
büyük katkıları ve tabii başta da Hocaefendi’nin vaaz ve nasihatleri
sayesinde oldu. Böylece cemaatte öyle bir “Hizmet” algısı oluşturuldu
ki, bu bir iman idi. Cemaat için artık “Hizmet” dendi mi akan sular
duruyordu. Hizmet için ver dendi mi veriyorsunuz. Öl dendi mi
ölüyorsunuz. Öyle güce sahip olmuştu ki, önüne Hizmet eklediğiniz her
şey anında caiz hale geliyordu. “Hizmet” de ne istersen yap! Evet, işte
bugün bu inanılmaz ve akıl almaz şeyler böyle oluyor. Amirin değil
ağabeyinden emir alacaksın, hizmet budur dendi mi artık Cumhurbaşkanı da
söylese o dinlenilemez. Hizmet de telefon dinle, Hizmet de kameraya
çek. Hizmet de mahrem alana gir. Hizmet de başını aç. Hizmet de yalan
söyle. Hizmet de rüşvet al. Hizmet de şantaj yap. Hizmet de... Ne
yaparsan yap... İşte devletin içinde kılcal damarlara kadar böyle
girilebildi. İşte devlet böyle “Klonlandı.” Bu hareketi kim
engelleyebilir, kim bu hareketin önüne geçebilir ki?! Allah bu millete
ve ülkeye merhamet etti de hareket ülkenin en güçlü siyasi iktidarına ve
Başbakanına hamle yaptı. Bu girişim Başbakanımıza ve AK Parti
hükümetine değil de başka bir iktidara karşı yapılmış olsa idi ülke
kayıtsız şartsız Hocaefendi’nin örgütü tarafından yönetiliyor olurdu.
Hoca da Gölbaşı’ndaki Beyaz Saray’ına oturuyor olurdu.
28 Şubat’ta ‘Hükümet düşecek herkes görevini yapsın' emri verdi
-Sizin için kopuş ne zaman başladı?
Rahmetli
Erbakan, dişiyle tırnağıyla var ettiği Milli Görüş hareketi artık yavaş
yavaş yerel yönetimler başta olmak üzere siyasi başarılara imza atmaya
başlamıştı.
Refah-Yol
koalisyon hükümeti kuruldu. Müslümanların başarısından iç ve dış güçler
rahatsızdı. Düğmeye basılmıştı ve Erbakan düşürülecekti. Tüm aktörler
seçilmişti. Tabii baş aktör de her zaman olduğu gibi bizimkiydi...
Komplolar devrede, medya devrede, asker devredeydi. Çağın çilekeş ve
yılmaz adamına tezgah üstüne tezgah kuruluyordu. Karar verilmişti.
Erbakan bitirilecekti. Erbakan’ı üstün başarısı nedeniyle zaten
kendisine rakip gören ve yarış pistinden bir an önce diskalifiye
edilmesini isteyen Hocaefendi için bundan daha iyi bir fırsat olamazdı.
Beşinci kat meclis toplantısındayız. Erbakan hoca hakkında atıp tuttu.
“Bu adamlar mı İslam’ı temsil edecek” diye hafife alıp aşağılıyordu.
Hatta bir ara öyle galeyana geldi ki; “Eğer İslam’ı bunlar temsil edecek
ise yerin dibine batsın o İslam” diyordu. Kararını verdi. “Hükümet
düşecek herkes görevini yapsın” dedi. Gazete ve televizyon hükümet
aleyhine çalışacak. Belde imamları da başta askeri erkân olmak üzere
devlet adamlarını ziyaret edecek ve bizim bu Milli Görüşçüler’le
alakamızın olmadığı, bizim onlardan farklı Müslüman olduğumuz
anlatılacak, Refah Partisi’nin ilgası için bize ne görev verilirse
yapmaya hazır olduğumuz söyleyecekti. Bunu yerine getirmeyen tek
kişiyim. Bu da benim sonumu getirecekti. Yine aynı yerde toplantıdayız.
Hükümet direniyor. Elinde Zaman gazetesiyle geldi ve “Bir hükümeti
düşüremeyen bu gazete yerin dibine batsın çıkarmayın daha iyi” dedi. Bu
arada şunu hatırlamadan geçemem. Hani gündeme bomba gibi düşen “Beddua”
var ya, Hocanın bedduası yeni değil, ilk defa yapıyorum demesine da
bakmayın, zira ekseriya beddua eder. Ben Bandırma’da Ramazan himmeti
toplantısında konuşuyorum. Gecenin geç vaktinde İstanbul esnafından
ileri gelenler de gelmişlerdi onlarla sohbet ediyoruz. İçlerinden biri
dedi ki, “hocam size bir müjdem var. Dün gece teheccüt vaktinde hacet
namazı kıldık. Hocaefendi Erbakan’a öyle bir beddua etti ki, yerler
gözyaşından ıslandı. Duadan sonra hocaefendi elini yüzüne sürerken dedi
ki, hadi size müjde bir haftaya kalmaz Erbakan’a Fatiha okuruz.” Bunu
bana müjde diye söylüyordu. Rahmetli Erbakan’ın ne kadar yaşadığı malum,
bu son bedduayı dinleyince bazı arkadaşları arayıp dedim ki; “Sayın
Başbakanımıza müjde verin inşallah ömrü çok uzun olacak, çünkü Fetullah
Hocanın ölmesi için beddua ettiklerini Allah ona inat çok uzun
yaşatıyor.”
Fethullah hoca kavgayı bitirmez
-Bundan sonra ne olur?
Hiç
tereddüt etmeden söylüyorum, Hoca bu kavgayı sonlandırmaz. Yurtiçinde
ve dışında Başbakan’ı bitirinceye kadar durmayacaktır. Fakat burada
şunu da belirtmeliyim ki, bu kavga Hoca ile Başbakan arasında süren bir
kavga değildir. Bu Türkiye’nin geleceği ve Ortadoğu’nun nasıl
şekilleneceğine dair uluslararası bir projenin kavgasıdır. Bu kavganın
hiç kuşkusuz birinci tarafını Başbakanımız oluşturuyor. Dünya da bu
lideri içeriden biriyle vurmak istiyor. Buna ise her zaman gönüllü
olacak hazır kıta bekleyen bir aktör de var... Bu aktör bir taraftan
kendi hesapları için buna hazır, diğer taraftan da ondan bu görevi
isteyenlere karşı borçlu olduğundan hazır...
-AK Parti’nin kurulmasına nasıl baktı?
Hizmet
yıllarında beraber olduğumuz çok değerli bir ağabeyimizin oğlu
Amerika’da hem şirket işlerini yürütüyor hem de hizmetlerle
ilgileniyordu. Tam AK Parti’nin kurulma günleriydi. O delikanlı anlattı.
Şöyle dedi: “Hocaefendiyi ziyarete gitmiştik. Orda kendisine Tayyip
Erdoğan’ın parti kuracağını sordular, nasıl değerlendiriyorsunuz,
dediler. Tebessüm ederek şöyle dedi: “Ben söylemeyim Kuran söylesin,
deyip kalktı Kuran’ı eline alıp rastgele açtı, (buna “Kuran ile Tefeül”
denir), oradan bir ayet okudu, ayet güya “onlar hayal peşinde
koşuyorlar” diyordu. Ardından da şöyle söyledi: Bunlar devlet yönetmeyi
ne zannediyorlar. Devlet yönetmek belediye başkanlığına benzemez.”
Daha
parti kurulmadan bile o partiyi ve kurucusunu, hem de Kuran ayetiyle
idama mahkum eden bir zatın bu harekete karşı nerede durduğu gayet açık
ve nettir. Bu nedenle referandum da dâhil Hoca hiçbir zaman AK Parti’yi
desteklememiştir. Oy vermek desteklemek değil çünkü... O askeri vesayeti
devirmek için destekledi ve bu desteğin, gönülsüz desteğin bedelini de
şimdi nasıl ödetiyor görüyorsunuz...
GÜLEN'İN GEÇMİŞTE KRİTİK ÇIKIŞLARI
ÖZAL'I SEMT İMAMI BİLE YAPMAM
Rahmetli
Turgut Özal’ın siyasi başarısından da fevkalade rahatsızlık duymuştu.
Hatta bir sohbette kendi annesinin de Özal için böyle söylediğini
aktarmış ve şöyle demişti: “Aklı anamın aklı kadar olanlar Özal’ı
kurtarıcı sanıyor. Bizim hizmette olsaydı Özal’a semt imamlığı verir
miydim bilmiyorum” dedi.
ERBAKAN'A ÖLSÜN BEDDUASI
Necmettin
Erbakan’ı üstün başarısı nedeniyle zaten kendisine rakip gören ve yarış
pistinden bir an önce diskalifiye edilmesini isteyen Hocaefendi atıp
tuttu. Hatta “Eğer İslam’ı bunlar temsil edecek ise yerin dibine batsın o
İslam” diyordu. “Hükümet düşecek herkes görevini yapsın” dedi. Biri
anlattı: “Hocaefendi Erbakan’a öyle bir beddua etti ki, yerler
gözyaşından ıslandı. Duadan sonra hocaefendi elini yüzüne sürerken dedi
ki, hadi size müjde bir haftaya kalmaz Erbakan’a Fatiha okuruz.”
BEDDUA VE ÖVGÜ
Demirel
için ne kadar beddualar ettiğimizi hatırlamıyorum bile... Ama bu açılım
sürecinde Gazeteciler ve Yazarlar Birliği’nin düzenlediği ödül
töreninde Süleyman Demirel’e hitaben; “Söz sultanının yanında söz
söylenmez...” diyordu. Bir gece öncesinde söyledikleri ise ağza alınacak
gibi değildi. Peki, bu nasıl oluyordu?
TCK 163. Madde kalkmasın diye Özal’a rica etti
-Nasıl bir karaktere sahiptir?
Egosantrik
bir karaktere sahip olan Hocaefendi, daha çocukken kendisinin büyük bir
insan olacağına inanmış ve kendini hep öyle görmüştür. Bu düşüncesinden
olmalıdır ki değer gören herkesi kıskanır ve ondan rahatsızlık
duyardı. Bu nedenle, etrafındaki insanların, gözleri başarılı
insanlara kaymasın diye sürekli onları küçümserdi. Örneğin, rahmetli
Necip Fazıl için hep şöyle derdi; “bizim Abdullah Aymaz hoca ondan çok
iyi yazar” derdi. Ama ne zaman ki Necip Fazıl üstat vefat etti, aynen
şöyle diyordu: “İslam dünyası Sultan-ı Şuarasını kaybetti. Yeri dolmaz
bir şair, hatip ve edipti.” Çünkü artık ölmüştü ve Hocaefendi için rakip
olmaktan çıkmıştı. Rahmetli Özal ile ilgili bir bilgiyi daha sizinle
paylaşmalıyım. Rahmetli, Müslümanların başının belası 163. Maddeyi
kaldırmıştı. 163. Maddeyi kaldırmaması için Özal’a ne kadar ricacı
olduğunu anlatamam. Hocaefendi’ye göre 163. Madde kalkarsa her sokak
başında bir şeriat partisi kurulacaktı...
İLAHİYATÇI PROF. AHMET KELEŞ’İN CEMAAT YILLARI
Hizmet rotadan sapınca ayrıldım
1973’de
bir yaz günü Fetullah Hoca’nın vaaz kasetini dinleyip, aynı yaz İzmir’e
giderek kendisiyle tanıştım. İlk tanışmaya da beni, Eski İzmir Otogarı
yanındaki camide görevli olan hizmetin en ünlü hocalarından Mehmet Ali
Şengül hocam götürmüştü. Her yaz düzenlenen öğrenci yetiştirme
kamplarına katıldım: Buca, Edremit kampları başta olmak üzere... Daha
Ankara’da ilk hizmet evlerinin açılmaya başladığı yıldı. Meşhur Necati
Bey Caddesi’nde açılan ilk hizmet evinde, hizmetin duayenlerinden ve
hala da hizmetin kurmay ekibinden olan Naci Tosun’un ile irtibata
geçerek Kırıkkale’de ilk öğrenci evini açıp hizmeti başlattım.
Elinden tuttuğumuz isimler
Arkasından
çok kıymetli bir hizmet dostum ve arkadaşım olan (M. İ. B.) İle
birlikte Yozgat ve civarında, kazalar dâhil evler ve yurtlar açtık.
Sayın Ekrem Dumanlı Yozgat’ta ilk elinden tuttuğumuz gençlerdendi.
Hizmete kazanılmasında bir ağabeyi olarak çok emeğim vardır ve bunu hiç
unutmadığından eminim. Orta Anadolu’nun hemen her yerine gece gündüz
koşarken, 1980 İhtilalı oldu. Hocaefendi’nin arandığı yıllar başladı.
İhtilal bütün hesaplarımızı bozdu. 1983 de hem Kayseri’deki hizmetlerle
ilgilenmem hem de bu arada bir fakülte okuyup askere gitmemem için
Kayseri İlahiyat Fakültesi’ne girdim. 1983-1993 yılları arasında tam on
yıl Kayseri ve çevresinde hizmette bulundum. Prof. Dr. Şerif Ali Tekalan
ile birlikte çalıştık. Kayseri ve civarında o kadar meşhur olmuştum ki,
Kayseri’nin en büyük camii Sanayi Camii’nde vaaz ediyordum ve cemaat
saatler öncesinden camiyi dolduruyordu. Kayseri’de hizmetler çok
gelişince hizmetin az geliştiği yerlerden olan Balıkesir vilayetine
tayinim çıktı. 1993 yılında orada göreve başladım. Bölge imamı olarak
çalıştım. Hizmetten kopuş sürecim de burada başladı... Açılım süreçleri,
siyasete girmeler ve 28 şubat... 1998 yılında Hocaefendi Amerika’ya
gitmeden... Kendisine yapılan yanlışları ve hizmetin rotasından
saptığını söyleyerek hizmet yolculuğuma son verdim. Yoksa hamdolsun biz
her an Allah yolunun hizmetkârlarıyız...
Rektörlüğe aday oldum
Cemaatten
ayrılınca bana Balıkesir’i acilen terk etmem söylendi. Gidecek yerim
yoktu. Hiçbir sosyal güvencem vs. yoktu. Sadece Kayseri’de yaptığım
doktoram vardı. Bana seni Diyarbakır’a aldıralım, başka hiçbir yere
giremezsin, dediler. Gerçekten de giremedim. En son 1998 Eylül’ünde
Diyarbakır’da İlahiyat Fakültesi Hadis Anabilim Dalında Yardımcı Doçent
olarak göreve başladım. 2004’te doçent, 2009’da da profesör oldum. 2012
yılında bir garip olarak gittiğim Diyarbakır’da Dicle Üniversitesi
Rektörü adayı oldum.
STAR
Bu röportaj http://www.habervaktim.com/haber/364529/gulen-cemaatinin-piramidi-ortaya-cikti.html
linkinden alınmıştır.
Bu röportaj http://www.habervaktim.com/haber/364529/gulen-cemaatinin-piramidi-ortaya-cikti.html
linkinden alınmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder