4 Eylül 2010 Cumartesi

Kürtsüz demokrasi olmaz

Diyarbakır-
Kentin biraz dışındaki Hamvarat Evleri’nde havuz başındaki bir masanın etrafında, 1980 ile 1984 yılları arasını Diyarbakır Cezaevi’nde geçirmiş orta yaşlı bir erkeği dinliyoruz.
Hava günün kavurucu sıcağını unutmuş, tatlı tatlı esiyor.
İstanbul’un Kemer Country’si gibi bir semt burası.
Ama konuşulanlar İstanbul’dakinden çok farklı, belki de o tip semtlerde hiç seslendirilmeyen cinsten.
Konuşan arkadaş herhangi bir film sahnesi gibi anlatıyor yaşadıklarını, sanki o yaşamamış da, başkasının başına gelen korkunç olayları dile getiriyor.
Anlattıkları aradan 30 yıl geçmiş olsa bile unutulacak cinsten değil.
Pislik çukurları, zincire vurulmalar, sıradan bir olay haline gelmiş dayak, işkence...
Çaresizlikten üstüne tiner döküp kendini yakanlar, tuvalette intihar edenler...
Uykunuzu kaçıracak, tüylerinizi diken diken edecek her hikaye var.
Masa çevresinde oturan herkesin bir akrabasının, dostunun, tanışının yolu bu zulümevine düşmüş.
Meşhur Fazlı Bey’in öyküsü hatırlanıyor.
Pislik çukuruna batırıldığı için kendi ağzının içinden nefret eder hale gelen ve cezaevinden çıktığında ilk iş olarak bütün dişlerini söktürten Fazlı Bey saygıyla anılıyor.
“Bir insan, bir başka insana bunu nasıl yapar?” diye düşünmekten alamıyorsunuz kendinizi...
Yine de yaşadıklarını geride bırakmış bu insanlar.
Hemen hepsi “Boykota hayır, referanduma evet” diyen, çözümü çatışmada değil de, demokratik mücadelede arayan insanlar.

Ama kentin tamamında hakim havanın bu olduğunu söylemek kolay değil.
Başbakan Erdoğan’ın Diyarbakır gezisinin gösterilmek istenmeyen bir beklenti yarattığı kesin.
Yüreklerinde sandığa gidip evet demek yatsa bile önemli bir bölümünün boykot çağrısına uyacağı kesin.
Türkiye referanduma Türk ve Kürt milliyetçiliğinin keskin çatışması içinde gidiyor.
Doğu’daki boykot çağrısı, Başbakan Erdoğan’ı Batı’nın milliyetçi oylarını talep etmeye yönlendiriyor.
BDP ise Kürt milliyetçiliğini daha fazla pompalıyor.
Erdoğan için en kolay hedef MHP tabanı çünkü Bahçeli’nin hayır için güçlü argümanları yok.
Yine de dile dikkat etmek gerek.
Çünkü Türkiye 2011’de yeni bir anayasa yapacaksa, barış ve huzuru sağlayacaksa, bunu Doğusu ve Batısı, Türkü ve Kürtü ile birlikte yapmak zorunda.
Ve görünen bir başka gerçek, bölge halkının artık çatışmadan yorgun düşmüş olduğu.
Çocuklarının dağdan eve dönmesini, ekmek parası kazanmayı hayal ediyorlar.
30 yıldır her türlü şiddet, baskı ve çatışma ortamını yaşamış bir bölge olarak hala sağlıklı durumdalar.
Elbette sivil toplum kuruluşlarının çıkışının büyük yankısı olmuş.
Bu ses güçlendikçe, şiddetin sesi kaybedecektir.
Ankara referandum sürecinden sonra kalıcı bir barış için kolları sıvamalı.
Bu ülke Doğusu ve Batısıyla bunu hakediyor.
Siyasetçilerin güçlü bir irade koymaları pek çok sorunun aşılması için önemli...
BDP’nin müteffikleri
BDP boykot çağrısında bulunurken kendini hayırcılarla aynı cephede buluyor.
Çünkü sandık başına gitse, halkın tamamına yakınının “evet” oyu vereceği kesin.
Onun için yargıçlar, “şimdi Öcalan’a ihtiyaç var” diyor ve Öcalan devreye girip boykot çağrısı yapıyor.
Böylece Kürtler bakın kimlerle ittifak yapıyor:
- Yargıda yaşadıkları haksızlıklara yolaçan yargıçlarla...
- Ahmet Kaya’ya sadece Kürt olduğu için “Vay şerefsiz manşeti” atan Özkökler, Türençlerle...
- Kürtlerin her türlü demokratik hak talebine üniter devlet adına karşı çıkan başyazarlarla...
Tüm bunları yaparken de her zaman yanlarında olmuş, acılarını dile getirmiş, hakları için mücadele etmiş Hasan Cemal, Ali Bayramoğlu, Cengiz Çandar, Mehmet Altan, Ahmet Altan, Murat Belge gibi isimlerle ters düşüyorlar.
Sizce bu işte bir yanlışlık yok mu?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder