16 Eylül 2011 Cuma

Kana petrol karışınca Libya’ya leş kargaları üşüştü

Yağmaya hücum!..
Bir gazetenin başığı aynen şu şekildeydi dün: “Yes you can!”
Utanmadan gaz veriyorlar bir de...
“Evet yapabilirsin!”
Yapamazsan da “no problem”, yaptırırız be abi!
İsyan nedir, nasıl çıkarılır, kimlerle işbirliği yapılır bir bir anlatır, baktık hâlâ “rolü”nün ne olduğunu kavrayamamışsın, bir de provasını yaptırırız; kostümlü, kostümsüz... Bize hepsi uyar!
Dünkü gazetelere bakılırsa, uymuş da zar: Libyalı muhalifleri Türk özel harekâtçılar eğitiyormuş. “Hedef” ülkeye “gazeteci” kılığında sızdıktan sonra, “isyancı adayları”nın “koç” luğuna başlamışlar:
Teknik, taktik...

Muhalif ordusu Türkiye’de
Birkaç gün önce Arslan Bulut da yazdı: Suriyeli muhaliflerin rol dağılımının yapıldığı yer de Türkiye!
Bu iddianın sahibi genç bir AKP’li! Hali hazırda iktidar partisinin Gençlik Kolları’nın da bir üyesi. Durumun vahametinin farkında olmadan, “gururla” paylaştığına göre, Türkiye’nin 30 ayrı şehrinde, her birinde ortalama 10’ar bin kişiden toplam 300 bin civarında Suriyeli barındırılıyor. Bu 300 bin kişinin en belirgin ortak özelliği, işsiz, güçsüz taifeden seçilmeleri.
Farkında mısınız bilmem ama, 300 bin kişi bir “ordu” demek! Bu “ordu”nun Türkiye’deki masraflarını kim üstlenmiş peki?
Hayırsever Amerika Birleşik Devletleri!
Aynı ABD, 300 bin Diyarbakırlı, Hakkarili, Şırnaklı, Yüksekovalı’yı toplayıp Kandil’de misafir etse mesela; vakti geldiğinde Türkiye’ye göndermek üzere!
İzahı var mı? Türkiye kendine yapılmasından rahatsızlık duyduğu şeyi, niye başkasına yapıyor peki?
Milletler mücadelesi mi?
İyi de Libya hani senin “imparatorluk bakiyen”di?
PKK’lılara
muhalif mi diyelim
Türkiye’nin hem Suriye, hem de Libyalı muhaliflerle kurduğu ilişki biçiminin, PKK’lı teröristler için eğitim kampı kuran Yunanistan’dan ne farkı var?
Biz neden o kadar tepki göstermiştik Karen Fogg, adlı AB temsilcisine? “Makbuz karşılığı” bazı Türk gazetecilerini Türk devletine karşı faaliyete geçirdiği için değil mi?
Soros’un Balkanlar’da, Kafkaslar’da yaptığı “renkli devrim”lerden ne farkı kaldı, Libya’ya uçaklarla deste deste para taşıdığını açıklayanların?
En beter benzerlik:
Türkiye, yıllarca PKK kamplarına gıda, ilaç, silah taşıyan ABD’nin yahut terör örgütünün kasası durumundaki Avrupa ülkelerinin yaptığını yapmış olmuyor mu bu durumda?
Evet Kaddafi demokrasiden zerre nasibini almamış... Evet oluşturduğu bir zulüm rejimi... Türkiye’de yaşadığımız çok mu farklı sanki? AKP’nin ülkeyi iyi yönetemiyor olması, meşru gösterir mi PKK’nın eylemlerini? Alkışlayabilir miyiz, “Oh ne iyi ettin de bir değil PKK’lı bir kedi bile vermedin” diye Talabani’yi, yahut Barzani’yi?
Libya’daki muhaliflere “ayaklanma öğretmeni” gönderenler, yarın PKK’lıları besleyen “dış güçler”e hangi yüzle, hangi “hak”la kafa tutacaklar, tutabilecekler mi?
Paylaşımcılar teftişte
İngiltere Başbakanı David Cameron ve Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy,
Türkiye’nin üstün gayretiyle oluşan “diyalog ve işbirliği” ortamında Libya’daki Ulusal Geçiş Konseyi yetkilileri, yani “muhalifler”le görüşüyor şimdi...
Birinci Dünya Savaşı’nda Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Yunanistan, son raddede ABD tarafıdan pay edilen “Osmanlı”nın torunları!, İngiltere, Fransa ve ABD Orta Doğu’nun kanını emerken boğazlarına takılan herhangi bir “direniş” oluşmasın diye “Osmanlı bakiyesini teslim timleri” ni elleriyle eğitiyorlar iyi mi!
Güler misin, ağlar mısın?
Bir de “istikrar” diye süslemiyorlar mı?
Yanmış, yıkılmış ülkelerden pay kapma yarışına ne zamandan beridir “istikrar” deniyor Allah aşkına!
Bunun adı düpedüz yağma!
Türkiye de müteahhitliğini yapacakmış “Yeni Libya”nın. Yapmak için önce yıkmak gerek tabii. Bu kadar basit, bu kadar katı, bu kadar zorbaca!
Ah be Neo- Osmanlıcı!
Vakti zamanında, sırf Orta Doğu’nun petrol varlığına sahip olduğu için ülkesi, Avrupa’lı devletler arasındaki sömürgecilik yarışının “büyük ödülü” yapılan sen, hiç mi utanmayacaksın “ecdad hatıralarını” leş kargalarına yem ederken şimdi?
Daha NATO operasyonun başında Libyalı isyancılarla “petrolün yüzde 35’ini almak üzere gizli anlaşma” yapan Sarkozy’nin “tahsilat”a gittiğini bile bile nasıl “adalet” ten bahsedeceksin meydan meydan gezip yine?
Her şey bir yana hiç mi korkutmayacak “kul hakkı”nın vebali?
Milyonların “kan”ının karıştığı petrol ne kadar “lezzetli” olabilir, nasıl “insanım” diyenin midesini bulandırmaz ki?
Yoksa vampir mi, “yeni dünya” nın yönetenleri?
Madem utanmazlığın bu kadar ele alındığı çağda yaşıyoruz; bir de “Gönüllü sömürgemiz olup bizi zenginleştirdiğiniz için teşekkür ederiz” diye takdirname verin bari!
Atatürk’ün
mirasına ihanet
En fenası ne biliyor musunuz?
Libyalılara “bayraklarını yakmaları” için talim yaptıranın, savaştaki düşmanının bayrağını bile ayağının altına serdirmeyen Atatürk’ün kurduğu devlet olması!
Vatan toprağına, madenlerine, denizine, havasına, dağına, taşına, suyuna, ormanına, göz dikenlere karşı verdiği “Kurtuluş Savaşı” ile Orta Doğu’daki “mazlum milletler”e örnek olan, onlara “biz de başarabiliriz” özgüvenini aşılayan Atatürk “bir gün bütün mazlum milletler, zalimleri mahv ve perişan edecektir” derken, bir an olsun, bir gün mirasına konanların da mazlumlara zulmün “kâr ortağı” olabileceğini geçirmiş midir acaba?
Sanmam...
Karşısına kendisine “işbirliği” öneren bir emperyalist çıkan her Türk’ün sırtındaki hançer yaralarının acısını hatırlayacağından şüphe duymamıştır...
Kendi sırtına bin tane yara açan hançeri, başka milletlerin eline verip, “Bak böyle saplayacaksın devletinin bağrına” diye yol yordam öğretebileceğine ihtimal vermemiştir...
Eğer İngiliz Muhipleri’nin, eğer Kürt Teali’nin, eğer Damat Ferit’in, Eğer Sait Molla’nın, eğer Teali İslam’ın, eğer Hürriyet ve İtilaf’ın değil de gerçekten de iddia ettikleri gibi Çanakkale’de emperyalime geçit vermeyen “Asım’ın nesli”nin izinden gidiyorlarsa, hiçbir Türk’ün, petrol kuyularının, altın yataklarının, su havzalarının etrafında ciğerci kedisi gibi dolananların “leş paylaşımı” na köprü olabileceğini aklının ucundan dahi geçirmemiştir...
Hiçbir Türk’ün!

Adı Türkiye... Logosunda Türk bayrağı var... Sözüm ona en milliyetçi, en muhafazakar gazete... Gurur duyuyor Amerikalı bilmem kim köşe yazmak için kendilerini seçti diye! Amerikalı “Orta Doğu, enerji ve su” üzerine yazacakmış hem de... Amerikan mutfağından “yemek tarifi” örnekleri sunacak demek ki; biraz barut, biraz kan, üzerine de missss gibi zift sosu...

Aman Erdoğan zarar görmesin
Akşam Gazetesi Ankara Temsilcisi Çiğdem Toker’in verdiği bilgi doğruysa, -ki şu ana kadar yalanlayan olmadı- Erdoğan’ın Mısır gezisine katılan Genel Yayın Yönetmenleri, “Oslo kasedi”ni görmemek konusunda anlaşmışlar...
Genel yayın yönetmenleri böyle de, köşe yazarları farklı mı sanki...
“Aman Erdoğan’a zarar gelmesin” derken dün girdikleri kılıklar görülmeliydi...
Müztaz’er Türköne gibi “Hakan Fidan (...) Konuya hakim, birikimli ve usta bir dil kullanan bir devlet adamı profili çiziyor. ‘Sayın Öcalan’ ifadesi, MI-5, CIA veya MOSSAD şefleri ayarında bir müzakerecinin kıvraklığını yansıtıyor. Diplomatik, zekice bir dil; sonuç almaya odaklı” deyip neredeyse MİT Müsteşarına Devlet Övünç Madalyası vermeli deme sınırına gelenler mi...
Emre Aköz gibi “Bence Hakan Fidan olaya sadece “devlet görevi” olarak değil, ”entelektüel misyon“ olarak da bakıyor” diyerek “Ben de Hakan Fidan Fan Club üyesiyim” mesajı gönderenler mi...
“İnternete sızdırılan PKK-MİT görüşmesi sayesinde ‘savaşın devamının mantıksızlığı’ da daha iyi anlaşılmalıdır” diyen Cengiz Çandar ve “Öcalan ve PKK görmezlikten gelinerek barış yapılamaz. Yakın geçmişte Başbakan Erdoğan doğru olanı yapmış, gereken siyasal cesareti göstermiştir” diyen Hasan Cemal gibi Kandil’de yedikleri her lokmanın hakkını verenler mi...
“Hükümet doğrusunu yapmıştır. Bir tek insanımızın ölümünü engellemek ve ülkeye biraz olsun rahat nefes aldırmak için gerekirse şeytanla bile görüşülmelidir” diyen Mehmet Ali Birand ve “Erdoğan’ın çocuklarımızın her gün hatta her an ölmesine neden olan kangrenleşmiş tarihsel bir sorunu çözme cesaretini samimiyetle kutlamak gerekir...” diyen Mehmet Altan gibi Mardin güvercini çağrışımı yaptıranlar mı...
Hangisinden ararsan vardı...
En çok da “zamanlama” deyip, “suç”u, Erdoğan’ın “Bahar yıldızı” gibi parladığı şu günlerde “kıskananlar” a atanlar güldürdü beni...
Daha önce askerlerin, gazetecilerin, savcıların, hakimlerin, siyasetçilerin “on yıllık yasa dışı ses kayıtları” yayımlandığında, “peki ama neden şimdi” diyenlere “zarfa değil mazrufa bak” diye çıkışanlar onlar değildi sanki!
Ha bir de “zaten biliniyordu ne var bunda ki” diyerek olayı normalleştirmek isteyenler var...
İyi de çoğu şimdi tutuklu bulunan askerlerin “AKP” hakkında ne düşündüğü, yahut hemen her gün köşelerinde feveran eden gazetecilerin bu “iktidar” dan memnun olmadığı bilinmiyor muydu sanki... Malumu belgelemek için mi bir kalemde hukukun üzeri çizildi?

Özel temsilcisini İmralı’ya ve Oslo’ya pazarlığa yollayan Başbakan’ın, seçim meydanında “Ben olsam Öcalan’ı asardım” söylemiyle ortaya çıkması, “PKK ile görüşmeler yapılıyor” diyeni “Şerefsiz” diye suçlaması... Sonra da hızla aşırı milliyetçi bir söyleme dönüp kara operasyonuna hazırlanması... Sadece diyalogun kesilmesinin değil, muhtemelen kasetin sızdırılmasının da nedeni, bu ikiyüzlülüktür.
Can Dündar / Milliyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder