4 Nisan 2011 Pazartesi

"İşte Fethullah'ın Çölaşan'a mektubu"

Atıp tutacağı, kurtlarını dökeceği bir köşecik bulmasına sevinmiştim. Arada bir ne yapar, ne eder diye de bakarım.
Bakarım; hiç değişmiş mi?
Nasıl desem; 10 yıl öncesinin, 20 yıl öncesinin, hatta 30 yıl öncesinin Emin Çölaşan'ı ile günümüz Emin Çölaşan'ı arasında bir fark var mı; merak ederim.
Her defasında milim değişmediğini görür, şaşırırım!
Özellikle "değişmek" sözcüğünü kullandım. "Gelişmiyor" deyip de incitmek istemedim.
Aslında hazretin "değişmesi" pek yakışık almaz. Yakışık alsa da, "gergedanlaşmaktan" öte anlam taşımaz.
Gelgelelim şu sıralar Abant izlenimleri falan yazan Ertuğrul Beyciğime nazaran daha onurlu bir tavır ortaya koymuştur.
En azından inandığı değerler uğruna (Hürriyet gazetesiyle yollarının ayrılması neticesinde uzun süre köşe yazmaması şeklinde) bir "bedel" ödemeyi göze almıştır.
İnandığı değerler uğruna mı yoksa uyum katsayısı "elverişsiz" olduğundan mı bu "bedel"i ödemiştir, orasını bilemem.
Benim bildiğim şudur: Sıkı "amigo" olduğundan olsa gerek, "karşı tribünde" yer aldığına inandıklarından "iltifat" almaya hiç gelmiyor!
Mesela...
Biraz önce omurga bakımından Ertuğrul Beyciğimle karşılaştırılamayacak kadar sağlamdır demeye getirdim ya, "Salih Tuna beni kafakola almaya çalışıyor" derse hiç şaşmam.
Zira...
"Sıra beni de kafakola almaya gelmişti!" başlıklı dünkü yazısında Fethullah Gülen Hocaefendi'ye yaptığı bu!
Hocaefendi'nin yıllar önce kurban bayramı vesilesiyle gönderdiği "mektup"u köşesinde olduğu gibi yayımlamış. (Naçizane yazımızın başlığına çektiğimiz "İşte Fethullah'ın Çölaşan'a mektubu!" şeklindeki münasebetsiz ifade de, Sözcü gazetesinin dünkü manşetinden başka bir şey değil zaten.)
"Değerli gazeteci yazar, kıymetli insan / Saygıdeğer aydın Emin Çölaşan Beyefendi" hitabıyla başlayan mektup hakkında Çölaşan şöyle diyor: "Uygulanan taktik çok basitti: 'Emin Çölaşan'a Kurban Bayramı'nı fırsat bilip böyle bir mektup gönderelim, bu yolla onu da kafakola alıp susturalım.' (...) Ama ben yemedim! Ektikleri tohum bende, başkalarında olduğu gibi tutmadı!.."
İyi de, ekilen tohum ne?
Nasıl bir tohumdur ki bu, başkalarında tutuyor, Çölaşan'da tutmuyor?
Maksadım eleştirmek değil; hazret için bu saatten sonra kelime yakmayı israf addederim.
Bir zihniyeti, dahası bir zihniyetin temellük etme yeteneğini deşifre etmeye çalışıyorum.
Çünkü...
Uğur Dündar da üç aşağı beş yukarı aynı şeyi yapmıştı.
Evrensel insan haklarını savunucu cesur bir demokrat olduğunu ifade eden Hocaefendi'nin bir mektubundan hareketle, "Beni beğenmiyorsunuz ama bakın hocanız beni nasıl da övüyor..." demeye getirmişti.
Çölaşan gibi "yemedim" demiyordu da, daha kurnaz bir şekilde bize "yedirmeye" çalışıyordu.
"Yedirmeye" çalıştığı da, Hocaefendi'den tescilli bir demokrat olduğuydu.
Halbuki oldukları hal değil, olmaları gereken hal ihsas ediliyordu.
Çölaşan'a kıymetli insan, saygıdeğer aydın, değerli yazar ol denilmeye çalışırken; Uğur Dündar'a da (servise sokulan o malum kasetler marifetiyle linç kampanyasına iştirak edeceğine) insan haklarına saygılı cesur bir demokrat ol, denmek isteniyordu.
Şuncacık şeyi anlamayacak ne vardı?
"Fethullah" demekle Hocaefendi'yi aşağıladığını sanan Çölaşan hadi mazurdur diyelim, Uğur Dündar'a ne oluyor?
Hayır yani, anlıyor da işine mi gelmiyor?
Çölaşan gerçekten de tuhaf bir insan evladı.
Demek ekilen "tohum" tutmadı, demek "yemedi" ha?
İyi o zaman biraz da ben "tohum" ekeyim:
Dürüstsün, ilkelisin, demokratın önde gidenisin, yalansız dolansızsın, adam gibi adamsın...
Hadi bakalım bunları da "yeme," bunlar da "tutmasın" sende...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder