4 Nisan 2011 Pazartesi

Varlığım Amerikan varlığına...

Adam güya kitap kurdu, evinden hiç çıkmadan sürekli okuyor, okuyor, öğreniyor, merak ediyor. Bir konuya takılıyor ve peşinden gidiyor, en ince ayrıntısına kadar hakim olmadan bırakmıyor.
Fakat kötü bir huyu var.
Bilmediğini bilmiyor. Bilmediği gibi, öğrenmek için de hiçbir çaba sarf etmiyor.
Dünkü yazısını okuyalım:
'Doğru dürüst bir ülkede, hap kadar çocuklara her sabah yemin ettirilmez, marş söyletilmez. Doğru dürüst bir ülkede 'Fransız'ım, doğruyum, çalışkanım' diye böbürlenme olmaz. Hiçbir Amerikan çocuğuna 'varlığım Amerikan varlığına armağan olsun' dedirtmezsiniz, kıyamet kopar. Hiçbir İngiliz çocuğu büyüklerini saymayı, küçüklerini sevmeyi kendine 'şiar' edinmemiştir. Kendisine böyle bir şey dayatılmaz' diyor ve 'Andımız' tartışmalarına değiniyor.
Ah Engin Ardıç, ahh...
Hiç mi 'Pledge of Allegiance'ı duymadın? Hiç değilse bir Al Pacino filmini, bir Metallica şarkısını görüp de 'And justice for all' neye gönderme diye merak etmedin mi?
'Pledge' metni bizimkinden farklı olmakla beraber düpedüz Amerikan andıdır. 'Amerika Birleşik Devletleri'nin bayrağına, o bayrağın simgelediği Cumhuriyet'e, Tanrı'nın yönetiminde bir ulusa, bölünmezliğe, herkes için adalet ve özgürlüğüne sadakatimi bildiririm.'
1892'de yazıldı, 1954'te 'one nation under God' (Tanrı'nın yönetiminde bir ulus) ifadesi eklendi. Kong- re'deki görüşmeler, yerel yönetimlerdeki resmi toplantılar, hatta izci kampları bile 'Pledge'le açılır.
Amerikan adı da yıllarca tartışmalara gebe oldu. Ve sonunda bunun dayatmayla okunmayacağına karar verildi. Sınıflarda hep bir ağızdan söylenmesine rağmen öğrencilerin katılmama hakları da korundu.
'Tanrı'nın yönetiminde' ifadesi sayısız kez mahkemeye taşındı, özellikte ateist aktivistler bu ifadenin ayrımcı olduğunu iddia ettiler.
Amerika'daki 'Pledge'in ortaya çıkma nedeni de Türkiye'den farksız değil aslında. Sonradan oluşturulan bir ulus bilincini kabul ettirmek için devlet eliyle propaganda.
Ama Amerikan andıyla Türkiye'deki 'Andımız'ın metinlerindeki farklılık, toplumun bunu kabullenme ve bağrına basmasında da kendini gösteriyor.
'Pledge' bir kere 'Amerikalıyım' demiyor, söylemek istediğini bizimkine kıyasla çok daha zekice yazılmış ve problemsiz ifadelerle dile getiriyor: Cumhuriyete, bayrağa, özgürlüğe, adalete vurgu yapıyor.
'Andımız' ise bir kere kötü, amatör bir metin, bir de sadece Türklük vurgusu baskın. Tek adamlığı ön plana çıkarıyor, Cumhuriyet ve özgürlüklerdense bütün ilkeleri tek bir kişiye indirgiyor. Buna yıllar önce hiç değinilmemiş, dokunulmamış olması da problemli.
Türkiye'nin Cumhuriyet, adalet ve özgürlük bilincini Atatürk'ten bağımsız bir şekilde de sahiplenmesi gerekir oysa. Ne yazık ki bu Cumhuriyet 'elitinin' hatalarından biri bu oldu.
Aynı zamanda bu metin insanın içine işleyen, yürekten katılarak okuyabileceği bir bağlılık yemini değil ne yazık ki. Daha çok dayatma gibi okutuluyor bu yüzden de kalıcı olmuyor. O kadar aklımda kalmamış ki, bu yazıyı yazarken google'dan tam metne bakmak zorunda bile kaldım!
Halbuki Amerikan sisteminin yetiştirdiği çocuklar okudukları 'Pledge'le beraber sistemin kendilerine her ne şekilde isterlerse öylece var olabilme hakkı tanıdığını biliyorlar. Ama bunun mutlaka bayrak, vatan, özgürlük ve adalete bağlılık çerçevesinde olabileceğini de öğreniyorlar. Kısaca, 'Sadece ben var olayım, ben çoğunluğum, başkalarını yok edeyim' gibi bir fikir oluşmuyor.
Bugün 'Andımız'a itiraz edenlere uzun yıllar boyunca Türkiye'de Cumhuriyet elitinin 'Biz Türk'üz, biz Atatürkçüyüz, siz ikinci sınıfsınız' diye baskı yapmadığını kim söyleyebilir?

ANDIMIZ TARTIŞMASI
- Neden kalmalı
Türkiye tarihin her döneminde geriye götürülmek istenen, her fırsat çıktığında kurucu doktrininden farklı yönlere saptırılmak istenen bir ülke. Coğrafyanın, dinin, toplumun yapısının da etkisiyle çok kolay manipüle edilen, çok kolay karanlık bir Ortadoğu ülkesine dönüştürebilme potansiyeli taşıyor. Atatürkçülük, ay-yıldızlı bayrak, altı ok ve ilkeler dayatmayla da, tepeden inme devrimler olarak gerçekleşseler de yıllarca bu karanlık potansiyelinin önündeki en büyük supap oldular. Anadolu'nun en karanlık, en gerici köyündeki bir okulda bile bir çocuk okula gittiğinde sınıfta Atatürk'ü, İstiklal Marşı'nı, Gençliğe Hitabe'yi görünce, 'Andımız'ı okuyunca hiç değilse kafasının bir yerinde bambaşka bir Türkiye'nin olduğu gerçeği kalır. Bir ihtimaldir ama o ihtimal bile iyi bir şeydir. Bu ülkenin yazgısının Batı olduğunu düşünebilir; bu ülkeyi kuran kişinin mirasından hiç değilse haberdar olur.

- Neden kalkmalı
Atatürk'ün kullandığı anlamda 'Türklük' bir ırksal köken ifadesi değildir, bir üst kimliktir. 'Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı' demektir. Yapay olarak yaratılan 'Türkiyelilik' kavramının aslıdır. Ne yazık ki bu kavram toplumun bir kesiminde yıllara rağmen kabul görmedi, dirençle karşılandı. Bugün de itirazlar hep Türklüğün bir ırka yönelik olduğu algısında kilitleniyor. Dolayısıyla da birisi kalkıp 'Ben Türk değilim, varlığım Türk varlığına armağan olmasın' diyebiliyor. Haksız mı? Türkiye Cumhuriyeti andımızı okumayı reddedenlere de sahip çıkacak bir ülke olmalıdır.
Ayrıca 'Andımız' istiap haddini doldurmuş bir metin, günümüzün gereklerini karşılamıyor, bir güncellenmeye ihtiyacı var. Üzerinde küçük oynamalar yapılabilir. 'Varlığım Türkiye Cumhuriyeti'ne armağan olsun' denebilir; 'küçükleri korumak ve büyüklerimi saymak' gibi klişelerin yerini 'adalet ve eşitlik' alabilir. 'Tanrı-Allah' vurgusuna hiç girmeyelim, onun içinden çıkamayız.
Mehmet Tezkan'ın burnu
Mehmet Tezkan'a geçmiş olsun. Meğer geçenlerde ufak bir burun ameliyatı geçirmiş, dün ayrıntılarıyla yeniden nefes alabilmeye kavuşmasını anlatıyordu. Köşe yazarlarının kendi tıbbi maceralarını anlattığı yazılar arasında bu kadar genele hitap eden, bu kadar kişisellikten uzak ve sadece bilgi vermeyi amaçlayan bir yazı epeydir okuyamamıştım.
Bir kere Tezkan'ın söylediklerini güvenilir buldum. Bu çok önemli...
Belki ben de 'nefes' problemi çektiğim içindir. Yıllardır doktorlar 'deviasyon' ameliyatı olmam gerektiğini söyler, ben de kaçarım. Meğer ne çok insan varmış burun ameliyatından kaçan. Tezkan'ın yazısından öğrendiğime göre çoğunluk da korkuyormuş. 'Burun bu, derdi bitmez, çok çekeriz' diye. Ne yalan söyleyeyim, benim de yıllardır korkumun sebebi bu.
Tezkan iki gün akıntı ve bandajla dolaşmış, hiç çekmeden kurtulmuş. O konuda rahatlattı.
Ama 'burunla' ilgili bir hurafe daha var: Bir yıl sonra aynı sıkıntılar baş gösteriyor diyorlar. O yüzden takvime yazıyorum. 2 Nisan 2012'de Tezkan ameliyatın yıldönümde bir yazı daha yazsın ve süreci anlatsın. Hala öneriyorsa hemen bıçak altına gireyim. Sözüne güvendik bir kere...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder