21 Temmuz 2010 Çarşamba

Ah be Sayın Başbakan öyle bir örnek verdiniz ki

catakli@gazetevatan.com
Sayın Başbakan; Meclis’teki salı konuşmanız dün çok “duygu” yüklüydü. 12 Eylül darbecilerinin astığı gençleri anlatırken gözyaşlarını tutamamanız ekran başındaki pek çok kişiyi de ağlattı.

O günleri yaşayan biri olarak çekilen acıları yakından biliyorum. 12 Eylül’ün ilk idam ettiği Erdal Eren’in infazını görevim gereği sabah 04.00’e kadar beklemiştim o zamanki Günaydın Gazetesi’nde.

Ve o bekleyiş sırasında sanki ilmik benim de boğazıma geçmişti. Aynı şekilde adlarını saydığınız diğer üç gencin idamını da aynı duygular içinde görevim gereği gazetede beklemek durumundaydım.

Ancak Sayın Başbakan bugünkü “anayasa dayatmanızı” desteklemek için geçmişe yönelik eleştirileri gözyaşları içinde dile getirirken verdiğiniz bir örnek, sizi de zora soktu.

Dediniz ki “12 Eylül’ün zulüm ve işkencelerinin mağdurlarından biri de Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’dır. 12 Eylül’de hapiste olan Günay babasının cenazesine gidememişti.”

Çok haklısınız. Günay yanılmıyorsam Dev-Yol’a yataklık yapmaktan suçlanıyordu ve hapisteydi. Babasını kaybetti ve cenazeye gitmesi için kendisine izin verilmedi.

Tamam da Sayın Başbakanım, o dönem askeri darbe dönemiydi. Oysa, güya demokratikleştiğimiz, askeri vesayete başkaldırdığımız sizin yönetiminiz döneminde aynısı yaşanmadı mı?

20 Ocak 2010’da dünya çapındaki doktorumuz Prof. Mehmet Haberal’ın babası Yaşar Ali Haberal vefat etti. Mehmet Haberal 23 Ocak’taki cenazesine katılmak istedi ama kendisine son görevini yerine getirmesi için izin verilmedi.


Şimdi Sayın Başbakan, verdiğiniz örnekten yola çıkarsak... Sizin tutumunuzun askeri dönemden ne farkı var?

Ve siz konuşurken 7 yeni şehidimiz daha vardı ve siz onlar için ağlamadınız.


***


Görmeyen Heronlar

İngiliz Daily Telegraph Gazetesi şu sıralar bütün kanlı PKK eylemlerini yöneten Murat Karayılan’la bir röportaj yapmış. Gazete bu haberi büyük puntolarla ve tam sayfa duyurdu okurlarına.

Karayılan’ın sözleri dehşet verici. Terör saldırılarını artıracaklarını ve özellikle turistik bölgelerde eylem yapacaklarını anlatıyor.

Haberin bir satırında İngiliz muhabirin “Heron’lara (insansız keşif uçaklarına) yakalanmadan” Kandil Dağı’na götürüldüğü belirtiliyor.

Demek ki, PKK teröristleri Heron’lara yakalanmamamın yöntemini bulmuşlar. Bu durumda İngiliz muhabiri Kandil Dağı’na götürebiliyorlarsa, yine Heron’lara yakalanmadan Türkiye’ye sızıp askerlerimize de saldırabiliyorlardır.

Ya da bu uçakları Türkiye kimler verdiyse bilgi verme sistemleriyle oynuyorlar ve PKK da bunu biliyor.

***


Demokratik intihar

Liberal Demokrat Parti Genel Başkanı Cem Toker’den küçük ama çok ilginç bir mesaj aldım. Anayasa değişiklikleri referandumu için yazmış. Bakın ne diyor:

Bir an için referanduma sunulan paketin maddelerini bir kenara koyalım. Zihniyet ve icraat sicilinde “yıllarca onlar bizi fişledi, şimdi sıra bizde” demekten tutun da, Meclis Başkanı’nı “sen mi susturacaksın, ben mi susturayım” diyerek azarlamaya, yasa dışı telefon dinlemelerden, patronları “köşe yazarlarını kapının önüne koyun” uyarılarına varan, 23 Nisan’da bir çocuğa “artık Başkan sensin, istediğini asarsın istediğini kesersin” nasihati veren bir partinin yürütmesine ve yasamasına referandumla yargıyı da kontrol altına alacağı daha fazla yetkiyi vermek demokratik intihardır.

***


Sağlık Bakanı: Mahkeme kararına saygılıyım

Sağlık Bakanı Recep Akdağ dün yazdığım yazıda kendisine atfen belirttiğim “Bu yasa beni bağlamaz, ben anlamam” şeklindeki sözlerin kendisine ait olmadığını söyledi. Akdağ, gönderdiği açıklamada Anayasa ve yasalara saygılı olduğunu, Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulmamasının mümkün olmadığını altını çizdi. Akdağ, mahkeme kararını eleştirdiğini ve sübjektif bulduğunu ama “uymam” demesinin asla mümkün olmadığını belirtti.

***


Kadın disiplini

Mesajlarıma bakarken, kimin yazdığını bilemediğim bir fıkra buldum. Ben çok güldüm, sizinle de paylaşmak istedim:

Ölüm döşeğindeydi yaşlı adam, artık son dakikalarını yaşıyordu. Hasta yatağında yatarken birden mutfaktan gelen kokuyu duydu. En sevdiği çikolatalı kurabiyelerin kokusunu.

Birden gözleri aralandı...

Kendisini ayağa kalkacak kadar güçlü hissetti. Bu, şaşılacak bir şeydi, ölmek üzere olan adamı ayağa kaldırmaya kurabiyelerin kokusu yetmişti.

Duvara tutunarak merdivenlere kadar yürüdü. Basamakları ağır ağır inerken sanki mutfağa değil hayata yaklaşıyor gibi heyecanlıydı.

Nihayet mutfak kapısına kadar geldi. İşte masanın üzerindeki tepside onlarca çikolatalı kurabiye, tam karşısında duruyordu.

Son gücüyle masaya yaklaştı, o kurabiyelerden bir tane ağzına atabilse sanki ömrüne ömür katılacaktı. Bir tane almak için elini uzattı...

Ama birden karısı yetişti ve eline vurdu: “Çek elini bakayım. Onlar cenaze için...”

***


Mahkemeler karıştı

Albay Dursun Çiçek’in “irtica ile mücadele eylem planı hazırladığı ve darbeyle hükümeti ortadan kaldırmaya çalıştığı iddiasıyla” yargılanmasına dün devam edildi.

Aynı Albay askeri mahkemede “amiral olamadığı için sahte bir plan yazdığı ve bunu basına sızdırdığı” iddiasıyla yargılanmaya başlanacaktı. Ancak askeri mahkeme iddianameyi reddetti. Şimdi ortaya daha da garip bir durum çıktı.

Asker kendi iddialarını yalayıp yutmuş oldu. Peki o zaman bu iddianame neden hazırlandı. Ve şimdi neden yok edildi. Bu durumda biraz ciddiyet istemek hakkımız.

İşte yalanların dolanların Türkiye’yi getirdiği nokta bu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder