27 Temmuz 2010 Salı

‘Vaka-i Hayriye’ tamam şimdi sıra Asakir-i Mansure-i Muhammediyye’de

Zaman Gazetesi yazarı Profesör Mümtazer Türköne “Ordunun fesat yuvası haline geldiğini ve artık yeni bir ordu kurulması gerektiğini” yazdığında açıkçası bunu bir “şaka” gibi değerlendirmiştim. Hatta yazdığım yazıda orduya bu kadar hakaret edilmesini de eleştirmiştim. Yine de yazımın sonunda “Yazan kişinin kim olduğuna bakınca, bunun hayata geçirilmesi için hazırlıklar yapıldığı gerçek olabilir” yorumunu eklemiştim.

Çünkü kim olursa olsun Türk Silahlı Kuvvetleri hakkında bu kadar iddialı ve ağır bir yazı yazacağını pek düşünmüyordum. Korkulacağı için değil, ülke güvenliği ve esenliği için sakıncalı olacağını düşündüğüm içindi.

Mahkemenin 28’i muvazzaf general/amiral olmak üzere 102 kişi hakkında “yakalama” emri çıkarmasından sonra Türköne’nin yazısının hiç de şaka olmadığını, hatta bununla ilgili yazımın sonundaki yorumun da doğru olduğu yolundaki görüşüm daha netlik kazandı.

Anlaşıldığı kadarıyla ordu içinde çok ciddi bir tasfiyeye gidiliyor. Türköne’nin tanımındaki gibi “fesat yuvası haline gelen ordu” ortadan kaldırılmıyor ama, iktidarı rahatsız eden tüm unsurlar yok ediliyor.

AKP ve yandaş medya çok uzun süredir Silahlı Kuvvetler üzerinde spekülasyonlar yaratıyor, ordu karalanıyor, aşağılanıyor. “Darbe paranoyası” yaratılarak bu görüşlere kamuoyunun da ortak olması sağlanmaya çalışılıyor.

Demokratik hukuk devleti kuralları içinde, bu yıpratmalara karşı Silahlı Kuvvetler’in etkisiz ve yetersiz kaldığı da net biçimde görülüyor. Hele son dönemlerde ordunun en üst yönetimini elinde tutan komutanların çekingenliği, basiretsizliği de buna eklenince ordunun ne saygınlığı ne de güven vericiliği kaldı.


İktidar, Silahlı Kuvvetler’in yapısından, eğitim sisteminden, ideolojisinden çok rahatsız. Özellikle laik demokratik devlet yapısının korunması konusunda Silahlı Kuvvetler’in hassasiyetinin bilinmesi, bir yaptırım gücü olmamasına rağmen iktidarı sürekli tedirgin ediyor.

Şimdi belli ki, Silahlı Kuvvetler‘e yönelik operasyonun son hamlelerine gelinmiş durumda. Yüksek Askeri Şûra toplantısından hemen önce hayata geçirilen bu “yakalama” emirleri sayesinde tutuklansınlar tutuklanmasınlar, adı geçen tüm generallerin emekli edilmeleri şaşırtıcı olmayacaktır.

Ve çok belli ki Genelkurmay Başkanı da bu tasfiye planının bir parçasıdır. Hukuk ve demokrasi gereği olsa da, hiçbir ülkede 102 subayın birden, üstelik elde yeni kanıtlar bulunmadan tutuklanması normal karşılanmaz. Ve hiçbir ülkede bir Genelkurmay Başkanı’nın haberi ve hatta oluru olmadan böyle bir operasyon yapılmaz.

Başbakan’ın, “demokratik açılım” derken bir anda “terörü bahane ederek” yeni kurulacak bir ordudan söz etmesi de bu tasfiye hareketine bir başka anlam katıyor.

Kısacası 1826’dan sonra ikinci bir “Vaka-i Hayriye” olayı yaşıyor gibiyiz. Sorun “Asakir-i Mansure-i Muhammediyye” kurulacak mı kurulmayacak mı?



***


Vaka-i Hayriye nedir?

Osmanlı İmparatorluğu’nun en büyük askeri gücü, imparatorluğun kuruluş yıllarından itibaren hizmet veren (1324) Yeniçeri Ocağı idi. Osmanlı’nın fetih dönemlerinde olağansütü başarılar gösteren Yeniçeri Ocağı, duraklama döneminden itibaren çeşitli nedenlerle devlet yapısı içinde sorun olmaya başlamıştı. Özellikle savaş ganimetlerinin paylaştırılmasında adaletsizlik olduğunu dile getiren Yeniçeriler “kazan kaldırma” olarak tanımlanan, küçük çaplı isyanlarla padişahların da korkulu rüyası olmuştu.

Bu kazan kaldırmalar sonunda pek çok sadrazam ya da yüksek katlardaki devlet görevlilerinin azline-idamına sebep olan Yeniçeriler’i ortadan kaldırma fikri ilk kez Sultan 2. Mahmud döneminde gündeme geldi.

2. Mahmud, sık sık başkaldıran Yeniçeri Ocağı’nı lağvetmek için çok gizli bir operasyon başlattı. Yeni bir askeri yapının temelleri atılırken Yeniçeriler’in bundan hiç haberi olmadı.

11 Haziran 1826’da, bir şekilde kışkırtılan Yeniçeriler başkaldırdı. Yeniçeriler 15 Haziran’da Babıali’ye doğru yürüyüşe geçip çevreyi kontrol altına alınca, Ulema bunun caiz olmadığına karar verdi ve operasyon başladı. Sekban askerleri arkalarına silahlandırılmış halkı da alarak Yeniçeri Kışlası’nı sardı. Kışla top ateşiyle yerle bir edilirken, yakalanan Yeniçeriler kılıçtan geçirildi, kaçmayı başaranlar sonradan yakalanıp idam edildi.

17 Haziran 1826’da 2. Mahmud, Yeniçeri Ocağı’nın tamamen kapatıldığını açıkladı.

Bu, tarihin bir parçası. İşin bir de başka yüzü var. Yeniçeri Ocağı aynı zamanda Bektaşi Ocağı. Sünni kesim Yeniçeri’nin bu durumundan pek hoşnut değil. Hele Yeniçeri’nin, para kazanmak adına güç kullanarak ticarete girmesi, Ahi teşkilatlarını da kontrol etmesi rahatsızlık yaratıyor.

Bu açıdan bakınca, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması aynı zamanda Bektaşiliğin de sonunu getirmiştir. Yeniçeriler bittikten sonra Bektaşi Ocakları, tekkeler, zaviyeler de kapatılmış ve mensupları da ya öldürülmüş ya da sürülmüştür. Sünni-Alevi gerginliğinin başlaması da bundan sonradır. Yeni ordu ile Sünnilik de artık tamamen resmi ideoloji haline gelmiştir.

***


Hiç kimse “ne oluyor?” diye dövünmesin!

İnegöl’de yaşanan olaylar dehşet vericidir, ürkütücüdür, korkutucudur. Ama Anadolu’nun çeşitli yerlerinde bu tür olaylar yaşanıyor, İnegöl şimdiye kadar olanlar içinde en şiddetlisi.

Peki ne zamandan beri yaşanıyor benzer olaylar? İktidarın “açılım yapıyorum” demesinden ve hiçbir şey yapılamamasından sonra.

Açılıma asla karşı çıkmadan, ancak “Bunun içi boş; bu, sorun yaratacaktır” dedim ilk günden beri. Ardından yaşadığımız olaylar gösterdi ki, bugüne kadar terörle teröristi ayırmayı bilen Türk ve Kürt halkları giderek düşman haline getiriliyor. Bu konuda pek çok kişi uyardı. Ama kendilerini demokrat diye niteleyen kesimler açılım sorgulmayı darbecilik, ırkçılık, Kürt düşmanlığı olarak tanımladılar. Televizyonlardaki sayısal üstünlüklerini kullanarak milletin beynini yıkamaya çalıştılar.

Oysa sonuç ortada. Açılımdan bu yana terör arttı, ayrılıkçı söylemler güçlendi, halkın zihninde hiç olmayan kin ve nefret ortamı gelişmeye başladı. Ülkenin önemli bölümü “barut fıçısı” haline geldi.

Daha önce de yazdığım gibi bu tür olaylar direkt Türk-Kürt tartışmasından başlamaz. Çok daha basit nedenlerle, örneğin kız meselesinden, trafikte yol vermemekten, borcunu ödememekten kaynaklanır ve birden etnik kavgaya döner.

İnegöl’de de böyle oldu. Aynı kavga açılımdan önce de yaşanabilirdi muhtemelen. Ama bu kadar büyümezdi. Taraflar arasındaki sıradan bir kavga olarak başlar ve biterdi.

Ancak görüyoruz ki, basit bir kavgada bile tarafların kimliğine göre olaylar büyüyor. İktidar bu olaydan büyük öfke ve üzüntü duyduğunu açıkladı. Ama dövünmenin âlemi yok. Bu iklim bilerek ve isteyerek yaratıldı. Değiştirmek de iktidarın görevidir.

***


Türkiye sivilleşiyormuş. Doğrudur, zira dışarıda asker kalmadı! (Gani Yıldız)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder