23 Temmuz 2010 Cuma

Bize kendi 12 Eylül’ünü anlat!

utalu@htgazete.com.tr

23 Temmuz 2010 Cuma, 11:04:33

Muhalefetin çok konuda samimiyetsizliği var da…
Öncelikle sorgulanacak yer iktidar… sonra sıra onlara gelir.
12 Eylül 2010’da ister safınızla, ister ezbere, ister vicdanla, akılla oy kullanın…
12 Eylül 2010, 12 Eylül 1980 hikayesinin sadece bir kısmı.
12 Eylül 1980 hikayesi ise, maalesef öncelikle Başbakan’a ait değil.

***

Bu hikayeyle özdeşleşebilmesi için bize başka hikayeler de anlatması lazım.
Hatıralar da lazım.
Sadece idam edilenlerin mektupları değil…
O günler kendilerinin hangi pozisyonda hangi tavrı gösterdiğinin de anlatılması lazım.
İnsan başkasının acısına tabii ki ağlar.
İnsan olan, ağlar.
Ama ya paylaşmış olduğu için ya da neden sonra artık paylaştığı için.
Geçmişte paylaşmışsa, nasıl paylaşmıştır?
Yok bugün, neden sonra, artık, nihayet paylaşıyorsa, ki olabilir, geçmişte neden paylaşmadığını izah ederek ve bugüne öyle gelerek anlatır.


***

Madem 12 Eylül 2010, iktidar tarafından tamamen 12 Eylül 1980’e bağlanıyor…
Başbakan, gözyaşına sebep olan vicdanla bize şunu söylemeli:
12 Eylül Anayasasına ben hayır oyu vermiştim, çünkü…
12 Eylül Anayasasına ben evet oyu vermiştim, çünkü…
İkinci ihtimal Türkiye’de, 45 yaşını geçmişler için yüzde 90’dır.
Elbet tarihi ayıptır, şudur, budur ama…
Tamam, insanlar değişebilir. Pişman olabilir. Artık farklı hissedip düşünebilir.
12 Eylül öncesi de (bizim gibi, çoğumuz gibi) genç olup bir şekil eylemli siyaset yapan, Milli Türk Talebe Birliği’nden MSP gençlik kolu başkanlıklarına çok aktif olan bir başbakan…
Bize 12 Eylül’den bahsederken kendi 12 Eylül’ünü de anlatmalı.
Yoksa hikaye yarım, hikaye güdük, hikaye düdük kalır!

***

Bize, devrin MSP kadrolarının, gençliğinin, tabanın “Bir sağdan bir soldan idamlar”a ne dediğini de açıklamalı. (İdamcı Evren hesabı yanlış: 16 sol, 8 sağ idam var: İki soldan, bir sağdan yani!)
Diyarbakır Cezaevi’ni işkence mezbahasına çevirirken, acı dolu bölgeye askeri uçaklarla ayetler atan darbeyi nasıl karşıladığını söylemeli.
Yakından tanığım; darbeden, işkence ve idam furyasından sonra ciddi fikri dönüşüm geçiren, ciddi vicdani sorgulamadan geçen,, benzer süreçteki solcularla dahi “bir noktada” buluşan çok İslamcı oldu.
Ama Başbakan bize kendini de anlatmalı.
Değiştiyse değiştiğini, özeleştiri gerekiyorsa, onunla harmanlayıp anlatmalı.
Bunu sormaya, istemeye çifte kavrulmuş hakkımız var.
Birincisi, kamusal kimliğinden ötürü; ikincisi, bu mevzularda ağladığı için!

***

Başbakan 12 Eylül cezaevleri için kürsüde (belki içtenlikle) ağlarken, İstanbul’da bir “cezaevi çocuğu” ölüyordu. (Ve tek cezaevi ölümü değildi)
Abdullah kimseyi öldürmemişti; ama Başbakan iktidara geldiğinde 10 yaşında olan çocuk, Dargeçit’ten sürüklendikleri dargeçitlerde, 14’ünde suçlu olup çıkmıştı.
Cezaevinde kanser olduğu ortaya çıktı. Ağır kemoterapiye vuruldu; tahliyesi şu son günlere kadar mümkün olmadı.
Son günlerde de mümkün oldu ama nasip olmadı!
İktidar süreci onun ömrüne böyle denk düştü: 10 yaşında yoksul çocuk, 14’ünde göç etmiş suçlu, 17’sinde mahkum lösemili, 18’inde (mecazen) yatağa kelepçeli ölüm.
Mektubu var mıydı, bilmiyorum. Ona ağlamak için bir 30 yıl bekleyeceğiz belki.
Çünkü, darbeci şöyle, başbakanlar böyle de…
Milletim de bir hoş:
Bu çocuğun ölüm haberi altına, internet gibi teknoloji, iletişim gibi imkan, düşünce gibi insani özellik, yazı gibi mucizeyi kullanarak, “Gebermiş, iyi olmuş” diye yazabilen bir kumaş da var bu ülkede.
Öyle kumaşlara…
Böyle nakışlar işte!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder