22 Mayıs 2011 Pazar

Aynalar yalan söylemez

Burada sizlerle paylaşacağım tespitimi bir çokları 'komplocu bir tez' olarak değerlendirecek, bunu biliyorum; ama ne çare, görüşüm bu: Ülkemiz tarihin en köklü dönüşüm dönemlerinden birini yaşayan dünyayla birlikte değişim rüzgârlarının etkisi altında; eskisi gibi kalabileceğini sanan veya direnirse belâyı savuşturabileceği mâl-i hülyasına kapılan, günümüzde tasfiyeye uğruyor...

Ama öyle uğruyor, ama böyle...
Şu sırada yaşanana benzer dönemlerde değişimin zorladığı kişiler, toplum kesitleri, örgütler ve ülkelerin önünde iki seçenek bulunuyor: Kendini ya bütünüyle o rüzgâra kaptırmak, ya da denetimi altına almaya çalışmak... Rüzgârı durdurma hayaline kapılan kaybediyor değişim dönemlerinde...
Rüzgâra kendinizi bütünüyle kaptırdığınızda oradan oraya savruluyor, kimliğinizi ve değerlerinizi çağın önünüze taşıdıklarına feda etmek zorunda kalıyorsunuz. Varlığınızı koruyarak çağın getirdiklerine ayak uydurmak için yapmanız gereken ise, rüzgârın hangi yönden estiğini doğru hesap edip kendinizi o istikamette yeniden konuşlandırmaktır.
Turgut Özal "Kendimizi bütünüyle değişimin kucağına bırakalım" görüşüne zaman zaman kapılsa bile, genel hatlarıyla rüzgârı denetimi altına almayı hedefleyen bir çizgi izledi. Soğuk Savaş'la birlikte iki kutuplu dünya düzeni de sona eriyor ve küreselleşmenin ilk adımları atılıyordu; Özal bunu duvar yıkılmadan önce hissetti, hem kendisini ve partisini, hem de Türkiye'yi buna göre ayarladı.
Özal-sonrası Türkiye, partileri ve liderleriyle, bir oraya bir buraya savrulduysa, dünyanın gittiği yönün doğru okunmaması yüzündendir.
Değişimin zorunluluğu 'komplo' denilebilecek gelişmeleri dayatmıyor. Son zamanların modası olan kasetler "MHP bu yolla değişsin" diyen odaklar tarafından sahnelenmiyor sözgelimi... Tam tersine, istikamet belirlemede tereddüt edilen, ayak sürünen veya direnilen ortamların ürünüdür 'kasetler'; yanlış ortamlarda yanlış yöntemler kendiliğinden devreye giriyor.
Önemli olan sonuç ve sonuç da şu: Değişim önünde sonunda gerçekleşiyor...
Bu değerlendirmeye 'komplocu bakış açısı' damgasını vurmadan önce son bir yıl içerisinde gözümüzün önünde yaşananlara bir de bu gözle bakın. Yarım asırdır hep aynı kişilerin güdümüne kendisini bırakmak ve sözcülerinin dillerine pelesenk ettikleri bazı arkaik sözcükleri tehdit unsuru olarak kullanmaya devam etmek yerine, yeni yüzler ve söylemlerle toplum karşısına çıksaydı Deniz Baykal, 'kaset komplosu'na maruz kalır mıydı?
Kalmazdı. Yeniliğin uyandırdığı umutlar, komplocuların elini kolunu bağlardı da ondan kalmazdı.
Aynı durum MHP için de söz konusu. MHP değişimden nasibini almadı denilemez, almasına aldı da, yanlış yöne doğru... 'Kızılelma koalisyonu' diye de adlandırılan CHP ile fikir ve aksiyon birlikteliğini amaçlayan bir değişime uğradı MHP ve kendi benliğinden uzaklaştığı gibi dünyanın gittiği istikametin yörüngesinden de uzaklara kaydı.
CHP kendisini yenileyerek mukadder âkıbetinden kurtulma çabasına girdi. MHP ise galiba hâlâ ne olup bittiğini tam anlamış değil; sürekli yanlış yerlerde arıyor suçluyu...
Suçlu arayan aynaya bakabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder