12 Mayıs 2011 Perşembe

Bu kitaba neden boykot uygulanıyor

Haberiniz vardır, birkaç hafta önce 'İmha Planı' adlı kitabım çıktı. Medyanın son 10 yılda nereden nereye geldiğini, nasıl çökertildiğini anlatmaya çalıştım. Sağ olsun, okuyan herkesten olumlu tepki alıyorum. Zaten satışları da çok iyi gidiyor, yedinci baskısı da bitmek üzere.
Tabii kitap medyayla ilgili olunca, pek çok kişiye dokununca da bir tür gizli boykottan nasibini alıyor.
Bunlardan en ilginci kendisini kültür-sanat dünyasının öncüsü olarak konumlandıran, 'Kitap' ekini çok önemseyen Radikal gazetesi. Bu kitabı görmezden geliyorlar. Tanıtmalarını falan zaten beklemiyorum ama kültür-sanat dünyasının nabzını tutması gereken bir gazete en azından kitabın çıktığının haberini vermez mi?
Adı bilinen bir gazeteci tartışılan bir kitap yazmış... Sen görmezden geliyorsun. Beğen beğenme, iyi ya da kötü bir şey söyle ama nasıl böyle bir kitap yokmuş gibi davranabilirsin? Haber bu.
'İmha Planı' içinde Radikal'in Genel Yayın Yönetmeni Eyüp Can'la da ilgili bölümler var; ancak bu boykotun nedeninin Eyüp Can olmadığını biliyorum. Hatta bu işin Genel Yayın Yönetmeni makamına bile ulaşmadan, alt düzeyde kararlaştırdığından da eminim.
Neden mi?
Çünkü 'İmha Planı'nda kültür-sanat dünyasının üzerine çökmüş sahte-sosyalist bir çeteyi deşifre ediyorum da ondan. Bu çetenin merkezi de Radikal gazetesine çökmüş, bir türlü elenemeyen bir gruptur.
Kendisine Marksist-Leninst deyip, sol söylemlerden bahsedenlerin nasıl para uğruna arkadaşlarının katili ülkücülerle, İslamcılarla işbirliği yaptığını anlatıyorum.
Her şeyi yaparlar, sonra da yüzlerine vurulduğunda, hatta en ufak bir eleştiride de düşman kesilirler.
Onlara biat etmeniz gerekir... Ya da Murathan Mungan veya Halil Ergün olmanız! Çünkü onlar ne yapsalar hep Radikal çevresinde baştacı edilirler.
Daha bu mesleğin ilk yıllarında bu Cihangir çetesi beni de biat etmeye inandırmıştı. Çok sonra gözüm açıldı ve onların çirkin dünyasını reddettim, gördüklerimi de hiçbir zaman kendime saklamadım. Ama bunun karşılığında da bana düşman oldular.
Olsunlar, hiç umurumda değil. Kitap okuruna ulaşacağı yolu illa ki buluyor zaten.
Bu sektörün içinde olduğumuz için bu gibi boykotların, görmezden gelmelerin ardındaki kişisel hesapları çok rahat görebiliyoruz. Ama çoğu zaman okurun bunlardan haberi olmuyor.
Her gün gazeteleri açtığımda, özellikle de kültür-sanat haberciliğinde birilerine kıyak olsun diye yapılmış, eş-dost-ahbap ilişkileriyle sayfalara konmuş haberleri hemen fark ediyorum.
Falanca diziyi övüyorlar çünkü o gazetenin çalışanı o dizinin danışmanı çıkıyor mesela... Uyduruk bir romanı göklere çıkartıyorlar, çünkü yazarı gazetenin yöneticisinin komşusu. Bir şarkıcıya övgü düzülüyor, çünkü şarkı sözü yazarı o gazetenin köşe yazarı.
Bu ilişkilerin de ekonomi sayfalarındaki aşırı övgü dolu şirket haberlerinden farkı yok ki; ne yazık ki gazeteler tepeden tırnağa çürüme içinde.
Böyle haberleri alt alta koyup motivasyonlarını yazmaya kalksam ansiklopedi çıkar. Kim bilir, belki de medyanın kirli çamaşırlarını dökmek için böylesi bir çalışmaya girmem gerekiyor.
Peki binlerce sayfa kalınlığında olacak bir kitabı kim alır, hem sonra bu kitabı kim tanıtır?
twitter.com/orayegin
facebook.com/oryegn

Sırrı Show biraz uzadı
Türkiye'de gerçek anlamda tek nitelikli muhalefeti Barış ve Demokrasi Partisi yapıyor. Ancak bunu bu köşede dillendirdiğimde de, kendi mahallemden insanlarla konuştuğumda da hiç beklemediğim kadar çok sert tepki alıyorum.
28 Şubat döneminde muhafazakarlara nasıl bakılıyorsa, aynısından şimdi Kürtler nasibini alıyor.
Alışveriş yapılmaması gereken mağazalar, yeşil sermaye sahiplerinin listeleri dolaşırdı 28 Şubat'ta. Şimdi böylesi bir fişleme yok ama en demokrat sandığınız kesimler bile 'Kürt' dediğiniz anda saldırıya geçiyor.
Sanırım bazı Türkler 'ötekileştirmeden' yaşayamıyor.
Ben BDP'yi önemsiyorum çünkü Türkiye'nin sinir uçlarıyla oynuyor, ezber bozuyor, tartışma açıyor: Bir muhalefet partisinden bunu beklemiyor muyuz?
Bu görüşlerine katılıyorum, onları destekliyorum anlamına gelmez. BDP'nin niteliklerini tartışabiliriz, Kürtlerin siyaset yapma biçimlerini de, savunabildiğim ölçüye kadar savunurum. Elbette bu partiye kefil olacak halim yok, çizgisinde katılmadığım pek çok nokta da var.
Ama bir tek konuda hiçbir şey diyemiyorum: 'Bu kadar beğeniyorsun peki Sırrı Süreyya Önder'in aday olmasına ne diyorsun' diye sorduklarında susup kalıyorum.
Sırrı Süreyya büyük bir şaka, ama ona daha ne kadar gülebiliriz?
Rating analizi
Genel Yayın Yönetmeniz İsmail Küçükkaya iyi yakalamış: Türkiye'nin bir yansıması olan ekranda Kemal Kılıçdaroğlu aynı koşullar altında Başbakan'dan daha fazla izlenmiş.
Bu manşetten beri ekran ölçümünün sandığa yansıyıp yansımayacağı tartışılıyor.
Gazeteciliğe 32. Gün'de başladım, çünkü o yıllarda her televizyonu açtığımda bu programın yaptığı haberlerden gözüm kamaşıyordu. İlla ki bu ekibin bir parçası olmak istiyordum. Dahası, haber programcılığı televizyonların gözbebeğiydi.
Sadece '32. Gün' değil, 'Arena', 'Siyaset Meydanı' ve hatta 'A Takımı' bile televizyonun en değerli saat diliminde yayınlanır ve çok izlenirdi.
Zamanla o izleyici televizyondan kaçtı, haber programları da gece yarılarına itildi ve sadece birer 'prestij' unsuru olarak kaldı.
Haber programını nitelikli izleyici izler çünkü; ekran rating'e yenildikçe varoşlaştı, varoşlaşınca da Beyaz Türkler ekrandan kaçtı.
Televizyonlar bugün haber programlarına 'göstermelik' sahip çıkıyorlar; yöneticilere kalsa ana haberleri bile kaldırırlar.
Şunu demek istiyorum: Haber programlarını imtiyazlı bir azınlık izliyor artık. O azınlıkta da Kemal Kılıçdaroğlu'nun öne çıkması kaçınılmaz. Tıpkı Ege'de olduğu gibi.
Unutmamak gerekir ki Türkiye artık o azınlığın ülkesi değil.
Bence asıl sonuç 'Öyle Bir Zaman Geçer Ki' gibi her kesimi ekrana çeken bir diziyle ölçülmeli: Bir hafta Kemal Bey, bir hafta Başbakan Erdoğan konuk olsun ve o zaman rakamlara bakalım.
Gerçek Türkiye oradadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder