24 Mayıs 2011 Salı

Van, Hakkari ve Şanlıurfa’dan seçim izlenimleri

Aradan geçmiş, tam 31 yıl... 1980 yılında, şu anda Iğdır’a bağlı Tuzluca’daki bölükte “yedek subay” olarak görev yapıyordum... Bir ara, “eşim”le birlikte karar aldık, “15 günlük Doğu turu”na çıkacağız... Tarih 5 Mayıs 1980... Tuzluca’dan çıktık yola... Sarıkamış, Kars, Erzurum, Ağrı, Van ve Doğubayazıt derken, 4 gün de “Yarbay’ın izni” ile tam 19 gün süreyle Doğu’yu dolaştık.
31 yıl sonra, yine bir Mayıs ayında Van’ı ziyaret etmek, elbette hoşuma gitti, hatıralar canlandı gözümde... Ancak, 31 yıl önce benim gittiğim Van ile bugünkü Van arasında dağlar kadar fark var... 31 yıl önce; ne BDP vardı, ne “PKK korkusu” yaşayan bir halk...
TUĞLUK’TAN KÜRTÇE AFİŞ!
Bugün ise, şehrin caddelerindeki “bilboard”lar, BDP’li adayların “Kürtçe afişleri” ile donatılmış!.. Meselâ, Aysel Tuğluk’un afişleri!.. Üzerinde, “Özgürlük ve Demokrasi” yazıyor.
Gayrî ihtiyari sordum;
“Bildiğim kadarıyla Aysel Tuğluk, 1965 Elazığ doğumlu... Kendisi Kürtçe biliyor mu ki, Kürtçe afiş bastırmış?..”
Ne cevap verdiler biliyor musunuz;
“Kendisinin Kürtlerin lideri olduğunu söyleyen Abdullah Öcalan Kürtçe biliyor mu ki, Aysel Tuğluk bilsin?!?..”
Ama, hanımefendi “Kürtçe afiş” bastırıp, “bilboard”lara astırmış!.. Acaba, o afişte yazılanları okuyabilir mi?.. Okuyamasa da olur!.. Çünkü, “Kürtçe afiş”in hemen yanında “Türkçesi” de var!..
Resmen, “Kürt istismarı” yapıyor!..
VAN’A YAPILAN HİZMETLER
Van, gerçekten güzel bir şehir... Ama, bu güzelim şehir maalesef “BDP’li belediye”nin elinde ve hiçbir “hizmet” yok!.. “Cadde”ler tamam da, “ara sokak”lardaki yollar, bir “köstebek” geçmiş gibi, delik-deşik... Bir “kasaba” ve hatta bir “köy” görünümünde...
Başbakan Erdoğan, haklı olarak soruyor;
“Gönderdiğimiz paralar nereye gidiyor?”
Van halkı, “devletin getirdiği hizmetleri” elbette takdir edecektir... Meselâ, açılışını Erdoğan’ın yaptığı Bölge Hastanesi’nin bir benzeri, İstanbul’da bile yok... Hastane, hem dış görünüşü, hem de iç dizaynı ile; bir “hastane”den çok, “5 yıldızlı bir otel”i andırıyor!.. Karayolları’nın yaptığı “Çevre Yolu” da, çevre il ve ilçelere gidişi oldukça rahatlatacak, mesafeleri kısaltacak...
Haa, “Kürt” olduklarını söylemekten çekinmeyen vatandaşlar, bu “hizmet”leri elbette takdir ediyor ve Erdoğan’a teşekkür ediyorlar... Ama, “BDP’ye sempati” duyanlara “gökteki yıldızları” versen nafile!.. Onlar, “yontma taş devri”nde yaşamaya ve sürekli “ideoloji” konuşmaya razı!..
Buna karşılık; “genişletilen” ve “daha modern” hale getirilmeye başlanan Van Havaalanı ile şehir merkezine giden yol boyunca; binlerce vatandaşın Erdoğan’a gösterdiği “sevgi gösterisi” görmeye değerdi.
Hele, 30-35 yaşlarında bir vatandaş vardı ki; “seçim otobüsü”nün önünden kendilerine el sallayan Erdoğan’ı görünce; “şükürler olsun” dercesine ellerini açtı ve başladı “sevinç gözyaşları” dökmeye...
“Miting alanı”nda “50-60 bin kişi”nin olduğu söyleniyordu... Buna, yol boyu biriken “10 binden fazla” insanı da eklemek gerek... Kısaca ifade etmek gerekirse, Van halkı Erdoğan’ı bağrına bastı...
VAN HALKI MİSAFİRPERVER
Sadece Erdoğan’ı değil, onun kurmaylarını ve biz gazetecileri de bağırlarına bastılar... “Yemek” yedirmek, “çay” içirmek için, kelimenin tam anlamıyla deli divane oldular... Öyle bir “içtenlik”, öyle bir “misafirperverlik” ki; “Doğu insanı”nın bu sıcaklığını çok seviyorum.
Meselâ, Vanlı okurlarımdan Muzaffer Aydın ve kardeşi Zübeyir’den söz etmeden geçemem... Öylesine bir “ilgi ve muhabbet” ki, tarifi imkânsız... Önce yemeğe götürdü, ardından Edremit’te “Van Denizi”nin kenarında “çay” içmeye... Sabahleyin de erkenden gelip, meşhur “Van kahvaltısı” ile tanıştırdı bizleri...
Muzaffer Aydın ve kardeşi Zübeyir’e sevgi ve selâmlarımı sunarken, Anatolia’da yediğimiz ve tadı hâlâ damağımızda duran “kaburga”yı yapan ustanın da ellerine sağlık diyorum...
HAKKARİ, HAYALET ŞEHİR!
Van, “BDP’ye rağmen” güzeldi... Ama, Van’dan “helikopter”le gittiğimiz Hakkari için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.
Hakkari’ye indiğimizde, şehir bomboş, kepenkler kapalı ve adeta “hayalet şehir” görünümündeydi.
Meydanda, “tehdit”lere rağmen gelen “3 bin” kadar insan vardı... Biz, bu sayıyı “az” bulduk ama Erdoğan, aynı meydanda daha önce miting yaptığında, “bunun yarısı kadar” insan varmış!..
Erdoğan kürsüde konuşurken, biz vatandaşlarla konuştuk; “Nerede bu insanlar, kepenkler niye kapalı?”
Meğer, KCK talimat verip, “bir gün önceden boşalttırmış” şehri!.. Şehirde kalanlara da; “pencerelere ve balkonlara çıkma yasağı” koymuş!.. Tabiî, dükkân ve mağazaların “kepenk”lerini, otomobillerin de “kontak”larını kapattırmış!..
Erdoğan, miting konuşmasında işte bu duruma isyan etti ve dedi ki;
“Bu, kepenk kapatma eylemi değil, kepenk kapattırma eylemidir... İnsanları bu eyleme zorlayanlar hangi barıştan, hangi demokrasiden, hangi özgürlükten bahsediyor?..
Ben Hakkari’nin cadde ve sokaklarına baktığımda insanlığımdan utanıyorum... Biz hizmet diyoruz, onlar ideolojik saplantı içinde... Bu belediye, gönderdiğimiz paraları nerelerde harcıyor acaba?..
BDP, Kürt kardeşlerimizin temsilcisi olamaz... Hakkarili, elini-kolunu sallaya sallaya özgürce dolaşamıyorsa, böyle bir günde kepenklerini kapatmak zorunda kalıyorsa, sen hangi yüzle özgürlük ve demokrasiden söz edersin?..
Bir de kalkmış; ‘Kim kandan besleniyorsa, Allah belâsını versin’ diyorsun... Kandan ve terörden beslenen sensin, sen!..
Siz ki, PKK’yı terör örgütü ilân edemezsiniz!.. Çünkü siz PKK’dan besleniyorsunuz!”
Erdoğan, hem “meydandakilere” ve hem de “kepenk kapatmak zorunda kalanlara” seslenip, dedi ki;
“Korkmayın!.. Çekinmeyin!.. Korkunun ecele faydası yoktur! Kapı kapı dolaşıp, oy istemeye devam edin... Oy namustur, oy şereftir!.. Oylarınıza sahip çıkın!”
Erdoğan’ın konuşması, meydanda geniş yankı buldu... BDP, KCK ve PKK isimleri geçtikçe, öyle bir “yuuhh” sesi yükseldi ki, bu ses, herhalde dağlarda yankılanmıştır.
AÇ KAL, BDP’YE BOYUN EĞ!
Açık ve net söyleyeyim;
Hakkari’yi gördükten sonra, “BDP’nin ne istediğini” daha çok merak etmeye başladım... Öyle ya; bir insan, öncelikle “karnının doymasını” ister... “Okul” ister, “yol” ister, “hastane” ister!..
Hükümet, bu “hizmet”leri getirmiş...
Meselâ, 2000’li yılların başında, Hakkari’deki hastanelerde, sadece “fıtık” ve “apandist” ameliyatları yapılıyormuş... Ama 2007 yılında Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa “beyin ameliyatı” yapılmış Hakkari’de!..
2010 yılında 13.5 Trilyon pay verilmiş, Hakkari Belediyesi’ne... 4 tane de “çöp kamyonu” gönderilmiş!.. Ama, buna rağmen Hakkari çöpe batmış durumda.
120 Trilyon harcanıp, Yüksekova’ya bir “havaalanı” yapılacak... İnşaat devam ediyor... Ama, PKK ve KCK, onu bile engellemek istiyor!..
Tamam da, daha ne istiyor bunlar?.. İnsanların “insanca” yaşamayıp da, “fakir ve aç” kalmasını ve dolayısıyla “KCK’nın saltanatı”nın devam etmesini mi istiyorlar?..
KÖY KORUCULARI NEREDE?
Tabiî, şunu da sormak ve hatta “sorgulamak” gerekir: Hakkari’de, sanıyorum “10 bin civarında köy korucusu” var... Bu “korucu”lar kimi koruyor acaba?.. “Milleti” mi koruyorlar, yoksa “PKK’yı” mı?..
Şu hâle bakın;
PKK veya KCK, yolları kesmiş, halkın mitinge katılmasını engelliyor... İşin garibi, ellerinde “silah” olmasına rağmen, “korucu”lar da gelemiyor!..
Ohh, ne alâ memleket!..
Ne işe yarar bu “korucu”lar?..
Hakkari civarında “2 KCK kampı” varmış ve adeta “Halk Mahkemesi” kurmuşlar ama ne “asker” müdahale ediyor, ne de “korucu”lar!..
Bu durumda, Erdoğan ne yapsın?..
Eline “silah” alıp, orada “nöbet” tutacak hali yok ya!.. “Asker” ne güne duruyor, “korucu” ne güne duruyor?..
KILIÇDAROĞLU’NDAN KCK’YA KORUMA!
Asıl garibime giden ne oldu biliyor musunuz?.. Aynı Hakkari’ye, dün de CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu gitmiş... BDP’li Belediye Başkanı Fadıl Bedirhanoğlu başta olmak üzere, bütün BDP’liler kendisine “sevgi gösterisi”nde bulunmuş, “Erdoğan aleyhinde sloganlar” atmışlar!.. Tabii “kepenk”ler de açık!..
Bu, ne iştir, bu nasıl “işbirliği”dir bir türlü anlayamadım.
Bir yanda “ulusalcı” bir partinin genel başkanı, bir yanda “Kürtçülük” yapan BDP’liler!.. Bu “işbirliği” anlaşılır gibi değil!..
Tabiî, bunda Kılıçdaroğlu’nun “KCK’ya sahip çıkması”nın da büyük rolü olsa gerek...
Düşünebiliyor musunuz;
Kılıçdaroğlu, Hakkari Cumhuriyet Başsavcısı ile görüşüyor ve ondan; “yurttaşların evine yapılan baskınlara son verilmesini” istiyor... Kılıçdaroğlu’nun, “yurttaşların evi” dediği, aslında “KCK’lıların hücreleri”dir!..
Sizin anlayacağınız, Bay Kılıçdaroğlu, “KCK’lıların hücrelerine baskın yapılmasını” istemiyor!..
Ama, o “KCK mensupları”nın, Hakkari civarında “2 ayrı kamp” kurduklarından ve vatandaşları bu kamplara çağırıp “tehdit” yağdırdıklarından haberi yok!..
Hayret bi şey!..
Adam kalkmış, başsavcıdan, “KCK operasyonlarına son verilmesini” istiyor!.. Sonra da Ankara’ya dönüp, Hükümeti “PKK’ya tolerans” göstermekle suçluyor!..
Peki, senin yaptığın ne?..
Bunun adı “PKK’ya kol-kanat germek” ve “PKK’ya hâmi” olmak değil mi?..
Bir çift söz de Selahattin Demirtaş’a!..
Bay Demirtaş, önceki gün çıktığı Show TV ekranlarında, Ali Kırca’ya diyordu ki; “Binlerce mensubumuz içeride!.. Bu baskılara son verilsin!”
Tamam, verilsin de; senin “mensubumuz” dediğin adamlar “KCK’lılar” değil mi?.. Halka baskı uygulayıp, tehdit eden ve yüreklere korku salan o KCK’lılar değil mi?..
BDP-CHP-MHP EL ELE!
Şu hâle bakın;
Bay Kılıçdaroğlu ile Selahattin Demirtaş, KCK konusunda “aynı noktada” buluşuyor!.. Her ikisi de, “KCK operasyonlarının durdurulmasını” istiyor!..
Peki, Tayyip Erdoğan, miting kürsüsüne çıkıp; “CHP, MHP, PKK, BDP ve Ergenekon’un aynı kefede bulunup, tek hedeflerinin AK Parti olduğunu” söylemekte haksız mı?..
Dememe kalmadı; bu yazıyı yazarken Anadolu Ajansı”ndan şöyle bir haber geçti:
“Van’ın, MHP’li Başkale İlçe Başkanı Ömer Bozkurt, yönetim kurulundaki 16 üye ile birlikte İlçe Seçim Kurulu’na gidip istifa dilekçelerini sundu. Bozkurt, daha sonra BDP’nin desteklediği bağımsız milletvekili adayı Kemal Aktaş için açılan seçim bürosuna giderek, BDP’ye katıldıklarını açıkladı.”
Alın size, “zihniyet üçüzlüğü!”
ŞANLIURFA’DAN SEÇİM İZLENİMİ
Başbakan Tayyip Erdoğan’la çıktığımız “seçim yolculuğu”nun Hakkari’den sonraki durağı Şanlıurfa idi... Şanlıurfa’da, hayli moral buldu Erdoğan... Çünkü meydan, iğne atsan yere düşmeyecek kadar dopdoluydu.
Şanlıurfa’da gördüğüm şu:
“İzol aşireti” ikiye bölünmüş... Onun için de, Zülfikar İzol’u destekleyenler “büyük bir hırçınlık” içinde... Zülfikar İzol’un seçilmesi hayli zor... Ama, “bağımsız aday”lardan Mehmet Dilan ve Ahmet Bucak, Meclis’e gelebilir... Bu durumda, “12 milletvekili” çıkaracak Şanlıurfa’da, AK Parti, ya “10-2” ya da “9-2-1” alabilir seçimi... Tabiî, teşkilat sandıklara sahip çıkar ve “ölülere oy kullandırmayı” engellerse!..
Çünkü BDP’liler, bu işi çok iyi yapıyormuş!.. Adam ölmüş, adam cezaevinde veya hastanede yatıyor... Ama, bir şekilde “sandık başkanı” olan BDP’li biri; “onların yerine oy kullandırıyor” ve seçimlerde başarı sağlıyormuş!..
Haa, bir de meselâ; “100 kişinin oy kullanacağı” sandıkta, diyelim ki “70 oy” kullanıldı da, 30’u gelmedi mi?.. BDP’li sandık başkanı alıyormuş pusula ve mührü eline, “oy vermeye gelmeyen 30 vatandaş”ın yerine, basıyormuş mührü BDP’li adayların üzerine, atıyormuş sandığa!..
Tarım Bakanı Mehdi Eker, Diyarbakır’ın bir ilçesinde bizzat şahit olmuş böyle bir olaya... Onun için de; “BDP’nin oyları hormonludur” diyor!.. Yani, içinde “korku” var, “tehdit” var ve bir de böyle “hile”ler var!..
Lütfen, sandığa sahip çıkın!..
Şimdilik, yazacaklarım bu kadar!..
Kasetten kasete fark var!
Bilirsiniz, “şarkı veya türkü kasetleri” çıkacak sanatçılar, ekran ekran dolaşırlar ve kasetlerinden birer parça okuyup, vatandaşa seslenirler;
“Heyy millet, kasetim çıktı, aldınız mı?..”
Bunun adına “promosyon” diyorlar...
Ne kadar televizyona çıkarlarsa, satışlarını o kadar artırıyorlar!..
“Sanatçı”lar böyle yapıyor da, “siyasetçi”ler ne yapıyor?..
Sanatçılar “kaset”leri çıktığında ekran ekran dolaşırken, “siyasetçi”ler köşe-bucak kaçamya başlıyor!..
Gördünüz işte; “Farklı Ülkücüler” adlı site; “Bahçeli’nin resti”ne rağmen, “6 MHP’li”den birinin “seks kasetleri”ni yayınlayınca, ortalık toz duman oldu... “İstifa”lar peş peşe geldi...
Bir tek kaset, 6 MHP’liyi birden götürdü.
Ya o “kaset”ler çıkmasyadı?.. Farzedelim ki MHP iktidara geldi ve bu adamlar da “bakan” oldu!.. Ne olacaktı o zaman?.. Bu “iğrenç görüntü”leri çekenler, bu adamların önüne koyacaklardı kasetleri ve ondan sonra başlayacaklardı “kıyak ihale” veya başka bir şey istemeye!.. Onlar da, elleri mecbur vereceklerdi elbette...
Dolayısıyla, bu kasetlerin “sonradan” değil de, “önceden” çıkması iyi olmuştur!.. En azından, “uçkur”una sahip çıkamayan adamların “devletin başına” geçmeleri engellenmiştir!..
Bu “iğrenç”liğin, “özel hayat”la da ilgisi yoktur!..
“Uçkur düşkünlüğü”nün adı, ne zaman “özel hayat” oldu?..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder