7 Mayıs 2011 Cumartesi

Öcalan ve Bin Ladin


 
El Kaide lideri Usame Bin Ladin’i Pakistan’da canlı yakalayıp infaz eden Amerikan yönetimi PKK lideri Abdullah Öcalan’ı neden asılmaması kaydıyla verdi Türkiye’ye? Bu soru önemlidir çünkü Türkiye’nin Kürt meselesinde çuvallamasının cevabını içerir.
Öcalan’ın yakalanıp Türkiye’ye teslim edilmesi Irak Savaşı’ndan 4 yıl kadar öncedir.
Amerika hem Öcalan’ın Kuzey Irak’taki müteffiklerine ayakbağı olmamasını, hem de harekat için çantada keklik gördüğü Türkiye’nin Güneydoğusu’nu denetim altında almasını amaçlamıştı belki de.
Öcalan, Bin Ladin’den farklı olarak hayali bir ümmetin değil, somut bir halkın lideridir.
İnfaz edilmesi, bölge halkının haklı taleplerini ortadan kaldırmayacak, daha da şiddetli biçimde dile getirilmesine yol açacaktır.
Ankara’nın elindeki bir Öcalan, Kürt meselesinin barışçı yollarla çözümü konusunda önemli bir aracı olabilecektir.
Washington tam da böyle mi düşünmüş bilemiyorum ama Türkiye’nin böyle bir fırsatı heba ettiğini biliyorum.
Türkiye, Abdullah Öcalan’ın yakalanmasıyla Kürt meselesini çözdüğünü sandı.
Vesayet sisteminin patronları PKK’nın Kandil’de silahlı varlığının devamını kendilerinin rejim üzerindeki denetiminin önemli araçlarından biri saydı.
Aradan yıllar geçti ve bu konuda kimse tek bir adım atmadı.
AK Parti iktidarı Kürtçe ve Kürt dili konusunda ciddi adımlar attı sonradan ama iş bu noktaya geldiğinde bölgedeki beklenti çıtası çok yükselmişti.
Devlet bu dönemde Abdullah Öcalan’dan faydalanmayı bilemedi. Kendi ifadeleriyle Öcalan’ı Batılı güçler, Ortadoğu ülkeleri kullandı ama bir tek Ankara kullanamadı.
Buna bir de Ankara’nın hak taleplerini yerine getirmeyi bahşetmek havasında yapması eklendi.
Ardından bir türlü açılamayan Demokratik Açılım paketi geldi.
Bölgedeki beklentileri yükselten paket, Habur’la birlikte bir daha gündeme gelmemek üzere kapandı.
Şimdi seçim öncesi devlet Öcalan’la bir müzakere süreci başlattı.
Öcalan burada kendi üzerine düşeni yaptı, ateşkes ilan ettirdi ve örgütü buna uydu.
Ancak Ankara hem operasyonları sürdürdü, hem Güneydoğu’daki tutuklamaları.
Müzakerenin anlamını da, içeriğini de boşaltmış oldu bir bakıma. Biriyle bir müzakere yapıyorsanız verdiğiniz söz önemlidir.
İşin başında sözünü tutmayanları vaadlerinin inandırıcılığı kalmaz.
Bu gerilime bir de Başbakanlık konvoyuna düzenlenen silahlı saldırı eklendi.
Son olarak da Öcalan’ın 15 Haziran’da ‘Büyük Savaş’ deklarasyonu geldi.
Türkiye’nin Doğusu ile Batısı arasında kapanması giderek zorlaşan bir yarık oluşuyor ve Türkiye’nin Doğusu artık daha fazla İstanbul, İzmir, Ankara, Adana, Mersin’de.
Bu tablo Türkiye’nin potansiyeline, huzuruna, güvenine en büyük tehdit.
Bunu görüp adım atacak bir akıl ise ortada görünmüyor ne yazık ki.

Tehlikenin farkında mısınız?
Bölgenin örnek ülkesi gösterilen Türkiye şu anda Batılı merkezlerde daha çok basına baskı, sansür iddialarıyla gündeme geliyor.
Batılılar, haber gizlemeye çalışan, devlet gazeteciliği yapan kesimin gazıyla Ankara’ya yükleniyorlar.
Ankara ile İstanbul medyasının kavgasının basın özgürlüğü değil, medya üzerinden iş yapma, bu amaçla iktidarı memnun etme kavgası olmadığını göremiyorlar.
Ancak biz ne dersek diyelim dünya algısı böyle değil.
Tüm dünya Türkiye’yi gazetecilere baskı yapan, internet sansürleyen bir ülke görünümünde ve bu algı giderek güçleniyor.
Seçimden sonra bu konuda imaj düzeltecek adımlar mutlaka atılmak zorunda.
Ekonomide, dış politikada bu kadar örnek gösterilen bir ülke basın özgürlüğü konusunda bu noktaya gelmişse sıkıntı ciddi boyutta demektir.
Bu gerçeği görmemek sadece sorunu daha da büyütmekten başka bir sonuç
vermeyecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder