23 Şubat 2011 Çarşamba

“Atatürk’ün ihaneti!”

Madem üç gündür içinden tarih geçen yazılar nasip oldu, biz de haftayı yine “tarihi bir iddiaya” yani  “Atatürk’ün Vahdettin’e ihaneti” bahsine ayırarak noktalayalım.
N’olur, buna ne gerek var demeyin, gerek var. Gerek var, çünkü bugün Türkiye’nin bütün meseleleri döndürülüp dolaştırılıp bir şekilde o günlere bağlanıyor.
Türkiye’de, “Vahdettin hain” diyen ve  “Mustafa Kemal Vahdettin’e ihanet etti”  diyen iki cenah hepimizin malumu. Biz, Vahdettin yurt dışına çıkarıldıktan sonra yabancılarla işbirliği yaparak Türkiye’ye tekrar padişahlığı getirmek istemesinin belgeleri yabancı arşivlerden çıkana kadar Vahdettin’e hain demedik. Yani bu kardeşinize göre işgal altındaki İstanbul’da müstevlilerin elinde oyuncak haline gelen Vahdettin  “hain” değildi. Sadece “beceriksiz, çaresiz, çapsız bir padişahtı”, o kadar. Hain olamazdı, çünkü devlet kendisi idi, insan kendisine niye ihanet etsin? Evet, insan kendisine ihanet etmez, ama kendisine zarar verebilirdi, nitekim Vahdettin de pek çok padişah gibi kendisine yani devletine zarar vermişti. Bu zararlar verilmeseydi o koca Devlet-i Âliye paşaları niye sine-i millete dönüp bir Türk Kurtuluş Savaşı vermek mecburiyetinde kaslındı ki?
Türkiye Cumhuriyetini ve Atatürk’ü bir türlü içlerine sindiremeyenler lafı döndürüp dolaştırıp, Mustafa Kemal’i Anadolu’ya cebine şu kadar ton altın doldurarak, “Git bu milleti kurtar!” diye gönderen Vahdettin’dir diyor. Cebe altın doldurmayı ve diğer palavra teferruatları bir kenara bırakalım, evet, Mustafa Kemal’i Anadolu’da görevlendiren elbette Vahdettin’dir, bu, mecburen böyledir. Ama asıl amaç yurt sathına yayılmış mahalli direniş örgütlerinin kontrolden çıkarak müstevlileri sinirlendirmesinin önüne geçmekti. Diyelim ki, bu hüküm cümlesi de bu kardeşlerimizi rahatsız etti ve diyelim ki gerçekten de onların dediği gibi oldu,  “Ben esirim, elimden bir şey gelmiyor, ben ne dersem diyeyim, ne yaparsam yapayım, git Türk milletini kurtar” emriyle Mustafa Kemal, Vahdettin tarafından gönderildi. Kesinlikle böyle olmadı ama, diyelim ki öyle oldu..
Ve diyelim ki Mustafa Kemal ve arkadaşları İstanbul’un idam fetvalarına, yakalama emirlerine, kendilerini asi ilan etmelerine ve diğer pek çok çetin engelleri aşıp bu zaferi kazandılar. Sizce bu safhadan sonra ne yapmaları gerekirdi? Büyük Millet Meclisi üyeleri ve Kurtuluş Savaşı Kurmay kadrosu ile Ankara’daki hükümet mensuplarını trene doldurup İstanbul’a götürerek Vahdettin’e,  “Emrinizi yerine getirdik, düşmanı kovduk, Padişahım Çok Yaşa!” dedirtip etek öptürmeleri mi gerekiyordu? Bunu yapmaya Ankara’da kimin gücü yeterdi? O Meclis bu emre uyar mıydı, o komutanlar Vahdettin yahut oğlu karşısında esas duruşa geçer miydi?
Ey Kardeş! Bir yandan demokrasi diyor başka bir şey demiyorsun, diğer yandan Atatürk Vahdettin’e ihanet etti lafını ediyorsun. O noktadan sonra Kurtuluş Savaşı’nı kazanan bütün unsurların önünde iki seçenek kalmıştı. Ya Vahdettin’e sizin tabirinizle “ihanet” edeceklerdi, ya da Türk Milleti’nin iradesi ve tarihin seyrine “ihanet” edeceklerdi. Onlar o kadar ileri görüş sahibi idiler ki, hiç düşünmeden devrini tamamlamış ve İslâm’la hiç bağdaşmayan “Babadan evlada saltanatı” gözden çıkardılar. Eğer onlar o gün o kararı almasalardı Türkiye bugün Padişahlıkla yönetiliyor olacaktı. Tıpkı Ürdün gibi, Suudi Arabistan gibi. Bugün bütün krallar ABD’nin denetiminde ve halklarının başında kâbus halindeler. Padişahların devlet ve millet istikbali için kardeş katletmelerine onay veren dostların Kurtuluş Savaşı mimarlarının devlet ve millet istikbali için padişah ve ailesini yurt dışına çıkarmalarını trajedi haline getirmeleri, “Ah bugün bizi padişah yönetseydi”  demenin ta kendisidir de, farkında değiller.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder