6 Şubat 2011 Pazar

Mumyanın kafasını kim kopardı?

İzlediniz mi, gözünüzden mi kaçtı ya da önemsiz bir ayrıntı olarak mı algıladınız, bilemiyorum... Mısır’da Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’in 30 yıllık iktidarına karşı gösteriler sürerken...
...geçen hafta başkent Kahire’deki ünlü ve eşsiz Mısır Müzesi’ne girerek, dört bin yıllık firavunlar devrine ait iki mumyanın kafasını koparıp kaçmasından söz ediyorum...
***
Dört bin yıllık mumyanın kafasını koparan barbar öfke beni, yolum düştüğünde her defasında geçmeden edemediğim, Paris’te Sorbonne Meydanı’ndaki daracık Champollion Sokağı’na savurdu... Mısır kültürünü keşfetmemizi sağlayan Hiyeroglif Yazısı’nı Jean-François Champollion bulmuştu... 
1810 yılında, henüz yirmi yaşındayken ana dili Fransızca’nın dışında Latince, Yunanca, İbranice, Habeşistan dili, Sanskritçe, Avestan, Pehlevi, Arapça, Süryanice, Kildani dili, Farsça ve Çince konuşmaktaydı... 39 yaşındayken Grenoble’de tarih profesörü olmuştu... 1824 yılında yazdığı eseri “Precis du Systeme Hieroglyphique”, çağdaş Mısır biliminin tüm alanlarına kaynaklık etmişti...
***
Mumyalanmış firavun kellesi kopartmakla, insanlık hazinelerinin kapalı kapılarını açan anlayışın parantezinde akan bir insanlık macerası...
Aslında bu ikilemin çok taze diğer örneklerini de her an yaşamaya devam ediyoruz... 
Örneğin...
NASA, geçen hafta yüzlerce yeni gezegenin varlığını keşfettiklerini açıkladı.
Üstelik Kepler uzay teleskopu sayesinde keşfedilen yaklaşık 500 yeni gezegenden beşi, dünya ile hemen hemen aynı büyüklükte ve oralarda yaşam olma ihtimali var...
Yeni gezegenlerden altısı ise dünyadan yaklaşık iki bin ışık yılı uzaklıkta, tek bir yıldızın yörüngesi etrafında dönüyor.Bu, içinde bulunduğumuz güneş sistemi dışında gezegen sayısı en fazla olan güneş sistemlerinden birinin keşfedildiği anlamına geliyor.
***
NASA, bu olağanüstü teleskopa neden Kepler-11 diyor, çünkü 1571-1630 tarihleri arasında yaşayan Johannes Kepler, gezegen hareketlerinin dayandığı yasaları buldu; Kopernik’in Güneş Sistemi Kuramı’nı kesinleştirmesi ve modern Astronomi’nin temellerini sağlamlaştırması gibi son derece ciddi ilerlemelerin gerçekleşmesini sağladı... Bir anlama NASA’nın büyük babası oldu...
***
Kepler-11, uzay sonsuzluklarında yeni gezegenler keşfeden fotoğraflar çekerken, Brezilya Yerlileri İzleme İdaresi tarafından çekilen fotoğraflar da Brezilya-Peru sınırındaki Amazon Ormanları’nda yaşayan bir kabileyi gün yüzüne çıkardı...
Fotoğraflar, bu kabilenin şimdiye kadar dış dünya ile neredeyse hiç temasa geçmemiş olduğunu ispatlamakta... Bir yanımız uzayda, diğer yanımız bugüne kadar tanıyıp bilemediğimiz yerküremiz üzerindeki Amazon kabilesinde... 
Üstelik fotoğrafları çekmeyi başaran Survival International çevre örgütünden Jonathan Mazower, keşfedilen bu kabilenin “kendilerine yeten, açlığın, yoksulluğun olmadığı bir yaşam biçimleri olduğunu, toprakları ellerinden alınıp medeniyete dâhil edilen milyonlarca yerliye-köylüye göre imrenilecek bir hayat sürdüğünü” söylemekte... Aslında konuşmasının tümünde ima ettiği soru, modernleşme kavramı ile ilgili: “Modernleşme doğaya uymak mı, üstün gelmek mi?”
***
Mısır’la başladık, Mısır’la bitirelim...
Mısır’ın Nobel’li yazarı Necib Mahfuz, Nasır’ın öldürüldüğü günü anlattığı “başkanın öldürüldüğü gün” adlı kitabında şöyle yazar:
“O adam bizim başımızda bir belaydı. Can alanın sonunda canı alınır. Göz açıp kapayana kadar koca bir imparatorluk çöküverdi. Haydutların imparatorluğu. Çelişkili duygular içindeydim, hem keder, hem korku, hem de sevinç duyuyordum. Yarın bugünden daha kötü olamazdı. Kaos bile umutsuzluktan iyidir, hayaletlerle savaşmak da korkmaktan iyidir.”
Bir yanımız kelle koparıyor, bir yanımız çivi yazısını keşfediyor... Bir yanımız evrende yeni gezegenler buluyor, diğer yanımız keşfedilmemiş kabile... Bir yanımız doğaya üstün güç olarak modern, diğer yanımız doğaya en ilkel düzeyde uyarak sağlıklı ve mutlu...
Bir yanda tiranlar, bir yanda milyonlarca yoksul köle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder