28 Ağustos 2010 Cumartesi

Birkaç adımda ‘cemaat’ raconu


Bir “cemaat” kurabilirsiniz...

“Cemaat” adı altında örgütlenebilirsiniz... Demokratik toplumlarda ananızın ak sütü gibi helaldir size bu...

Eğer “cemaat” adı altında örgütlenmişseniz bir yükümlülüğünüz var: Sonuna kadar hesap verebilir olacaksınız... Başınız sonunuz belli olacak... Şeffaf olacaksınız... İkna edici olacaksınız...

Yani hakkınızda ortaya atılan onca iddia, itham ve tevatür karşısında “görmedik, duymadık, bilmiyoruz” ya da “biz sadece hayır işleri yapan kendi halinde bir cemaatiz” dışında bir cevap geliştirmeniz gerekir. Yani “cemaatçi” olmak hakkındır ama “şeffaf” olmak zorunluluğundur.

Bir cemaatçinin polis, savcı ya da yargıç olmasında hiçbir beis yoktur.

Eğer bazı “cemaatçi” polisler, savcılar ve yargıçlar kendi aralarında “işbirliği” yaparak “önümüze gelen bin iftira” derlerse ve her türden çirkefliği pervasızca yapmaya başlarlarsa, artık olay “sosyoloji” konusu olmaktan çıkar, “kriminoloji” kapsamına girer.

“Kriminolojik olaylar” ile mücadele “her taşın arkasında cemaat var” diye topluma korku salarak yapılmaz. “Cemaatçilik” adı altında müfterilik yapan kamu görevlisinin yakasına yapışılarak yapılır.

Hanefi Avcı’nın kitabına işte böyle yaklaşılmalıdır... “Cemaat” de, hükümet de, hükümet karşıtları da, Hanefi Avcı’yı eskiden çok sevip bugün hiç sevmeyenler de, Hanefi Avcı’yı bugün çok sevip eskiden hiç sevmeyenler de bu ölçüyü kaçırmamalıdır.

Yani yapılması gereken “cemaatle mücadele” değil, “cemaatçilik yapıyoruz” diye komplo kuran, telefon dinleyen, her türlü ahlaksızlığa imza atan, hukuku alenen çiğneyen “mücrimler şebekesi” ile mücadeledir.

Derdim şudur: Hedefi büyültüp suçlunun yırtmasına yol açmak yerine hedefi küçültüp suçlunun yakasına yapışılmasını sağlamak!

Helal olsun Ali Abi
ŞUNCA zamandır “eski mahalle”mi derin bir kaygıyla izliyorum. Tam umudumu kesmeye başlamışken... İlaç gibi geldi Ali Bulaç’ın açıklaması.

Şöyle diyor Ali Bulaç:

“Kemal Kılıçdaroğlu başörtüsü konusundaki sözlerinde samimi olursa, ben de kendisine söz veriyorum, oyumu ona vereceğim.”
İşte budur: “Partici” olmak ile “ilkeli” olmak ile arasındaki fark budur. “Tayyipçi” olmak ile “İslamcı” olmak arasındaki fark budur. “Getto adamı” olmak ile “birey olmak” arasındaki fark budur.

Öğrendiğim son şeyler
İnsan boş vaktin kıymetini, ancak çok yoğun bir şekilde çalışmaya başlayınca anlarmış.

Şöhret gerçekten de afetmiş.

En acımasız zalimler, daha önce büyük zulümlere maruz kalmış mazlumlardan çıkarmış.

Gerçekten de üç kişinin bildiği sır değilmiş.

Gazete yazarlarını e-posta yağmuruna tutmak, gazete yazarlarında aksi tesir yaparmış.

Ergenlikten bir türlü kurtulamayan yaşı ilerlemiş erkekler hakikaten çekilmezmiş.

Makamın insanı değil, insanın makamı şereflendirdiği tezi, çok doğru bir tezmiş.

İhtirası olup da kifayeti olmayanlardan Alllah’a sığınmak gerekirmiş.

Sanal alemin dostluğu da sanal olurmuş.

Kim kimi ne sanıyor
CHP’nin “fikir babası” Prof. Sencer Ayata, “Kızlar başlarını şöyle bağlarsa türban serbest olabilir” diye bir “baş bağlama” tarifi yapmaya kalkınca... Prof. Eser Karakaş, haklı olarak geçmiş mavrasını... Şöyle diyor: “Ben Sencer’i sosyolog sanıyordum meğer modacıymış...”

* * *
Madem öyle...

Ben de Eser Hoca’dan aldığım ayakla şöyle bir cümle kurayım bari:

“Ben Fethullah Hoca’yı kendi halinde bir hoca efendi sanıyordum. Meğer Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun onursal başkanlığı ile Emniyet Genel Müdürlüğü KOM’un manevi liderliği gibi vazifeleri de deruhte ediyormuş.”

İkisi de olmamak
Hanefİ Avcı’nın meşhur kitabı, şu “iki tip”in belirginlik kazanmasına yol açtı:

BİRİNCİ TİP: 28 Şubat’ta dönemin zalimlerini ifşa ettiği için “Bravo! Helal olsun! Var ol! Cesur polis” diye tepki veren ama bugün “cemaat”i yazdığı için “Yuh! Satılmış! Ergenekoncu! Mutlaka kaseti vardır” diyenler...

İKİNCİ TİP: Bugün “cemaat”i “dönemin zalimi” ilan ettiği için “Bravo! Helal olsun! Var ol! Cesur polis” diye göklere çıkaran ama 28 Şubat’ta askerle uğraştığı için “Fethullahçı! Asker düşmanı! Dinci! Satılmış” diyenler...

Allah’a çok şükür ki, ben bu iki tipe de aynı oranda uzağım.

Mehmet Barlas’a yanıt

MESLEK büyüğümüz Mehmet Barlas, gazetecilerin gazetecileri eleştiren yazılarını eleştirmiş.

Böylece ortaya şu türden bir “yazı” çıkmış: “Meslektaşların meslektaşlarını eleştiren meslektaş yazısı...”

Garabeti görünce Mehmet Barlas’a “anlayabileceği bir dil” ile seslenmek istedim. Lütfen “yanak okşama” efektiyle okuyalım:

“Mehmet Bey! Bu tür bir yazı olur mu ya? Bu tür bir yazı olur mu ya Allah aşkına? Yapma! Sen yılların köşe yazarısın...”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder