8 Ağustos 2010 Pazar

İkinci Yeni’nin doğumu, ölümü


“‘Nereden çıktı bu gemi... Denizin değil, hüznün üstünde...’ Edip Cansever öleli on bir yıl olmuş... Dün ölüm yıldönümüydü. Hüzün denizlerinde gemisiz dolaşmak isteyen mısraları da...
... dostları gazetelere verdikleri ilanlarda kullanmışlardı.
Altında bir de minik bir ibare:
‘Edip Cansever’i onbirinci ölüm yıldönümünde sevgiyle, özlemle anıyoruz.’
Bir şairimizin ölüm yıldönümü nedeniyle de olsa, gazetelerde kırpık şiirlere rastlamak, Metin Göktepe’yi döve döve öldürenleri bir buçuk yıldır yargı önüne çıkarmayan, Susurluk’u kapatan, siyasal tepişmeleri mide bulandırıcı bir şarlatanlığa çeviren bir bataklıkta taze bir soluk aldırıyor insana.
Üstelik bir iki gazetede ‘Geçmişte Bugün’ ya da ‘İz Bırakanlar’ gibi köşelerde de Edip Cansever’e yer vermişlerdi.
Şairleri anımsamak, çoktandır unuttuğumuz bir şeydi...
***
‘Geçmişte Bugün’ Edip Cansever’i şöyle tanıtıyordu:
‘Şair Edip Cansever öldü. ‘Yerçekimli Karanfil’, ‘Kirli Ağustos’, ‘Şairin Seyir Defteri’ gibi eserleri var (Doğumu: İstanbul, 8 Ağustos 1928.)’
‘İz Bırakanlar’ köşesini hazırlayan Metin Ateş ise daha cömertti. Bölümü olduğu gibi Edip Cansever’e ayırmıştı.
Tek başıma ‘sabah ayinini’ andıran, kısa bir ‘anma töreni’ düzenledim Edip Cansever’e...
***
Baba mesleği olan antikacılıkla hayatını kazanması, ilk şiirini yayınladığı onaltı yaşından beri şiire ihanet etmemesi, Bodrum’da tatil yaparken geçirdiği beyin kanaması sonucu İstanbul’da ölmesi...
Gazetelerin biraz ‘cimrice’ davrandıkları şaire sayfalarını cömertçe açan ansiklopediler onun ‘şiir serüvenini’ şöyle anlatıyordu:

‘İkinci Yeni Akımı’nın özgün örneklerini verdi.
... Şiirinde zamanla sevinç yerini bunaltıya, toplumsal dengesizlikleri eleştirme kaygısı bireyin ‘yakıcı umutsuzluğuna’ bıraktı.
‘Dize işlevini bitirdi’ diyerek şiirinin yeni konumuna ve dokusuna elverişli biçimler aramaya başladı, şiirde tiyatrodan esinlenen diyaloglar kullandı. Kişinin kendisiyle konuşmasını temel aldı.
... Yaşam ve dünya onun için boğucu hale gelmişti. Haksızlıklar, sahtelikler, budalalıklar kişinin yakasını bırakmamaktaydı.
Ona göre şiir yazmak böyle bir dünyaya müdahale, bir çıkış yoluydu.’
Türkiye, kendisi farkına varmasa da, aslında genç insanların ülkesi.
Duyguların yıpranmadığı ama arzulanan ölçüde de ifade edilemediği bir dönemdir, gençlik dönemi...
Sıkışıklık ‘şairlerden ödünç alınan dizelerle’ atlatılır. Şiirler ‘yazanların değil kullananların’ olur...
Aşka şiir eşlik eder...
Galiba ‘ederdi’ demek daha doğru...
***
Neden?
Çünkü Edip Cansever’i anarken ‘İkinci Yeni’ şiirinin öncülerinden olduğu söylenir...
Şimdi ‘İkinci Yeni Şiiri’nin tadını çıkaracak, bunun keyfini yudumlayacak bir ortam görebiliyor musunuz?
İkinci Yeni ‘dilin alışılmış kalıplarını yıkmak, söz dizinini zorlamak, değiştirmek ya da bozmak’ peşindeydi...
İkinci Yeni ‘şiiri her şeyi anlatabilme sanatı’ olarak görür bunun ‘dilde iç ses olarak nasıl yansıyacağını’ araştırırdı.
İkinci Yeni ‘hayal gücüne, duyguya, soyut ses uyarlamalarına’ dönüktü, ‘öykü öğesini’ dışlardı.
İkinci Yeni ‘bireyin toplumdaki yalnızlığını, sıkıntılarını, çevreye uyumsuzluklarını’ kendisine rehber seçmişti.
İkinci Yeni ‘siyasal, sınıfsal, ideolojik kimliği’ yanında, insanı daha çok ‘insani özelliklerini’ öne çıkararak şiirine dâhil ederdi.
 ***
Edip Cansever, 1947 yılında yayınladığı ilk şiir kitabı ‘İkindi Üstü’nde, ‘varlıklı ve her şeye yaşama sevinciyle bakan avare bir gencin duygularını’ öne çıkarıyordu.
Çünkü o zaman on dokuz yaşındaydı.
‘Hiç böyle ısınmamıştım;
Daldaki vişneye,
Vitrindeki aydınlığa,
Salça kokusuna mutfağımın,
Akan dereye, uçan buluta,
Hiç böyle ısınmamıştım yaşamaya.’
***
Daha sonraları o ‘sevinçler’ ödünç hale gelecekti.
‘Bir ağaç sürüsünün üstünden
Çok ağaçlı bir ağaç sürüsünün üstünden
Kesilmiş limon dilimleri gibi düşüyor güneş
Votka bardağımın içine
Benim olmayan bir sevinç duyuyorum.’
***
Sonra aradaki farkı gene kendi yansıtır:
‘Zamanla değil, bir yerde
Benim olmayan bir şeyle yaşlanıyorum
Geçiyorum ilk şeklimi tüketerek
Ağır ağır yanan bir tuğla harmanını
Billurdan sarkaçlarıyla.’
***
Aşkların şiirlerle uyandığı bir ülkede, hiç olmazsa ‘ölüm yıldönümlerinde’ gençler sevgililerine Edip Cansever’in ‘gençliğin avare tutkularını’ anlatan şiir kitaplarını hediye ederlerdi.
Onlardan ezbere mısralar okumayı denerlerdi.
Gençliklerini daha iyi yaşamış olurlardı.
Çünkü daha sonraları, şimdi tüketmekten sakındıkları yaşam kıvancı iyice gölgelenecek.
Bir tuğla harmanında bugünkü şekilleri tükenecek.
Tükenirken, hiç olmazsa ‘şiirsiz aşklar’ yaşamasınlar.”
***
 “Aşklarını şiirsiz yaşayan gençlik” başlıklı bu yazıyı on üç yıl önce, Edip Cansever’in 11. ölüm yıldönümünde, 29 Mayıs 1997 tarihinde yazmışım...
Bugün ise doğum günü...
Yaşasaydı 82 yaşında olacaktı...
“Zamanla değil, bir yerde
Benim olmayan bir şeyle yaşlanıyorum”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder