9 Ekim 2011 Pazar

Bu fotoğraftan zevk alana muhalif değil kalpsiz denir

Tayyip Erdoğan’ın annesinin arkasından döktüğü gözyaşları bile yumuşatmaya yetmedi kimi yürekleri...
Bu ülkenin Başbakanı, en acılı gününde, bu ülkenin hiç de azımsanmayacak sayıdaki vatandaşından (bakın internet sitelerine, sosyal paylaşım alanlarına) neredeyse “oh olsun”a varan, “insanlık dışı”  tepkiler almaya devam ediyorsa, elbette şapkasını önüne alıp düşünmeli:
Ne oldu da bu insanlar  “kalp”lerini devreden çıkarabildi!
Ama...
Hepimizin, birini siyaseten yaptıklarından ötürü, yasalarla belirlenen sınır çerçevesinde en ağır sözlerle eleştirme hakkımızın olması...

Başbakan’a, AKP Genel Başkanı’na, BOP Eşbaşkanı’na  “ileri demokrasi”  elverdiğince verip veriştirebilme hakkımızın olması...
Bize, bir evladın annesinin vefatından sonra çektiği acıyı, döktüğü gözyaşlarını yargılama hakkı da verir mi?
Vermez!
Anne acısı yaşayan bir insana rövanşist bir tutumla “Baaakkk gördün mü” çekmek muhaliflik olmaz, dik duruş olmaz, korkusuzluk olmaz; kalpsizlik olur sadece!
Biz ancak, o yaşların, Erdoğan’ın bundan sonraki hayatında  “başka evlatların” acılarını anlamasına yardımcı olacak birer rehbere dönüşmesini dileyebiliriz...







BASINDAN SEÇMELER






Portakallı ördek gazeteciliği sona erdi
İki önemli gazete prensi var.
Prens imtiyazı ile donatıldılar.
Gazete patronları kral, padişah, imparator sayıldı. Bunlar da prensleri oldu. Türk basının  “son 30 yılına şöyle ya da böyle yön verip”  damgalarını vurdular. Gazete sahibi holding patronlarını memnun ettiler. Gazete patronları da onları yüceltti, yükseltti, korudu, kolladı. Ertuğrul Özkök ile Mehmet Barlas (gazete prensleri çizgisinin 5-10 tane isim yapmış üyesi de var, burada yazmayayım, siz tahmin edin) şu günlerde; birbirlerini nazikçe çimdikleyen yazıların içinde yeni bir rüzgarın esmekte olduğu haberini de yerleştiriyorlar.
Medyada patronlar değişiyor.
“Biz de gerçeği görelim”  diyorlar.

***

Banka, şirket, holding sahibi olup da aynı zamanda gazete patronluğu da yapan eski medya patronları (Aydın Doğan gibi) ellerindeki  “zarardan yiyen” bazı gazeteleri ve TV kanallarını, yine banka, şirket, holding sahibi patronlara (Ferit Şahenk ve Erdoğan Demirören gibi) satıyorlar.
Prenslerin “değişiyor” dediği bu! “Gerçeği görelim” dedikleri ise; gazete patronun gazete dışında diğer işlerinin bulanması; bankası, holdingi, kömürcülük, madencilik şirketi, otelcilik, petrol boru hattı ve rafineri işletme imtiyazı sahibi olması, devlet bankası kredisiyle ve Başbakan desteğiyle TMSF elindeki gazete ve TV’leri alması iyiyiydi. Patron, diğer işlerinden gazeteye para aktarıyor prensler de;  “En iyi gazete patronu diğer işleri olan basın patrondur” diye basın ahlakına hiç sığmayan destek yazıları yazıyorlardı.
Karşılığını da alıyorlardı.
Yalılarda oturuyorlar.
Lüks içinde yüzüyorlar.
Pahalı şaraplar içiyorlar.
Aynı gurubun röportaj yazarı Ayşe’ye; “Beni en çok mutlu eden 15 metrelik motor yatım (değeri 1 milyon dolar) denizde son sürat giderken dümenini tutmak”  diyen  “imaj cilalama” söyleşileri yayınlatıyorlardı.

***

Değerli okurlar işte buna ben  “portakallı ördek gazeteciliği” adını veriyorum. Portakallı ördek, zenginlerin gittiği lüks lokantaların en pahalı yemeği olduğu için bu yakıştırmanın uygun düşeceğini umuyorum. Medya prenslerine bu lüks hayatı yaşasınlar diye sunulan astronomik ücretler, gazete ve TV’ler zarar etseler bile, patronun diğer işlerinden aktarılan paralarla sürdürülüyordu. Patronlar da gazete ve TV sahibi olmanın diğer işlerine sağladığı  “imtiyaz ve rantlarla”   portakalı ördek gazeteciliğini bugüne kadar sürdürdü.
Ördekler çok semirdi.
Portakallar da çürüdü.
Patronlar gazeteleri satıyor.
Bizim  “Portakallı ördek gazete prensleri”  de “patronlar değişiyor”  biz de  “gerçeği görelim”  diyerek Fransa’da yayınlanan  “Zincire Vurulmuş Ördek” gazetesine imrenme yazıları yazıyorlar.
Bu gazete okuruyla bütünleşiyor.
Eğilmez muhalefet yükseltiyor.
Patronun başka işi yok.
İktidara ve egemene yandaş olmuyor. 
Prensler yeni uyandı.

***

Gazeteler ve TV kanalları, banka, şirket, holding gibi diğer işleri olan patronlardan yine banka, şirket, holdingi olan diğer patronlara geçince “portakallı ördek gazeteciliğinin yerini halkın tavuğunu çalan tilki gazeteciliği”  alacak. Türkiye öyle bir döneme girdi ki iktidar  “yandaş medya yarata yarata ve biat etmeyenleri korkuta korkuta” güç yükseltmenin kudretini silah yaptı. Tilki gazeteciliği  “iktidara yandaş olma yarışından”  peydahlanıyor. Tilki gazeteciliği, iktidarla iyi geçinip devleti kullanarak,  “halkın kafesindeki tavuğu çalma” modelidir. Portakallı ördek gazeteciliği sona geldi fakat tilkiler de bahçe çitini aştı.
Tilkinin 11 hikayesi varmış.
11’i de tavuk çalma üzerineymiş.
Necati Doğru / Sözcü








Vah vah çok yazık
BDP’li Sırrı Süreyya Önder, TBMM’deki odasına gitmeme kararı almış. Odalar  “Cezaevindeki hücresinden küçük” müş. “Mimarisi tam bir F tipi mimarisi”ymiş. “Kasvetli”ymiş. “Kıstırılmış hissi” yaratıyormuş. “Bağımsızlığı körelten” bir havası varmış!
Vah vah; çok yazık... AİHM’e bile başvurmalısınız bence. Sizi bu kadar derinden etkileyeceğini bilsek, binlerce TL maaş, şoför, asistan, danışman konforunu suitle taçlandıramayan şu ceberut devlete ricacı olurduk:
 “Vergi kesintilerimizi iki katına çıkarın, aradaki farkla da TBMM bahçesinde Önder’e havuzlu bir villa yapın...”
Söyleyecek çok şey var da, ya sabır, haftaya yüksek tansiyonla başlatma!








Ya aynaya bakarsa
Fransa Devlet Başkanı Sarkozy’nin  “densiz” sözleri hepimizi öfkelendirdi doğal olarak. Ancak Dışişleri Bakanı’nın sözlerini de yadırgadım biraz. Davutoğlu Sarkozy’e dedi ki  “Sen önce kendi tarihine bak, yüzüne ayna tut.”
Merakım şu, Sarkozy Davutoğlu’nun sözlerini ciddiye alarak  “Tamam aynaya baktım, gerçekten Fransa’nın geçmişinde çok kötü şeyler var, hepsi için özür dililiyorum”  dese ne olacak? Davutoğlu’na göre Fransa aynaya bakarsa bize yönelik söylediklerinin doğru olduğunu mu kabul edeceğiz?
Can Ataklı / Vatan








Amerika’da hırsızlar kocaman bir köprüyü çalmışlar.
N’olmuş ki? Bizdekiler kocaman bir ülkenin geleceğini çaldılar!
Fahrettin Fidan / Milliyet








Utanmışmış...
Habertürk’ün sürmanşetindeki “koca terörü” fotoğrafına bakamamış Hasan Cemal. “O fotoğraf dehşet vericiydi.
Mesleğim adına utandım” diyor dünkü yazısında...
Hangi mesleğinden bahsediyorsun!
Genç genç insanların ellerine bombalar tutuşturduktan sonra bu ülkenin sokaklarında oluşan “dehşet verici” manzaralara baktığında hiç utanmıyordun ama!
Yahut “dehşet verici” katliamlar yapan katillerle kaburga dolması yedikten sonra pekala bakabiliyordun bu toplumun suratına. Dağdan inip “PKK silah ve şiddete başvurmayacak” yazmandan sadece birkaç gün sonra 12 şehit verdiğimizde de utanmıyordun “mesleğin adına”!








“Erkeğiz biz icabında”(!)
2002’de 13 yaşında bir kızla yattık.
Kız (N.Ç.) “düşürülmüştü”, anlarsınız ya.
Erkeğiz biz, 13 yaşında kızla yattık; ters ilişkiye zorladık.
Şikâyet oldu. Mahkeme oldu.
Erkeğiz biz, dedik ki  “Biliyordu ne yaptığını...”
26 kişiyiz biz, hepimiz erkeğiz.
Mahkeme de erkek çıktı.
Alt sınırdan ceza verdi, güzel ceza indirimleri yaptı.
Dedi ki erkek mahkemesi  “N.Ç. olanın bitenin farkındaydı. Tecavüzlere karşı değildi, para için yaptı bu işi...”
N.Ç. 13 yaşındaydı, biz de erkeğiz.
Böyle savunduk kendimizi  “13 yaşında kız biliyordu olanı biteni... Para için yaptı... Biz de erkeğiz yani sayın kamuoyu...”
N.Ç.’yi biz erkeklere pazarlayanlar kadındı.
Ama erkek mahkeme onlara indirim yapmadı bize yaptı.
Çünkü onlar  “iffetsiz”  kadınlardı, onlara indirim yok.
Biz parası neyse verdik, erkeğiz.
Biz iffetli erkekleriz, 13 yaşında kızla yattık; onlar iffetsiz kadınlardı.
Karar temyiz için Yargıtay’a gönderildi.
Yargıtay Başsavcılığı bu erkek kararın arkasında durdu.
Verilen kararın yasalara ve kurallara ve usullere uygun olduğunu vurguladı.
Biz 26 erkeğiz, erkek adamız, yanlış yapmayız.
13 yaşındaki kıza, 26 kişi, 26 koçyiğit, 26 er kişi, 26 boy boy boydan boya delikanlı olarak yanlış yapacak halimiz yok.
Erkeğiz biz icabında.
Erkeğiz biz.
Laf atarsak, tokadı basarsak, taciz edersek, ırzına geçersek, söversek, döversek, öldürürsek erkekliğimizden yaparız bunu.
Döveriz, sırtından bıçaklarız, yetmez bir de yakmaya kalkarız.
Oyunumuzun kuralı bu.
Biz erkeğiz, ne yaptığımızı biliriz, ne yaparsak namus için erkekliğin şanından yaparız.
Annadın mı?
Kanat Atkaya / Hürriyet








Fehmi Koru’nun dünkü yazısı şu satırlarla başlıyor:
“Fotoğrafı basan gazetenin yayın yönetmeni ”Annem olsaydı, onun da fotoğrafını basardım“ diye savunmuş kendini; ama doğru bir savunma
değil bu:
Gazeteci vicdansız değildir çünkü...”
İnsanın “Bak şu konuşana” diyesi geliyor!







Aman ne mutlu!
Amerika’da Başkanlık seçimi geliyor.
Başkan Obama “Irak’ı hallettim” diyebilmek için askerlerini çekmek zorunda. Bölgedeki istikrarın bozulmaması, Türkiye’nin Kuzey Irak’tan yana sorun yaşamamasına sıkı sıkıya bağlı.
Ankara’nın ABD yönetimini bu konuda ikna ettiği bellidir.
Washington TSK’nın operasyonlarına artık daha hoşgörülü bakacaktır.
Güngör Mengi / Vatan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder