4 Ekim 2011 Salı

Dağa mı çıkalım dağdan mı inelim?

5 Ekim 2011 Çarşamba
Aslında günün en muhteşem ve keyif veren haberi, Fizik Nobeli’nin evrenin artan hızla genişlediğini hesaplayan ‘evrenin kâşiflerine’ verilmesiydi... Ama ben iç çekerek kendi gündemimize geri döndüm.

***

İstanbul’a da sirayet eden KCK tutuklamaları... Gittikçe alevlenerek genişleyen ‘Alman Vakıfları’ tartışması...

Bu seferde kaza nedeniyle yitirdiğimiz dört gencecik polisimiz... Muhalefet partilerinin iktidarı hedef alan grup konuşmaları...

Freni boşalan cari açık ve dolar...


Bunlar da dünkü Türkiye gündemiydi...

Neyse ki Çankaya Cemevi Yaptırma Derneği için açılan kapatma davası reddedildi, böylece cemevlerinin ibadethane olduğu yargı kararı ile tescillenmişti oldu.

Bu, günün umutlu gelişmesiydi.

Henüz ırk, din ve vicdan sorunlarını aşamamış olmamıza rağmen günlük sevindirici gelişmeler bizi mutlu kılmaya yetiyordu...

***

Aslında Kürt Sorunu’na ait konuları iki başlıkta konuşmak gerek...

KCK ve bunun yeni cüz’ü haline geleceği anlaşılan ‘vakıf’ tartışmasına biraz daha geniş bir perspektiften bakınca soru yalınlaşıyor:

Bu sorulardan biri Ankara’ya ait: Türkiye dağa adam mı çıkartmak istiyor, yoksa dağdan adam mı indirmek?

Siyasete yönelmiş insanları tutukladıkça ‘dağa çıkan insan sayısı’ artıyor... Bölge halkı Ankara’dan ve siyasetten umudunu keserek, şiddetten ve dağdan medet umar hale geliyor...

Hayat, bu temel sorunun cevabını Ankara’dan beklemekte...

***

Ama bir de Kürt siyasetinin cevap vermesi gereken soru var:

BDP, İmralı ve Kandil, ‘demokratikleşmek’ mi istiyor yoksa ‘statü’ kavramını öne sürerek ‘Kürdistan’ olarak tanımlanan bölgeyi demokratik bir yarışa girmeden sahiplenmek mi?

Çünkü bu noktada işler karışıyor, çözüm önerileri flulaşıyor...

Örneğin, BDP bir yandan Avrupa Konseyi’nin ‘Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na, diğer yandan da Avrupa Birliği’nin Bölgesel Politika’sına sahip çıksa hem durumunu netleştirir, hem meşruiyetini pekiştirir.

Ama garip bir şekilde BDP, tanımlı bir hukuksal metne sahip çıkmıyor, ‘yönetme arzusu’ durumunun sürekli flu kalmasından medet umuyor... Amaç sadece ‘demokratikleşme’ ve ‘Kürt halkının’ bundan yararlanması olsa işler daha kolaylaşır... Ama ‘elinizi Kürdistan’dan çekin’ anlayışı neyin ne olduğunu ortaya koymakta...

***

Bu arada AB Bölgesel Politikası’nın öneminin de altını bir kez daha çizmek isterim.

Bölgesel Politika, AB üyesi ülkeler içinde belirli bölgelerin refahı ve yaşam kalitesini arttırmak amacıyla uygulanan bir politikadır ve AB’nin toplam bütçesinin yaklaşık üçte biri bu politika için ayrılmıştır.

Politikanın amacı AB içinde bölgelerarası gelir uçurumunu en aza indirgemek, gerilemekte olan sanayi alanlarını yeniden yapılandırmak ve tarımın önemini yitirmeye yüz tuttuğu kırsal bölgelerde tarımsal çeşitliliği arttırmaktır.

***

Gel gör ki hükümet de AB Bölgesel Kalkınma Politikaları’nın öneminin farkında değil.

Neden mi? Çünkü ‘Bölgeler Komitesi’ Başkanı Luc Van den Brande, 2009 yılı Aralık ayında Başbakan Erdoğan’a ortak bir ‘çalışma grubu’ kurulması için bir mektup yazmış ama bugüne kadar bir yanıt alamamış. ‘Türkiye’nin önünü siyaset açacak diyoruz’ ama çoğu kez de Türkiye’nin önünü siyaset kapatıyor...

***

Hâlbuki freni kopan dolar neyin nasıl olması gerektiğini de söylüyor...

Avrupa Birliği bir tek Merkez Bankası oluşturarak ‘ulusüstü’ bir birlikmiş gibi davranırken, ulus devletlerin farklı iktisat politikalarına dokunmadı...

Bu nedenle de krize girdi.

Çünkü AB’nin kendisinin vücut bulması zaten ulus devlet anlayışının eridiğinin bizatihi ispatı. Biz de günlük Ankara çalkantılarına saplanıp kalmak yerine çağın dinamiklerine yoğunlaşsak... İnanın ki hiçbir yapısal sorunumuz kalmaz; Kürt Sorunu, Alevi meselesi çoktan düze çıkarken, Türkiye’nin henüz dışarıdan para kazanamadığını ortaya koyan cari açık da tarihsel bir zafiyet noktası olmaktan çıkar.

Acaba bunu böyle okumayı günlük siyaset mi engelliyor, çok şüpheleniyorum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder