8 Ekim 2011 Cumartesi

Sadece Edirne’de değil, artık G.Afrika’da da Selimiye var

Önceki günkü gazetelerde; “teknoloji dünyasının efsane ismi, iPod, iPhone, iPad ve MAC bilgisayarları”nın altında imzası bulunan Steve Jobs’un, 56 yaşında “pankreas kanseri”nden öldüğü haber verilirken deniliyordu ki;

“Hayatın en büyük icadı”na yenildi... Çünkü Steve Jobs öyle diyordu; “Hayatın en büyük buluşu, belki de ölümdür.”


Steve Jobs hakkında yazılanlardan bazıları şöyleydi:



“56 yıllık kısa ömrüne rağmen, tarihe silinmesi zor izler kazıdı!.. Teknolojiyi cebe sığdıran adam, artık yok!”


“Elma öksüz kaldı.”


“Dünyayı değiştiren adam öldü.”


“Dünyayı değiştirdi ve gitti.”


“Dijital çağı başlatan adam.”


“Bu dünyadan Jobs geçti.”


KİMSE BAHANE ARAMASIN!


Onun hakkında yazılanları aktardım, çünkü “Bir kişi ne yapabilir ki?” deyip “aciz”liklerine, “tembellik” ve “sünepe”liklerine kılıf arayanlar, Steve Jobs’a bakmalı ve bir adamın “dünyayı değiştirebileceğini” görmelidir.


Kaldı ki;


Steve Jobs, öyle “gökten zembille inen” kendisine “imkân”ların sunulduğu bir adam değildir... Geldiği noktaya, “tırnaklarıyla kazıyarak” gelmiştir.


“Suriyeli bir baba”nın oğlu olarak dünyaya gelmiş, ailesi ona bakamayınca “evlâtlık” olarak verilmiş, “üniversite”ye gitmiş ama okulu “sıkıcı” bulup, bir “garaj”da Apple şirketini kurmuş, ne var ki, kendi şirketinden atılmıştır.


Onsuz yapamayan şirket, onu tekrar işe almış ve Steve Jobs, ondan sonradır ki, “dünyayı değiştiren buluşlara” imza atmıştır!..


Bugün, milyonlarca insanın elinde onun “eser”leri vardır.


Şunu demek istiyorum;


Steve Jobs, “bir tek insan”ın bile “dünyayı değiştirebileceğini” göstermiştir... O halde; “bahanelere” sarılmayı değil, “işe sarılmayı” esas almalıyız... Aksi halde, hayatımız “yakınma”larla geçer gider.


GÜNEY AFRİKA’DA BİR KÖYLÜ!


Steve Jobs, aslında, bütün “birey”ler için çarpıcı bir örnektir... Ama, “tek örnek” değildir...


“Dünyayı değiştiren” veya “değiştirmeye hazırlanan” elbette birçok insan vardır.


Bana göre, bunlardan biri de Ali Katırcıoğlu adlı bir “inanmış adam”dır!..


Onun, “dünyayı değiştirmek” gibi bir hedefi elbette yok... Ama, yaptığı işle, hiç olmazsa, “Güney Afrika’yı değiştiriyor” ama farkında değil!..


Peki, kim bu Ali Katırcıoğlu ve ne yapıyor ki, Afrika’yı değiştiriyor?..


Efendim; Sayın Başbakan Tayyip Erdoğan’la birlikte gittiğimiz Güney Afrika’da, kendisini tanımaktan büyük mutluluk duyduğumu Ali Katırcıoğlu veya “Afrikalı Müslümanlar”ın “Uncle Ali”si, 1937 doğumlu bir Türk... Bir “Çılgın Müslüman!”


Akseki’nin Büyükalan Köyü’nde dünyaya gelmiş... Merhum Osman Yüksel Serdengeçti’nin hemşehrisi... Serdengeçti gibi, o da “deli-dolu” bir adam!..


14 Mayıs 1950’de seçim olmuş, 15 Mayıs 1950’de de Ali Katırcıoğlu köyden ayrılmış!..


Bursa’ya gelip, “ayda 5 lira”ya çalışmaya başlamış... 5 sene Bursa’da çalıştıktan sonra “ticaret” hayatına atılmış...


1959’da İzmir’e gitmiş, orada evlenmiş... 6 yıl boyunca “trikotaj” işi yapmış... Sonra İstanbul’a gelip, “trikotaj” işini devam ettirmiş!..


1970’de “gayrimenkul” işine, daha sonra da “inşaat” işine başlamış...


2000 yılında da emekli olmuş...


Peki; “İnşaat bitti, yapı paydos” mu demiş?.. Ya da; “Çok çalıştım, artık emekliliğin tadını çıkarayım” mı demiş?..


Elbette hayır!..


Fethullah Hocaefendi, Türkiye’yi terk etmek zorunda kalıp ABD’ye gidince, Ali Katırcıoğlu da ABD’ye gidip gelmeye başlamış...


Bu gidip-gelişlerinde; ABD’de bir “Osmanlı eseri”nin bulunmamasından muzdarip olup, bir “Osmanlı eseri” yapmak için “izin” istemiş Hocaefendi’den...


Hocaefendi, “peki” demiş ama uygun bir arsa bulamamışlar... Buldukları arsa da “çok pahalı”ymış...


Hocaefendi haber göndermiş;


“Çok para!.. Ayrıca garantisi de yok... Söyleyin Ali Bey’e, gitsin, Güney Afrika’da yapsın ne yapacaksa!”


“Yol” bilmez, “dil” bilmez bir “köylü” olan Ali Katırcıoğlu; 2007 yılında düşmüş yollara, gelmiş Güney Afrika’ya...


SELİMİYE CAMİİ’NİN AYNISI!


Buradaki “Müslüman”larla temasa geçip, “epey büyük bir arsa” satın almış!..


Amacı, bir “cami” yapmak!..


Ama, “sıradan bir cami” değil!..


Niyeti bir “Osmanlı eseri” inşa etmek ya; yapacağı cami de, merhum Mimar Sinan’ın ustalık eseri “Selimiye Camii”nin “aynısı” olacak!..


Hazırlatmış “cami projesi”ni!..


Maks adlı biri vasıtasıyla Güney Afrika’nın ünlü lideri Nelson Mandela’dan randevu almış ve takdim etmiş projesini...


Mandela, yakın ilgi göstermiş “cami projesi”ne... “Peki, yapın” deyip, eklemiş: “Ama arsanın bir köşesine küçük de olsa bir klinik yaparsanız, beni mutlu edersiniz... Çünkü, Afrika’da çok hasta var!”


Sonra, kolları sıvamışlar.


“Temel” atılıp, inşaat yükselmeye başlamış... Gerçekten de, Selimiye Camii’nin tıpkısının aynısı...


Bir farkla;


Bütün ölçüler, “Selimiye Camii’nin 4’te 3’ü” oranında!..


Yani, Selimiye Camii’nde bir duvarın uzunluğu “40 metre” ise, yaptıkları Nizamiye Camii’nin duvarı 30 metre uzunluğunda...


Ama, “mimarî” yönden Selimiye Camii’nden hiçbir farkı yok... Hatta; Selimiye Camii gibi, Nizamiye Camii de “tepe bir bölge”ye yapılmış... Her taraftan görülebiliyor...


Tabiî, sadece “cami” inşa etmiyorlar... Cami ile birlikte, “yurt” binası ve İmam Hatip Okulu’nun inşaatı da sürüyor.


Caminin giriş avlusuna, Mandela’nın istediği “klinik” de yapılmış...


Etrafında “dükkân”lar ve bir “lokanta”nın da inşaatı sürüyor... Ki, oralardan alınacak “kira”larla “caminin giderleri” karşılansın!..


Sizin anlayacağınız;


Tam bir “külliye” inşa ediliyor.


Caminin “iç avlusu”nu çevreleyen “oda”larda, gençlere “Kur’an dersi” de verilecek... Hem de, “bilgisayar”larla!..


Haa, unutmadan söyleyeyim;


Nizamiye Camii’nin yapımında kullanılan “mermer”ler, “çini”ler ve “vitray” gibi önemli malzemeler Türkiye’den getirtiliyor.


Aradan, “sadece 2 yıl” geçmiş ama inşaat, neredeyse tamamlanmış.


“4 minarenin 4’ünün de temelinde Peygamber Efendimiz (SAV)’in mührü var” deyip, devam ediyor Ali Katırcıoğlu; “İnşaat bitince Türkiye’ye döneceğim!”


Ali Katırcıoğlu, şu anda 74 yaşında... 2000 yılına kadar, “kendi maişeti” için çalışmış ama 2000’den sonra, “Allah’ın rızası için” çalışmaya başlamış...


İyi de yapmış... Çünkü, Ali Katırcıoğlu gibi bir “inanç adamı”, bir “çılgın adam” olmasaydı, acaba bu cami inşa edilebilir miydi?..


Şu hâle bakın;


Adam, bir “köylü!”


Ne “yol” bilir, ne de “dil!”


Ama, “imanlı” bir adam!..


İnsan “imanlı” olunca da,


Ne “yol” engel olur, ne “dil!..


Ali Katırcıoğlu gibi; “Afrika kıtasının en ucu”na gidip, “Osmanlı mührü”nü vurur oraya!..


HIRİSTİYANLAR DA GELİYOR!


Johannesburg’un Midrand semtinde bir tepeye kondurulan cami, elbette çok şeyi değiştirecek Güney Afrika’da...


Hatta, “değiştirmeye” başlamış bile... Çünkü, oraya “cami” inşa edildiğine gören “Hint asıllı Müslümanlar” birer-ikişer etraftaki “arsa”lardan alıp, “ev yapmayı” düşünmeye başlamışlar!..


Ne yalan söyleyeyim;


Nizamiye Camii’ni görüp, Ali Katırcıoğlu’nu tanıdıkta sonra, gıbta ettim...


Büyük gurur duydum.


Mandela için de; “Çok zeki bir adam” diyor Ali Katırcıoğlu... Mandela, “Müslümanlara da çok sıcak”mış... “Beyaz zulmün hüküm sürdüğü” yıllarda, malûm Mandela da hapse atılmıştı...


Şu tevâfuka bakın ki, Mandela’nın hapisteki arkadaşlarının yüzde 90’ı “Müslüman”mış!.. Demek ki, “Müslümanlara” ve belki de “İslâm’a sempati”si bu yüzdendir!..


İşte Ali Katırcıoğlu’nun, işte Nizamiye Camii’nin hikâyesi...


İster inanın, ister inanmayın ama, gördüklerim ve dinlediklerim tamamen gerçek!..


Bir şeyler değişecek Afrika’da!..


Bu cami, hem de Pazar günlerinde; “rahip”ler önderliğindeki, 150-200 kişilik “kilise cemaati” tarafından da ziyaret edilmeye başlanmışsa, “Afrika kıtasının en uç ülkesi”nde bir şeyler değişecek demektir.


Sağolasın Ali Katırcıoğlu...


Sağolasın Afrikalı Müslümanlar.


“Bir tek insan”ın bile “çok şeyleri değiştirdiğini” gösterdiniz ya; sağolun, varolun!..


Durmak yok, “hizmet”e devam!..





Bu, ne güzel uğurlama


Cenab-ı Allah; herkese böyle “ölüm”, herkese böyle “uğurlama” nasip etsin...


Hani; hep, “Üç gün yatak, dördüncü gün toprak” deriz ya;


Başbakan Tayyip Erdoğan’ın muhtereme validesi Tenzile Ana da, fazla acı çekmeden teslim etti ruhunu.


Dün, Fatih Camii’nde kılınan “cenaze namazı”na ise, “yüz binler” iştirak etti... O, ne güzel “uğurlama”ydı ki; hocaefendiler önce bir “Kur’an ziyafeti” sundular... Ardından, müezzinler öyle bir “ezan” okudular ki, dinlemeye doyamadık.


Daha sonra, öğle namazı... Caminin içine giremeyen yüzbinlerce insan, koltuğunun altına bir “namaz kâğıdı” alıp, avluda veya bahçede kıldı namazını...


“Cenaze namazı”na gelindiğinde, izdiham zirveye ulaştı... Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, cenaze namazını kıldırdıktan sonra, “Şimdi iki görevimiz daha kaldı” deyip, cemaatten “şahitlik” istedi; “Merhume Tenzile Erdoğan’ın mü’min ve muttaki bir kadın olduğuna şehadet eder misiniz?”


Cemaat, hep bir ağızdan ve üç defa “Ederiz” diye cevap verdikten sonra, Diyanet İşleri Başkanı, yine sordu; “Merhumeye hakkınızı helâl eder misiniz?”


Üç defa sorulan bu soruya, yüz binler yine üç defa cevap verdi:


“Helâl ediyoruz.”


Sonra, tabut “musalla”dan omuzlara alındı ve Karacaahmet Mezarlığı’na doğru yola çıkarıldı.


Zaten “duygulu” bir insan olan Erdoğan, gözyaşlarını tutamadı... Ağladı... Çünkü anası onu, o da anasını çok seviyordu...


Mezarlığa giderken de, “cenaze arabası”ndaydı...


Son ana kadar yalnız bırakmadı anasını... Hiç yalnız bırakmadığı gibi...


En başta dedim ya;


Cenab-ı Allah, herkese böyle ölüm, böyle uğurlama nasip etsin...


Az şey midir, “yüz binlerce insan” ve onların “dua”larıyla uğurlanmak?..


Cenab-ı Allah, Tenzile Ana’yı cenneti ve cemaliyle şereflendirsin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder