27 Haziran 2011 Pazartesi

Derdiniz Silivri’yi boşaltmak mı?

Çözüm yeri Meclis’se, Meclis’e gireceksin...

Derdin meşruiyetse, kararlarında “meşruiyet çizgisini” gözeteceksin...

Rakip partiler hakkında kapatma davası açıldığında “hukukun gereği yerine getirilmeli” diyorsan, işin ucu sana değdiğinde de “hukuk” diyeceksin.

Dokunulmazlıkların kaldırılması gerektiğini savunuyorsan, darbe sanıklarına dokunulmazlık kovalamayacaksın.

Halkçıysan, halkçı olacaksın.

Demokratsan, demokrat olacaksın.

Darbelere karşıysan, darbe soruşturmalarının altını boşaltmayacaksın.

Hem “Biz Yeni CHP’yiz” deyip eskinin bütün hastalıklarını sahipleneceksin, hem de siyaseten sıkıştığında “eski”yle “yeni” arasında slalom yapıp müşteri kazıklayacaksın...

Ne olacağına, ne yapacağına karar ver artık.

Eski misin, yeni misin?


Statükocu musun, meşruiyetçi misin?

Meclis’e girmeyeceklermiş... Salı gününe kadar (bugün saat 13.30’a kadar) “mühlet” tanımışlar... Ya tutukluların tutuklulukları sona erecekmiş, ya da ne olacağını kendileri de bilemezlermiş...

Ne olur?

Yokluğunuzla cezalandırdığınız parlamentonun meşruiyetini mi tartışmaya açacaksınız?

Zinde güçlerin harekete geçmesini mi bekleyeceksiniz?

Açlık grevi mi yapacaksınız?

TBMM önüne çadır kurup “alternatif Meclis” mi oluşturacaksınız?

Hem, mühleti kime verdiniz?

Parlamentoya mı, icraya mı, yargıya mı, Çankaya’ya mı?

Başbakan mı karar verecek tutukluların durumuna?

Genel kurul mu karar verecek?

Kısmi af mı çıkarılacak?

Ne olacak?

Haa, yemin törenine bir tek adamlarını göndereceklermiş:

Oktay Ekşi’yi...

Oktay Ekşi, “en yaşlı üye” sıfatıyla genel kurula başkanlık edecek, “analarını da satan zihniyetin” çoğunluğu oluşturduğu parlamentoda yemin töreni yaptıracak.

Belki Cumhurbaşkanı Gül’ün ayağı sürçer, belki seyahate çıkmak zorunda kalır, belki grip olur... Ne bileyim, eski YÖK Başkanı Erdoğan Teziç’in de buyurduğu gibi, belki görünmez bir kazaya uğrar... Her şey mümkün...

Bakarsınız Oktay Ekşi, 10 günlüğüne, Çankaya’ya “başkan” olur.

Olamaz mı?

Basın Konseyi Başkanlığından Cumhurbaşkanlığına “kolay ve yatay geçiş...”

Ne şahane olur, değil mi?

Hadi tutukluların “tutuklulukları” kaldırılsın, Mehmet Haberal ve Mustafa Balbay “dokunulmazlık zırhına” büründürülsün...

Büyük Türk hukukçusu Sabih Kanadoğlu’nun da kuvvetle ve defaatle belirttiği gibi, “milletvekili seçilmek tutukluluğun kaldırılmasına gerekçe teşkil etmediğine, etmeyeceğine” göre, mahkeme Haberal ve Balbay’ın tahliyelerini nasıl kılıflayacak?

Delillerin ikmal edilmiş olduğuna mı karar verecek?

İyi hal mi gözetecek?

Bu durumda mahkemenin tahliye kararı “içtihat” yerine geçmeyecek mi? Diğer sanıklar için de emsal teşkil etmeyecek mi? Anayasanın “eşitlik ilkesi” gereği “Silivri’nin boşaltılması” gündeme gelmeyecek mi?

Bıraksınlar dolambaçlı yol izlemeyi de, açıkça “Silivri’deki tutsak aydınları dışarı çıkarmak istiyoruz” desinler. Veli Küçük gibileri de yararlandırsınlar kıyak tahliyelerden... Bir daha da “milletvekili dokunulmazlığına karşıyız” demesinler.

Önemli not:

Bu satırların yazarı, Haberal ve Balbay’ın tahliyelerine karşı değildir. Sadece CHP’nin niyetini anlamaya çalışmaktadır ama anlayamamaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder