25 Haziran 2011 Cumartesi

İstanbul'da hâkimler var

Masumiyet karinesine beraat kararı muamelesi yapanlar, asrın davasına kılıç çektiler ve yine kaybettiler.
"Saraydan kız kaçırma" operasyonu fiyaskoyla sonuçlandı.
Adalet duygusu bir kez daha siyasal manipülasyon ve manevraların narından kurtuldu.
Çünkü İstanbul'da savcılar ve hâkimler var.
Gözaltı ve tutukluluk sevdalısı bir talihsiz değilim.
Her daim liberal bir bakışla, devlet karşısında bireyin, yasaklar karşısında özgürlüklerin yanında oldum.
Ama dikkatinizi çekerim ki, özgürlüklerin ve millet iradesinin ırzına geçenlerin yargılandığına ilk kez şahit oluyor bu millet.
"Millet iradesi" kavramının millet iradesini linç etmekten yargılananlar için kullanıldığını daha önce görmüş müydünüz?
Bu zamana kadar "millet iradesi"ni hiçe sayanlar, "parlamento her şey değildir, millet egemenlik hakkını devletin yetkili organları vasıtasıyla kullanır" diyenler, adliyenin eskiden olduğu gibi kendilerine imtiyazlı bir karar vermesini bekliyorlardı.
Cezaevinden çıkarmak istedikleri adamları milletvekili bile yaptılar.
Ama mahkemeler yemedi bu numarayı.
Milletvekili seçilmek, bu tür davalarda dokunulmazlık sağlamadığına göre, normal vatandaş statüsünde yargılama söz konusu olacaktı.
O halde delillerin karartılması riskini ve kuvvetli suç şüphesini siyasiler değil, işin erbabı mahkemeler takdir edecekti.

CMK açısından önem arz etmeyen milletvekilliği statüsünden dolayı Haberal, Balbay ve Engin Alan serbest bırakılsaydı, diğer tutuklu sanıklar eşitsiz bir mahkeme inisiyatifiyle karşı karşıya kalmış olacaklardı.
Her iki mahkemenin ortak ret gerekçelerinden birisi olan bu hususu, önceki yazılarımda belirtmiştim.
Ayrıca, Engin Alan, Haberal ve Balbay hakkında mahkeme mahkûmiyet kararı verme eğilimindeyse neden serbest bıraksın?
Tahliye taleplerinin reddi kararlarını duyunca sevindim doğrusu.
Balbay, Haberal ve Engin Alan'ın tutuklulukları devam edecek diye değil.
Hukukun prestiji ve namusu kurtuldu diye.
Ayrımcılık ve siyasallık değil, hukukun üstünlüğü işledi diye.
CHP, MHP ve BDP bu sonuçların gerçekleşebileceğini baştan beri biliyordu.
Hukuki açıdan sorunlu ve mayınlı bir araziye bile bile girdiler.
Tezgâhı baştan kurdular.
Her ahvalde kazanacaklardı.
Gösterdikleri tutuklu adaylar seçilip mahkemece serbest bırakılırsa, hukukun elindeki adamlarını siyasetle çekip almış olacaklardı.
Tutuklu vekiller serbest bırakılmadığı takdirdeyse, "millet iradesi" kavramıyla ajitasyona başlayıp mağduriyet psikolojisi oluşturacaklardı.
Amaç, millet iradesinin bu sanıkların yanında olduğunu göstermek değil, yürüyen Ergenekon, Balyoz ve KCK davalarının prestijini sarsmaktı.
Bu davalara yönelik bir tavır olarak, 9 tutuklu sanığı aday gösterdiler.
Ve seçilebilecekleri kesin olan mevkilere koydular.
Milletvekili seçilen sanıklar serbest bırakılınca "bakın adamlarımızı işte böyle çıkarırız" moduna gireceklerdi.
Hem de liberal ve demokrat yelpazenin perestiş ettiği "millet iradesi"ni azami randımanla kullanarak.
Engin Alan, Mehmet Haberal ve Mustafa Balbay, bağımsız aday olsalardı da görseydik millet iradesinin boyutunu.
Her üçünün yerine liderlerinin şapkası olsa, yine seçilecek bir siyasal potansiyel vardı buralarda, İstanbul'da, Zonguldak'ta ve İzmir'de.
Bu itibarla oylar, kişilerden çok partiye verilen oylar.
MHP ve CHP, hukuka uygun bulunan mahkeme kararlarına karşı gerilim üreten bir lisan kullanmaya başladılar.
Diğer yanda BDP ise Meclis'i boykot kararıyla yeni gerilim kodlarını sahneye koyuyor.
Muhalefetin tüm renklerinin ürettiği gerilim kuşağı ise AK Parti'nin boğazını sıkıyor.
BDP'lilerse, Türkiye Cumhuriyeti hukukunun gereklerini hiç düşünmüyor.
Hâlbuki bugün İspanya cezaevlerinde hâlâ 3000 ETA üyesi var.
BDP'liler, kendilerinin uygun bulmadığı her karar ve gelişmede örgüte ve sokaklara göz kırpıyorlar.
Sonra da gençlerimizi tutamıyoruz yalanlarına sarılıyorlar.
Bal gibi biliyorlar gençlerin ve BDP'li Kürtler'in onların işareti olmadan adım atmayacaklarını.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder