18 Temmuz 2011 Pazartesi

Bu coğrafyada belki de çözümsüzlük çözümdür...

Özgürlükçü yeni Anayasa yapılabilecek bir sürecin PKK terörü tarafından sabote edilmesi doğal olarak hepimizi öfkelendirdi.
Bu noktada olayı aydınlatacak sorular sormak yerine, öfkemizi kendimizce sorumlu gördüğümüz odaklara yönlendiriyoruz.
Sorumlu tutulabilecek odaklar konusunda ise hiç sıkıntımız yok.
Tıpkı Latincedeki "Quot Homines Tot Sententiae" özdeyişinin tanımladığı gibi bir durum bu.
- Ne kadar insan varsa o kadar da soru vardır, şeklinde dilimize çevrilebilir bu Latincenin özdeyişi...

Öfkemizin hedefleri

Çözüm üretemeyen Türk ve Kürt siyasetçileri, teröre karşı bitirici mücadele veremeyen TSK'yı, ülkeyi kana bulayan PKK teröristlerini, bu örgütün kentlerdeki yapılanması olan KCK'yı, İmralı mahkûmu Abdullah Öcalan'ı, onunla diyaloga giren devlet görevlilerini, Öcalan'ın direktiflerine uymayan PKK'lıları, Kürtçe şarkı söyleyen sanatçıyı veya bu sanatçıyı protesto eden dinleyicileri, Amerika'yı, Avrupalıları ve hemen herkesi, siyasal konumumuza göre, öfkemizin hedefine oturtabiliriz.
Bu arada temel soruyu gözden kaçırdığımız söylemek de mümkündür.
Şöyle bir soru olabilir bu:
- Acaba bulunduğumuz coğrafyada çözümsüzlük bir çözüm müdür?
Bölgemizdeki nadir demokratik rejimlerden birine sahip olan İsrail'e bakalım isterseniz.

Filistin mi çözümlendi
Kuruluşlarından bu yana dört büyük savaş yaptı İsrailliler ve hâlâ "Filistin Sorunu", çözümsüz bir kriz konusu değil mi?
Veya Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki "Karabağ Sorunu"nun belirli bir sürede çözüme kavuşabileceğini düşünüyor musunuz?
Irak'ın Sünnileri ile Şiileri veya Suriye'nin azınlıktaki Esad'cı Nusayri-Alevileri ile çoğunluğu oluşturan Sünnileri, sanki kalıcı bir barış ortamında birlikteliklerini kurumsallaştırabildiler mi?
Veya bizler Kıbrıs'a kalıcı çözüm mü üretebildik?
Bejan Matur'un "Dağın Ardına Bakmak" kitabındaki bir eski PKK'lı "Ne biz Türk ordusunu yok edebiliriz, ne de ordu bizim Kürt kimliğimizi yok edebilir" içerikli sözler söylüyordu.

Kim kimi yok edebilir?
Bu mantığa göre Kürt realitesinin karşı karşıya gelen silahlı tarafları birbirlerini yok edemeden, sonsuza kadar çözümsüzlüğü çözüm olarak mı görecekler?
Batı aydınlanmasının en parlak beyinlerinden biri olan Voltaire "Kişinin gerçek düşüncesini anlamak istiyorsanız, onun cevaplarını değil sorularını irdeleyin" der.
Bizim de öfkelerimize hedef olanların durumlarını anlamaya çalışmak yerine, farklı öfkeleri seslendirenlerin derin düşüncelerini -veya önyargılarını- anlamaya çalışmamız, çözümsüzlüğün kaynaklarına inebilmemize herhalde daha fazla yardım edecektir.
Örneğin "Anayasa'nın bazı maddeleri değiştirilemez" diyenlerin siyaset hayatına egemen olduğu bir ortamda, Kürt sorununa kalıcı ve köklü bir çözüm üretmek mümkün müdür?

Derin düşüncelerimiz
Veya "Lozan bizim için temel metindir" diyenler, Lozan'ın yapılışı sırasındaki azınlıkların o günkü ve bugünkü sayıları arasında bir karşılaştırma yapmayı hiç düşünmüşler midir?
Şu soruyla da yaklaşabiliriz olaya...
- Yugoslavya'nın bir iç savaşla parçalanmasının ve Sovyetler'in bir savaş olmadan çöküp parçalanmasının nedenleri, Türkiye'nin siyaset ve düşünce hayatındaki düşünce odaklarının ilgisini çekti mi?
Veya şöyle de sorabiliriz?
- Türk siyasetinde Kürt sorununa yaklaşım açısından ergenlik çağı yaşanır ve demokratik çözümün yolları araştırılırken, Kürt siyasetçilerinin hâlâ çocukluk çağından çıkamamalarının ve şiddeti seçmelerinin sorumluları arasında, resmi ideolojinin öğretisi de yok mudur? Devletin Kürt realitesine dünkü yaklaşımını, şimdi onlar yeni siyaset olarak benimsemiş durumda değiller m?
Özetle olayı anlamak, çözüm bulmak kadar zordur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder