28 Temmuz 2011 Perşembe

Tarihle kavga etmek yerine bugünü değiştirelim...

Hükmünü icra etmiş ve geride kalmış olan tarihi değiştirmek mümkün değildir.
Bunu ancak üniversitelerin tarih kürsülerinde teorik çalışmalar biçiminde yapabilirsiniz.
Bunu yapanlar da var zaten.
Mesela 1789'da Fransız İhtilali olmasaydı, daha sonra Napolyon Savaşları ile yıkılan ve Viyana Kongresi ile yeniden oluşturulmak istenen Avrupa statükosu, ne şekil alırdı?
Veya 2'nci Dünya Savaşı'nda Japonlar Amerika'nın Pearl Harbour'una saldırdıkları zaman, Hitler Almanya'sı Japonya'ya savaş ilan etseydi, Amerika Avrupa'daki savaşa katılmaz mıydı?
İngiltere Hitler karşısında yalnız mı kalırdı?


Tarihi değiştiremeyiz
Bizim kendi tarihimizin olup bitmiş gerçeklerini de değiştirmemiz mümkün değil.
Örneğin Demokrat Parti iktidarı 27 Mayıs 1960 darbesi öncesinde bir erken seçim kararı alabilseydi...
Örneğin Demirel ve Ecevit 1980 12 Eylül darbesinden önce uzlaşıp AP-CHP "Büyük Koalisyonu"nu kurabilselerdi...
Ama bunlar olmadı.
Neticede tarih ve coğrafya, devletleri de toplumları da, varılan noktalarla birlikte yaşamaya mahkûm eder.
Yapılabilecek şey tarihten ders almak ve dünden bugüne aktarılan olguları kadermiş gibi kabullenmek yerine, bugünü değişimin gereklerine uygun biçimde yeniden şekillendirmektir.
Sivilleşmek ve uzlaşma kültürünü benimsemek, askeri darbeleri tarihte bırakır.

Her şey değişiyor "
Kürt Realitesi"ni görmezden gelmemiz ve bu gerçeği "İdeolojik Devlet" anlayışına dayalı olarak bastırmamız da, tarihin olmuş bitmiş bir sürecini ifade ediyor.
Ama şimdi hem yerel hem de global koşullar değişti.
1957 yılına dönelim... Nâzım Hikmet yurt dışına kaçmış bir "Hain"dir.
Bulgaristan'ın Balçık'ından şöyle seslenir İstanbul'a:
"Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında."
Şimdi ne Nâzım Hikmet yaşıyor, ne de yaşamını adadığı Sovyet ideolojisi kaldı dünyada.
Ve Nâzım Hikmet devlet katında da artık "Milli şair"imiz.

Eski siyaset bitti
1944'te Sultanahmet Camisi'nin minareleri arasına "Saracoğlu Faşist"tir diye pankart-mahya geren Eski Tüfekler'in torunları, Şimdi "Saraçoğlu Stadı"nda ideolojik geçmişi hiç hatırlamadan takımlarını alkışlamıyorlar mı?
"Kürt Realitesi"ni görmezden gelmemizin yan sonuçlarından olan PKK terörünü, eski günlerdeki siyasetimizle acaba yok edebilir miyiz?
Bilelim ki "Milliyetçilik" bir orta sınıf ideolojisidir.
Nasıl Türk Milliyetçiliği "Ulus Devlet"in ideolojik zorlamasından çıkıp, Türk orta sınıfının sahipliğine geçtiyse, Kürt Milliyetçiliği de Kürt orta sınıfının sahipliğinde artık.

Çözüm demokraside
İki milliyetçiliği şiddete ve nefrete dayalı gerginliklerin çizgisinde karşı karşıya getirip tarihin geri dönülmez günlerine taşımak yerine, birlikte var olmanın en pratik aracı olan "Demokrasi"yi eskisinden daha etkin biçimde devreye sokmanın yöntemlerini bulmamız gerekiyor.
"Terörle mücadele" bu sorunun sadece bir yan ürününe dönük çözüm arayışını içeriyor.
PKK'nın ortaya çıktığı 1984'ten bile çok farklı yeni Türkiye'nin ve dünyanın koşulları... Hatta Öcalan'ın Türkiye'ye verildiği 1999'dan bile çok farklı koşullar.
Yani geçmişe saplanmak yerine bugünün koşullarına uygun çözümler üretmeliyiz.
"Siyaset" denilen meslek zaten bunun için vardır.

Hükmünü
icra etmiş ve geride kalmış olan tarihi değiştirmek mümkün değildir.
Bunu ancak üniversitelerin tarih kürsülerinde teorik çalışmalar biçiminde yapabilirsiniz.
Bunu yapanlar da var zaten.
Mesela 1789'da Fransız İhtilali olmasaydı, daha sonra Napolyon Savaşları ile yıkılan ve Viyana Kongresi ile yeniden oluşturulmak istenen Avrupa statükosu, ne şekil alırdı?
Veya 2'nci Dünya Savaşı'nda Japonlar Amerika'nın Pearl Harbour'una saldırdıkları zaman, Hitler Almanya'sı Japonya'ya savaş ilan etseydi, Amerika Avrupa'daki savaşa katılmaz mıydı?
İngiltere Hitler karşısında yalnız mı kalırdı?
Tarihi değiştiremeyiz
Bizim kendi tarihimizin olup bitmiş gerçeklerini de değiştirmemiz mümkün değil.
Örneğin Demokrat Parti iktidarı 27 Mayıs 1960 darbesi öncesinde bir erken seçim kararı alabilseydi...
Örneğin Demirel ve Ecevit 1980 12 Eylül darbesinden önce uzlaşıp AP-CHP "Büyük Koalisyonu"nu kurabilselerdi...
Ama bunlar olmadı.
Neticede tarih ve coğrafya, devletleri de toplumları da, varılan noktalarla birlikte yaşamaya mahkûm eder.
Yapılabilecek şey tarihten ders almak ve dünden bugüne aktarılan olguları kadermiş gibi kabullenmek yerine, bugünü değişimin gereklerine uygun biçimde yeniden şekillendirmektir.
Sivilleşmek ve uzlaşma kültürünü benimsemek, askeri darbeleri tarihte bırakır.
Her şey değişiyor "
Kürt Realitesi"ni görmezden gelmemiz ve bu gerçeği "İdeolojik Devlet" anlayışına dayalı olarak bastırmamız da, tarihin olmuş bitmiş bir sürecini ifade ediyor.
Ama şimdi hem yerel hem de global koşullar değişti.
1957 yılına dönelim... Nâzım Hikmet yurt dışına kaçmış bir "Hain"dir.
Bulgaristan'ın Balçık'ından şöyle seslenir İstanbul'a: "Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında." Şimdi ne Nâzım Hikmet yaşıyor, ne de yaşamını adadığı Sovyet ideolojisi kaldı dünyada.
Ve Nâzım Hikmet devlet katında da artık "Milli şair"imiz.
Eski siyaset bitti
1944'te Sultanahmet Camisi'nin minareleri arasına "Saracoğlu Faşist"tir diye pankart-mahya geren Eski Tüfekler'in torunları, Şimdi "Saraçoğlu Stadı"nda ideolojik geçmişi hiç hatırlamadan takımlarını alkışlamıyorlar mı? "Kürt Realitesi"ni görmezden gelmemizin yan sonuçlarından olan PKK terörünü, eski günlerdeki siyasetimizle acaba yok edebilir miyiz?
Bilelim ki "Milliyetçilik" bir orta sınıf ideolojisidir.
Nasıl Türk Milliyetçiliği "Ulus Devlet"in ideolojik zorlamasından çıkıp, Türk orta sınıfının sahipliğine geçtiyse, Kürt Milliyetçiliği de Kürt orta sınıfının sahipliğinde artık. Çözüm
demokraside İki
milliyetçiliği şiddete ve nefrete dayalı gerginliklerin çizgisinde karşı karşıya getirip tarihin geri dönülmez günlerine taşımak yerine, birlikte var olmanın en pratik aracı olan "Demokrasi"yi eskisinden daha etkin biçimde devreye sokmanın yöntemlerini bulmamız gerekiyor. "Terörle mücadele" bu sorunun sadece bir yan ürününe dönük çözüm arayışını içeriyor.
PKK'nın ortaya çıktığı 1984'ten bile çok farklı yeni Türkiye'nin ve dünyanın koşulları... Hatta Öcalan'ın Türkiye'ye verildiği 1999'dan bile çok farklı koşullar.
Yani geçmişe saplanmak yerine bugünün koşullarına uygun çözümler üretmeliyiz. "Siyaset" denilen meslek zaten bunun için vardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder