30 Temmuz 2011 Cumartesi

'Yeni Türkiye' hepimize hayırlı olsun!

İşin serencamı değil neticesi önemli. İnsanlar fani, makamlar geçici. Herkesin bir yeri ve görevi var. Kimse vazgeçilmez değil. Genelkurmay Başkanı ve üç kuvvet komutanının istifaları Türkiye'ye ne getirecek? Türkiye'nin istikrar içinde yoluna devam etmesine, Kürt sorununun çözümüne ne katkıda bulunacak?

Birinci Cihan Harbi'nde ve Kurtuluş Savaşı'nda yarbaylar ve albaylar koca orduları yönettiler ve zaferler kazandılar. Bunlardan biri de Mustafa Kemal'di. Türkiye, savaşta değil. Ordumuz her yıl kadrosuzluk nedeniyle çok iyi yetişmiş komutanları emekliye ayırıyor. Üstelik mevcut kadrolar da son sınırına kadar kullanılıyor.



Görev süresi bir ay sonra biten üç kuvvet komutanının istifasının pratik bir anlamı yok. Genelkurmay Başkanı ise mesajı hükümete değil, komuta ettiği orduya veriyor. Ordumuz, 27 Mayıs darbesinden bu yana sürdürdüğü siyaset savaşını kaybetti. Işık Koşaner Paşa istifa ederek, bu savaşı yürüten ordunun komutanı sıfatıyla taşıdığı siyaset kılıcını onurlu biçimde teslim ediyor. Kime, demokratik siyasî iktidara. Tarihe, 42 generali tutuklu, yenileri de tutuklanacak bir komutan olarak görev süresini tamamlayan biri olarak geçmek istemiyor. Hukuk adına tartışmalı; ancak askerlik mesleğinin şerefi için saygı duyulması gereken bir davranış.

O zaman bize 'Yeni Türkiye'yi karşılamak düşüyor.

Asker, siyaset savaşında teslim bayrağını çektiği anda birçok şey geride kalıyor. En başta Kürt sorununun bileşenleri değişiyor.

Kürt siyasî hareketinin en geniş ortak paydası 'devlete düşmanlık' idi. Dillerini yasaklayan, işkence eden, cinayet işleyen bir devlet, sert ve öfke yüklü bir Kürt isyanının neredeyse yegâne gerekçesiydi. Devlet ise askerdi. Artık değil. Kürt siyasî jargonunda somut bir düşman olarak devlet, bugün AK Parti olarak öne çıkıyor. Halkın % 50'sinin oyunu almış, üstelik Güneydoğu'da da % 40'a varan bir temsil yeteneğine sahip bir siyasî iktidar 'asker devlet'in yerine geçiyor. Kürt siyasî hareketi, kendisine anlam kazandıran en değerli varlığını, düşmanını kaybediyor.

Bu kayıp, Kürt siyasî hareketi için yeri doldurulamaz o kadar büyük bir kayıp ki, onu bir anda bileşenlerine ayırıp buharlaştırıyor. PKK-BDP'nin hak taleplerinden vazgeçip ulusalcı bir statü talebi ile kendisine anlam araması bu yüzden. Demokratik hakları asker-devletten talep edersiniz. Kendisi de bu haklarla var olan demokratik bir hükümetten değil. PKK'nın karşısındaki güç artık elinde silah tutanlar değil; Kürtler de dahil halkın tamamına dayanan meşru bir güç. Hangi silah ve hangi terör eylemi bu gücün karşısında etkili olabilir?

TESEV Başkanı Can Paker'in söylediği gibi Kürt Hareketi son demlerini yaşıyor. Ordusunun yüksek komuta kademesine iradesini kabul ettirmiş demokratik bir devlet iktidarına karşı silahın hükmü nereye kadar sürebilir? Hatırlamamız gerekir. PKK ilk kurulduğunda sadece Kürt örgütlerini hedef almış ve onları yok etmişti. Bugün Kemal Burkay'ı davet ederken, seçimde blok oluştururken onlarla işbirliği yapmaya çalışıyor. Kürt siyasetindeki doğal çoğullaşmayı kontrol etmek ve kurduğu şiddet tekelini sürdürmek istiyor. Kime karşı? Bu sefer askere değil, bir siyasî partinin güçlü iktidarına karşı. Kürt hareketinde otomatik olarak sivil siyasetin önü açılıyor.

Genelkurmay Başkanı'nın ve üç kuvvet komutanının istifası, askerin siyasî alandan tanklarını çekip kışlasına dönmesi anlamına geliyor. Doğal olarak askerin yönettiği terörle mücadele dönemi de sona erdi. Hükümetin gündeme getirdiği iç güvenlik reformu yeni duruma uyum sağlamak için; yoksa Kürt sorununu silahla çözmek için değil.

Önümüzde artık yepyeni bir Türkiye var. Keşke bu durumu fark ettiklerini, hükümetin arkasında durarak muhalefet partileri de gösterebilseler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder