5 Ağustos 2011 Cuma

Kürt sorunu: Bardağın dolu ve boş tarafı!

Bir Kürt aydını ve hassasiyeti... Onu neler incitebiliyor? Kendini hâlâ nasıl aşağılanmış hissediyor?.. Yeni İçişleri Bakanı Şahin’in sözlerini neden ayrımcı buluyor, niye rahatsız oluyor?..

Sevgili arkadaşım Ümit Fırat’tan mektup var. Bir aydının Kürt olarak günümüzde duyarlı olduğu konuları anlatan mektubunu köşeme alıyorum.

Sevgili Hasan,
Geçen ay uzun yıllardır gidemediğim memleketim Kiğı’ya gittim.
Kiğı, Bingöl’e bağlı büyük bir ilçe iken, benim hâlâ tümünü de Kiğı olarak hissettiğim ve uydurulmuş isimlerle kendisinden koparılmış üç yeni ilçe ile birlikte dörde bölünmüş.
Bölgedeki birçok il ve ilçeye defalarca gitmiş, Kürt meselesi hakkında çeşitli sıkıntılara tanık olmuş, yaşamış ve dile getirip talep etmiş bir insanım.

Yer adları meselesi...

Israrla ifade ettiğim şu yer adları meselesi bu kez beni sadece öfkelendirmedi, aşağılandığımı hissettirdi. Hatta üzerinde doğup büyüdüğüm, sahibi olduğum ve sevdiğim toprakların, birtakım zorbalarca elimden alınıp keyfi olarak adlandırılarak benden koparıldığı hissine kapıldım.
İçinde benim de yer aldığım kimi girişimlerde Kürtlerin ne istediğine dair talepler söz konusu edildiğinde, yer adlarının iadesi için hep hassasiyet gösterdim.
Atalarımdan kalan tarihi mirasımı, inkârdan da öte, bütün topluma karşı hakaret anlamındaki bu onur kırıcı uygulama, bana çok ağır geldi.

Muğlalı Paşa, Alpdoğan Paşa...
Bir de, tıpkı 32 kişinin katlinden hükümlü General Muğlalı adının Özalp’teki bir kışlaya verilmiş olması gibi, Sayın Cumhurbaşkanı ve Sayın Başbakan’ın Dersim Katliamı olarak ifade ettikleri hadisenin ilk faili olarak bilinen General Abdullah Alpdoğan adının da, yoğun bir Dersimli nüfusun yaşadığı Elaziz’de bir askeri kışlaya verildiğine, yine kocaman bir mahalleye de Abdullah Paşa Mahallesi ismi verildiğine tanık oldum.
Kürtler için artık ret, inkâr ve asimilasyon bitmiştir iddiaları hakkında sana kısaca bir şeyler yazmak isterken bir öfkemi de aktarmak istedim.

Erdoğan, ret, inkâr, asimilasyon...
Başbakan Erdoğan bu yakınlardaki bir açıklamasında, “Biz iktidara geldiğimizden bu yana ret, inkâr politikalarını yok ettik, asimilasyon politikalarını da yok ediyoruz” dedi.
Önce bardağın dolu tarafına değinmek istiyorum.
Kürtlerin çocuklarına Kürtçe isimler verebilmesini yasaklayan uygulama sona erdi. İnkâr ve asimilasyonun bitmesi açısından çok önemli bir dönüm noktası olan TRT-ŞEŞ yayına başladı.
Bazı sıkıntılara rağmen günlük hayatta Kürtçe daha rahat kullanıldığı gibi, siyasi partilerin faaliyetlerindeki konuşma engelleri de kalktı. Bazı üniversitelerde Kürtçe bölümler açıldı.
Kürtçe öğrenimi için kurslar düzenleyen dershaneler açılabiliyor.
Henüz yargı kurumlarının tümü için geçerli olmasa da, Kürtlerin kendi gelecekleriyle ilgili düşüncelerini tartışabilmesi, ifade ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin yasaklar önemli ölçüde kaldırıldı.
Yıllarca süren olağanüstü hal kalktı ve adım başı yol kesip sizi sorgulayan, cevap verdiğinizde, “Ben senin ne haltlar çevirmek için buralarda olduğunu biliyorum!” anlamına gelen şüpheci ve tehditkâr bakışlı askerler artık yok.
Bölgede yol, sağlık vb devlet hizmetlerinin iyileşmesinin yanı sıra eskileriyle mukayese bile edilmeyecek idareciler atanmaya başladı.
Bütün bunlar umut verici ve iyi gelişmeler.

Bardağın boş tarafı...
Ancak, bir de bardağın boş tarafı var.
Çocuklarımıza her sabah okutturulan, “Türküm, doğruyum, çalışkanım” sözleriyle başlayıp “...varlığım Türk varlığına armağan olsun” diye biten ayin hâlâ yürürlükte. Ve bu yıl bir de yüksek bir mahkeme kararıyla teminat altına alındı.
İsmail Beşikçi, Irak’taki bir dağın ilk harfini K olarak değil de Kürt alfabesindeki Q olarak yazdığı için terör suçu işlemekten 15 ay hapis cezası aldı.
Başta Kürtler olmak üzere toplumun siyasi tercihlerinin önünü kesen yüzde 10 seçim barajı ve Siyasal Partiler Kanunu hâlâ yürürlükte.
Anadilde eğitim hakkı talebi, yeni bir terör tehdidi gibi görülüp algılanmakta.
KCK davaları, mahkemelerde Kürtçe savunma engeli gibi sorunlar giderek işi içinden çıkılmaz noktalara çekmekte ve Kürt meselesini derinleştirmektedir.

Ve İçişleri Bakanı Şahin’in...
Sana mektubumu, İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in geçenlerde yaptığı bir açıklamasından söz ederek bitirmek istiyorum.
Türk ırkçılığının en önemli iki şahsiyeti, 1960’larda Kürtlerden endişeye kapılıp dergilerinde birer yazı yazmışlardı.
Nihal Atsız Ötüken’de:
“Türk Milletinin başını belaya sokmadan kendileri de yok olup gitsinler, nereye mi? Gözleri nereyi görür, gönülleri nereyi çekerse oraya gitsinler. İran’a, Hindistan’a, Pakistan’a, Barzani’ye gitsinler. Türk ırkının aşırı sabırlı olduğunu, fakat ayranı kabardığı zaman aslan gibi önünde durulmadığını ırktaşları Ermenilere sorarak öğrensinler de akılları başlarına gelsin...” (Ötüken, Nisan 1967)
İsmet Tümtürk Milli Yol’da:
“Jandarmalar, ordu birlikleri boşuna taban tepip dururlar ve hiçbir şey değişmez. O topraklar harita üzerinde bizimdir. Hakikatte değildir. Oralarda yalnız devlet nizamları değil, Türklük de iğretidir. O çorak, sarp, dağlık yerler yalnız devletin parasını yer, o kadar. Bu durumun bir çaresi vardır. Keskin kılıç gibi müessir bir çare: Oraya Kazak, Kırgız göçmenlerin silahları ile olduğu gibi yerleştirmek...” (Milli Yol, Nisan 1967)
O tarihlerde 19 yüksek tahsil öğrenci derneği bu yazıları kınayan bir bildiri yayınlamıştık.
İçişleri Bakanı Şahin’in aşağıdaki sözleri de, biraz 1930’lu yıllar, biraz Onuncu Yıl Marşı, biraz da Atsız-Tümtürk kokuyor: “Bu topraklar sıradan topraklar değil. Biz Türk milleti, bu toprakları emlak borsasından satın almadık, kan dökerek bu sınırları çizdik. Bu coğrafya sıradan bir coğrafya değil. Bu toprak, vatandır ve ilelebet Türk vatanı olarak, Türk milletinin öz yurdu olarak kalacaktır.”
İçişleri Bakanı’nın bu sözlerini de yukarıdaki alıntılar gibi ayrımcı ve incitici bulduğumu belirtmek istiyorum.
Bu iyimser ve kötümser tespitlere eklenecek çok şey olabilir. İnsan bardağın dolu kısmından ziyade boş kısmını görmeye zorlanıyor.
Ama geçmişte olumsuzluklar hep vardı ve iyi şeyler hiç yoktu. Şimdi geriye baktığımda çok şeyin değişmiş olduğunu görüyor ve hâlâ iyimserliğimi koruyorum.
Sevgiler, Ümit Fırat.

TATİL DUYURUSU
Yaz tatiline çıkıyorum, biraz dinlenmek, biraz kitap yazmak için... Ay sonuna doğru tekrar bu köşede buluşmak üzere herkese, tüm okurlarıma güzel bir yaz tatili diliyorum. HC.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder