10 Ağustos 2011 Çarşamba

Radikal için kaçınılmaz son

10 Ağustos 2011 Çarşamba
Elbette üzücü ama kaçınılmaz bir son değil mi: Radikal'in ciddi ciddi kapatılma ihtimali konuşuluyor bugünlerde. Geçen hafta 'haber beklemez' diye bu dedikoduyu twitter'da paylaştım, ardından başka gelişmeler oldu. Yüzde 25 küçülme, hatta Radikal'in iPad gazetesi olarak hayatına devam edebilme olasılığı vs...
Rupert Murdoch'ın milyonlarca dolar yatırım yapmasına rağmen bir türlü kendinden bahsettiremeyen 'The Daily' gazetesinin hali ortadayken Radikal'in de iPad'de pek uzun ömürlü olmayacağını söyleyebiliriz. Birileri bu sevdadan vazgeçsin.

Yine de üzücü... Zaman için de ne kadar yıpransa da sırf marka değeri bile yayın hayatını sürdürmesi için yeterli olması gereken bir gazetenin ölüm fermanı yazılmak üzere.
Dahası patronlara 'Gazete kapatma yolunu' açmamalıyız; gazeteler iniş-çıkış gösterebilir, bazen satar, bazen satmaz ama bu bir maraton...
Öte yandan, Radikal için de bir anlamda kaçınılmaz son değil miydi bu?
Benzincilerde ve kitapçılarda poşetlere birer ikişer doldurularak bedava verilen bu gazetenin daha 'yeni hali' çıkmadan bir varlık gösteremeyeceğini anlamak için kahin olmak gerekmiyordu.
Bir kere böylesi bir medya ortamında 'radikal' bir gazete yapılamaz; kim yapabilir ki bunu Radikal'den bekliyoruz.
Ama siyasi ortamı bahane edip gazeteyi tek sesli haber ve yorumculuğa teslim etmek de okurla dalga geçmekten başka bir şey değil. Nitekim Radikal'de de bu oldu: Bu gazetenin bütün siyasi yorumcuları her gün birbirlerinden kopya çekmiş gibi aynı pozisyonu alıp duruyorlar. Tek bir farklı ses, bir itiraz yok bu yapıda. Zaten yenileme hamlesi olarak 'merkezde' duran yazarlarından arınması da bunun işaretiydi. Bu isimler gözü kapalı hükümet yandaş ve yandaş adaylarıyla doldurmuş bir gazete. Okur tepki gösterdi; satın almıyor, okumuyor.
Türk medyası belki bu sefer ders çıkarır: Siyasi habercilik yapılmıyorsa, bunun alternatifi tek seslilik değildir. Başka alanlar bulmak, kendinden buralarda söz ettirmek de bir seçenektir.
Ama bunun için yaratıcılık, parıltı, biraz da yaramazlık gerekir; maalesef 'topal ördek' Radikal'in en büyük eksiği bu.
twitter.com/orayegin
facebook.com/oryegn

Arda Turan gitmeli mi kalmalı mı
Arda Turan gitti mi gitmedi mi? Dün akşam saatlerine kadar bu sorunun yanıtını öğrenmeye çalıştım. Pek başarılı olduğum söylenemez ama.
Bir yandan Ünal Aysal çok net konuşuyor Lig TV'ye ve 'Bu akşam bu iş bitecek' diyor, Arda'nın gitme kararı aldığından, artık onu tutmanın imkansızlığından bahsediyor.
Ardından Atletico Madrid'e transfer olduğu haberleri çıkıyor.
Ortada net bir bilgi yok ama taraftarlar kendi aralarında tartışmaya başlamışlar bile... Emre mi olacak, Hakan Şükür mü diye bahisler açılıyor.
Tam bunlar olurken bu sefer de İnternet'te Atletico Madrid'in başkanının açıklaması gözüme çarpıyor: 'Şu anda Arda Turan'la ilgilenmiyoruz' diyor.
Hakikaten işin içinden çıkamadım. Gitti mi gitmedi mi... Bir yandan haberler duyuruluyor, bir yandan yalanlanıyor.
Son çare Arda Turan'a sordum. 'Gittin mi gitmedin mi' diye...
Akşam saatlerinde henüz kendisi de bir şey bilmiyordu, 'Bu gece her şey belli olacak' dedi. Nitekim akşamın ilerleyen saatlerinde Arda'nın transferi kesinleşti.
***
Peki gitmeli mi gitmemeli mi?
Doğrusu son yıllarda formasına, takımına Arda Turan kadar yoğun aidiyet besleyen bir futbolcu daha görmedim. Daha saha kenarında top topladığı günlerden beri birinci önceliği her zaman Galatasaray oldu. Adını duyurduğu ilk günden beri de hep Galatasaray'da kalmayı, ama Galatasaray'ı da değiştirmeyi arzu etti.
Gençken isyan ettiği, tanık olduğu haksızlıklara karşı savaşmayı denedi mesela... Kendisine 'hizaya gel' diyen otoriteye karşı çıktı, sürüden ayrılmayı tercih etti.
Sonunda bedel ödedi. Türkiye her başarılı insana bedel ödetme alışkanlığından Arda Turan için de vazgeçmedi; nasıl vazgeçsin, bir koca sistem böyle besleniyor, başarıları cezalandırarak.
Her yenilgi, her ufak aksama Arda Turan'a mal edildi. Umursamaz gibi göründüğüne bakmayın, insan etkileniyor.
Ben ilk günden beri onun gitmesini arzu edenlerdenim. Herhangi bir yüce amaç, para, başarı falan için değil.
Kendisi için, huzur için, kafasını dinlemesi, kendisini bulması için.
Türkiye'yle arasında bir iletişim problemi olduğu kesin. Bu iletişim sorununu aşacak yanıtı da henüz bilmiyor. Dahası, yurtdışında yaşamak, eğer kafan habire Türkiye'de değilse, insana iyi de geliyor.
Gitsin, sonra gelir yine... Yine onu bağrımıza basarız.

Hepimiz maymunuz
- Bir bilimadamı olarak James Franco... Doğrusu hiç fena olmamış. 10 parmağında 10 ayrı marifet olan oyuncu-sanatçı-yazar Franco bu sefer 'Maymunlar Cehennemi'nde hem küçük bir şempanzeye babalık yapıyor, hem kendi babasının Alzheimer'ını tedavi etmeye çalışıyor, hem de maymunların zekalarını geliştiriyor. Bütün bunları yaparken de hiç sırıtmıyor, hiç sakil durmuyor.
- Gördüğümüz en iyi bilgisayar destekli görüntü mü acaba 'Maymunlar Cehennemi'ndeki şempanze? Aslında o maymunu bir aktör oynuyor, vücudunun her yerinde ise hareketlerini bilgisayara aktaran vericiler var. Bu yüzden maymunların davranışları aynı insan gibi...
- Maymunla insanın savaşında hepimiz maymunun yanında yer alıyoruz, değil mi? 'Maymunlar Cehennemi'nin canavar insanlarının küçük Caesar'ına insanların yaptıklarını görünce hele... Yoksa gerçekten hepimiz maymundan mı geliyoruz? Nedir bu şempanzeye duyduğumuz yoğun sempatinin kaynağı? Üstelik ele geçirip insanlığı kontrol atlına almaya niyetliler. Ah o bitmek bilmez metaforlar: Bilim mi insanlık mı? Doğayı değiştirmenin bedeli mi? Yoksa bu batmak üzere olan dünyayı maymunlar yönetse acaba daha mı iyi olur? Hem Caesar'da vefa ve vicdan var: Kendisini yetiştiren bilimadamını affediyor, ona kıymıyor, öyle güzel bakıyor ki...
- 'Maymunlar Cehennemi'nden çıkardığım şahsi mesaj: Keşke bütün şempanzeler Caesar kadar zeki olsa, keşke bütün erkekler de James Franco kadar güzel.
- Filmin vizyon tarihi biraz zamansız mı acaba? Maymunların nasıl geliştiğini, hatta gerekirse konuşabildiğini, insanlığı esir almaya başladığını, insandan daha zeki bir varlığa doğru evrildiğini anlatan film Türkiye'ye ne kadar uygun? Acaba 'evrim teorisinin' yılmaz karşıtları ne der bu filme: En iyisi Mustafa Akyol, Adnan Hoca ve
Yiğit Bulut beraber Kanyon'da salon kapatıp çıkışta fetva versinler.
- Dünyada bir maymun modası var... 'Project Nim' isimli belgesel 70'lerde bir evde yaşayan ve işaret dili öğretilen, epey de yol kat eden bir şempanze hakkında. Hemen ardından 'Maymunlar Cehennemi' geldi. Seneye Disney stüdyoları 'Chimpanzee' adıyla ailesi tarafından terk edilip bir başka şempanze tarafından büyütülen bir maymunun hikayesini anlatıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder