31 Ocak 2011 Pazartesi

Erbakan ateşledi, Erdoğan körükledi

Yazının tamamını okumaya fırsatı olamayacak okuyucularımız için kısa bir not:
Arap ülkelerinin diktatör liderlerini diken üstünde tutan halk hareketinin fitilini ateşleyen sihirli sözcük, Başbakan Erdoğan’ın 2 yıl önce tam da bugünlerde, 29 Ocak 2009 tarihinde Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanı Perez’e sarf ettiği “One Minute ifadesidir.
O gece Davos’ta yaşananlar sadece Türk-İsrail ilişkilerini değil, İsrail’le diğer tüm ülkelerin ilişkilerini de derinden etkilemiştir. Nitekim o tarihten sonra 12 ülke Filistin’i tanımıştır. Mısır’da daha olaylar başlar başlamaz bu ülkeyi ilk terk eden diplomatik temsilcilerin İsrailli yetkililer olması da anlamlıdır.
Son 2 yılda yazılarımızda müteaddit defa gündeme getirdik. Bugün Arap ülkelerinden hangisinde olursa olsun, Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül, Başbakan Sayın Erdoğan veya Dışişleri Bakanı Sayın Davutoğlu seçime girsin, o ülkelerin mevcut  liderlerinin bu isimler karşısında seçim alma şansı yoktur.
Pek gündeme getirilmedi ama, Lübnan’da hükümetin Ocak ayı başında düşmesinde de Başbakan Erdoğan’ın dolaylı da olsa etkisi oldu. 24 Kasım 2010 tarihinde Lübnan Başbakanı Saad Hariri ile birlikte Türkmen Köyü'nü ziyaret eden Başbakan Erdoğan, burada onbinlerce kişiye hitap etti. Belki de dünyada ilk defa yaşanan bir görüntüydü. Bir lider başka bir ülkede miting yapıyor gibiydi. Bu görüntü Türkiye için gurur verici olsa da, Arap liderlerinin yüreğini ağzına getireceğini o günlerde yazılarımıza konu etmiştik.
Sadece Arap ülkeleri değil, dünyada ezilen ve sömürülen tüm halklar için Başbakan Erdoğan bir fenomen haline gelmişken, aynı ülkelerin diktatör liderleri için bir kabus haline gelmeye başlamıştır.
Türkiye’nin aktif dış politikası, küresel kriz tüm sıcaklığıyla sürerken Türkiye’nin dünyada yakından izlenen ekonomik durumundaki pozitif gelişmeler ve yukarıda isimlerini sıraladığımız Türk devlet adamlarının uluslararası arenada başları dik duruşu, bu ülkelerin halklarında kendi liderlerinden olan beklentileri aşırı derecede artırmıştır.

Bu satırlardan ve değerlendirmeden klasik iç siyasi anlam çıkaracak ve yalakalık gibi algılayacak okuyuculara aldırmayın. Yüzdelik dilim olarak buna karşı çıkan kimse olmaması, kozmik planda insanoğlu için biçilen sosyal dağılım gerçekliğine aykırı olur. İşin zaten güzel tarafı, Türkiye’yi şu an yönetenlerin içeride sürekli paçalarından çekilmesine rağmen, ülkenin dış dünyadaki prestiji adına elde ettiği başarıdır.
Örneğin bir CHP liderinin gündemine bakın, bir de Türkiye’yi yönetenlere dış dünyanın gösterdiği itibara bakın. Türkiye’nin tam da yükselişe geçtiği dönemde içeriden ve dışarıdan paçasını çekerek yol almasını engelleyenlerin olmaması da kozmik plan gerçeğine aykırıdır. Burada önemli olan hangi rolü oynamak istediğinizdir.
Gelelim konunun Erbakan’la ilgisine...
Sayın Necmettin Erbakan 1996 yılında başbakan olduktan sonra ilk yurt dışı gezisini İslam ülkelerine yaptı. Önce İran’a gitti, ardından Mısır ve Libya’ya. O tarihlerde hafta içi her akşam yayınlanan Haber Kritik adıyla televizyon programı yapıyordum.
Refah Partisi gibi, İslami hassasiyetleri olan bir partinin Türkiye’de serbest seçimle ve demokratik yollarla iktidara gelmesinin, despot Arap liderleri açısından tam bir kabus olacağının altını çizdim.
Nitekim Libya Lideri Muammer Kaddafi, (şahsen ben kasıtlı olarak yaptığını düşünüyorum) Başbakan Erbakan ve beraberindeki heyete oldukça bayağı davranışlar sergiledi. Resmi programda, Kaddafi ile görüşmenin Sirt şehrinde 4 Ekim 1996 da yerel saatle 15’te yapılacağı yer almasına rağmen, programda 13 saatlik sarkma oldu. Heyet üyeleri defalarca didik didik arandı. Kaddafi sürekli tehir edilen son görüşme saatine de 1 saat gecikmeli geldi. Erbakan konuşurken bir kez bile olsun yüzüne bakmadı. Kendi konuşmasında Kürtler için bağımsız devlet istedi. Günün mönüsü sadece kraker, sandviç ve su oldu.
Sayın Erbakan bir an için empati yapsaydı, Kaddafi’nin neden böyle davrandığını anlamakta zorlanmazdı. Bir İslam ülkesinde, İslamcı olarak bilinen bir partinin serbest seçimlerle iktidara gelmesinin, diktatörlükle idare edilen ülkeler açısından nasıl kötü emsal oluşturacağını, paçalarının nasıl tutuşacağını tahmin edebilirdi. Kendi ülkelerinde serbest seçimin yapılacağını görmek, bu ülkelerin tamamının liderleri açısından bir kâbustur.
Hâlbuki Kaddafi uyanık. Gençliğinde uzun yıllar Türkiye’de kaldığı için Türkiye’nin hassasiyetlerinin farkında. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’na karşı sergilediği bu davranışın, özellikle Kürtler konusunda sarf ettiği ileri geri lâfların Erbakan Hükümeti’ni ne kadar zora sokacağını bilmemesi mümkün değil. Doğrusu başarılı da oldu. Libya seyahati Erbakan Hükümeti açısından inişe geçişin ilk adımı oldu.
İç ve dış çevreler, ülkeyi kısa sürede tırmanışa geçirme konusunda başarılı örnekler sergileyen Erbakan Hükümetini apar topar alaşağı ettiler. Fakat kısa süreli bu iktidar, daha uzun süreli iktidarların da önünü açtı ve bir bakıma refarans oldu.
Ortalığa saçılan WikiLeaks belgeleri, örneğin Filistin konusunda Arap liderlerin ne kadar sahtekar politika izlediğini ortaya koydu. Davos’taki çıkış, bu liderlerin boyasını döktü. Foyasını ortaya çıkardı. Halklarının dikkatini ise Türkiye’ye çevirdi. Bu konuya önümüzdeki günlerde devam edeceğiz.
***
Not: Arap dünyasında yaşanan gelişmelerin detaylarını, olayların nereye kadar varabileceğini ve bu ülkelerdeki Arap muhalefetinin işbaşında gelmesi durumunda ne ölçüde başarılı olabilecekleri konusunu, ülkemizde bu ülkelerin iç dinamiklerini en iyi bilen isimlerden Sayın Ali Bulaç ile konuşacağız. Konuya ilgi duyan okuyucularımızı, 2 Şubat çarşamba akşamı saat 19.00’da,Ümraniye Belediyesi Kültür ve Sanat Merkezi’ne bekliyoruz. (0216 443 56 00) Davetlimizsiniz efendim...
Prof. Dr. Osman Özsoy – Haber 7www.osmanozsoy.com.tr - http://twitter.com/ozsoyosman

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder