Dün azıcık değinmiştim de, yer darlığından ayrıntıya giremedim... Bu birdenbire depreşen “Erbakan sevgisi” de neyin nesiydi?
Hadi cenazede boy gösterip Emin Çölaşan’ı üzdüler, “Demek ki Türk ordusunu da devşirmişler” gibilerden, maksadını aşan yorumlar yaptırdılar, anladık da, Erbakan’ın ekonomi politiğine övgüler düzmek de nerden çıktı?
Döne döne özür dilemesi gerekenleri başında yer alan Yargıtay Cumhuriyet Onursal Başsavcısı Vural Savaş, “Satılmışların Ekonomisi” diye bir kitap yazmıştı, hatırlayacaksınız.
Yazmamıştı da, yazdırmıştı.
Kitaplarını kendisi yazmıyor çünkü... Başkalarına “yazdırıyor...” Başkalarından aldığı fikirlerin arasına “kaynak” yaparak bedavadan kitap telif ediyor.
Mezkur kitabında, Türkiye’nin yabancı güçlere nasıl bağımlı kılındığını, küreselleşmenin arkasındaki uluslararası tezgahı, emperyalizmin “globalizm dümeniyle” üçüncü ülkeleri nasıl sömürdüğünü, milli devletin nasıl tasfiye edildiğini ve kurtuluş reçetelerini, bu meseleler hakkında kalem oynatmış “gerçek aydınlar” ve “vatansever yazarlar”dan alıntı yaparak bizlere aktarıyordu.
İyi de ediyordu...
Türkiye, gerçekten de milli devletin ve milli ekonominin tasfiye edildiği bir “bağımlılık sürecine” sokulmuştu.
Ekonomi bitmişti...
Dış ve iç borç yükü, gelir dağılımı adaletsizliği, üretimsizlik, uluslararası finans çevrelerinin baskısı ülkeyi iflas noktasına getirmişti.
En önemlisi, “millî güçler” yönetimdeki ağırlığını yitirmişti.
Mesela, IMF diye bir bela vardı başımızda. Ne üreteceğimize, hangi üretim kalemleriyle piyasada arzı endam edeceğimize bu kurum karar veriyordu. “Pancar ve tütün ekimini sınırlayan” yasaları, yine bu kurum istediği için çıkarmıştık.
İyi de, kim ya da hangi unsurlardı, tasfiye sürecini hızlandırarak Türkiye’yi bu felaketle karşı karşıya bırakan? Savaş bu sorunun cevabını veremiyordu?
Veremiyordu, çünkü bu nahoş tablonun oluşmasında “emeği geçen” aktörlerden biri de bizatihi kendisiydi.
Bugün Erbakan’ın arkasından ağlıyor, “en milli hükümeti kurdu” diye timsah gözyaşları döküyor ama, bu “en milli hükümeti” önce iktidardan, sonra muhalefetten düşürenlerin başında, elinde “laiklik sopasıyla” dolaşan Vural Savaş geliyordu.
Başsavcının bu geç nedametini alın, “Ebakan’ın politikalarını desteklemezdim ama onun vicdanı ile mutabıkım” diyen Ertuğrul Özkök’ün, “badem gözlü” çağrışımı yapan yazısının yanına koyun...
Diyor ki kankam, “Bugün yapılan vicdansızlıkları gördükçe, intikam tamtamlarının kulakları sağır eden gürültüsünü her gün dinledikçe Erbakan gözümde daha da büyüyor. Vicdan denilen insanlık karakterini ayaklar altına almamayı Erbakan’dan öğrendim...”
Erbakan’dan neyi ne kadar öğrendiğini bilmem ama, “vicdan” denince, Özkök’ün oturup bir dakika düşünmesi gerekiyor.
Bugün şekvacı göründüğü haksızlıklar, Erbakan’a yaptıklarının yanında devede kulak bile değildi. Eski defterleri açtırmasınlar şimdi...
Erbakan’ı çok seviyorlar... Etmediklerini bırakmamışlardı ama yine de çok seviyorlar.
Niye?
Erbakan, bırakıp gitmişti... Bırakmak zorunda kalmıştı.
Recep Tayyip Erdoğan gitmiyor.
Ne Balyoz’lar, ne Sarıkız’lar, ne Kafes’ler, ne Yakamoz’lar gördü... Yine de gitmiyor.
Birdenbire depreşen Erbakan sevgisinin nedeni bu olabilir mi?
Efendim kanka?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder