13 Mart 2011 Pazar

Almanya’da bir gazete katledildi... Haberiniz var mı?

 
Bilirsiniz; “Ateş düştüğü yeri yakar” demiş atalarımız... Biz de, bu hafta; Avrupa Parlamentosu tarafından yayınlanan “Türkiye Raporu”nun bizi “yakan” bölümüne değinmek istiyoruz.
Ancak, buna geçmeden önce, söz konusu “rapor”da ne denildi ve buna nasıl “tepki”ler verildi, ona bakalım.
8 Mart 2011 günü toplanan Avrupa Parlamentosu; son yılların en sert Türkiye raporunu Genel Kurul'da ele alıyordu... Raportör Oomen-Rujiten, Türkiye'de medya özgürlüğünün tehdit altında olduğunu iddia etti.
Rapor ve karar taslak metninde Türkiye’de ifade ve basın özgürlüğü alanındaki sorunların büyüdüğüne işaret ediliyordu.
9 Mart’ta yayınlanan Avrupa Parlamentosu belgesinde ise; Türkiye’de giderek kötüye giden basın özgürlüğü, bazı sansür girişimleri ve artan otosansürden endişe duyulduğu ifade edildi... Türk hükümetine basın özgürlüğünün ilkelerine sahip çıkması çağrısına yer verilen raporda, “Özgür basının demokratik bir toplum için çok önemli olduğu” mesajı veriliyor. Belgede, insan hakları ihlâllerini ortaya çıkaran gazetecilere yönelik cezai soruşturmalardan duyulan kaygının altı çizildi!..
SİPARİŞ ÜZERİNE HAZIRLANMIŞ
Avrupa Parlamentosu tarafından yayınlanan rapora, 10 Mart günü “en sert tepki” Başbakan Erdoğan’dan geldi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye’yi topa tuttuğu rapora ilişkin değerlendirmesinde; raporun Türkiye’yi tanımaktan uzak, tamamen sipariş üzerine hazırlanmış bir rapor olduğunu söylüyordu. Raporun ve hazırlayanların dengede olmadığını söyleyen Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürüyordu: "Türkiye’den bu kadar uzak, Türkiye’yi bu kadar tanımayan, Türkiye’yi bu kadar bilmeyen kimler hazırlamışsa bu raporu tamamen sipariş üzere hazırlanmış bir rapor olarak görüyorum. Bu raporda bir defa denge diye bir şey söz konusu değil. Kusura bakmasınlar; hazırlayanların da dengeli olduğuna inanmıyorum. Türkiye’deki basın özgürlüğünü o ifadeler ortaya koyamaz. O ifadeler Türkiye’deki basın özgürlüğünü anlatmıyor. Türkiye’de basın mensubu olup da içeride olanlar 27 kişidir ve hiçbir tanesi yazdığından dolayı, hazırladıkları haberlerden dolayı içeri girmemiştir. Tamamının da içeri giriş sebepleri bu ülkede, nedenlerini söylüyorum terör örgütleri ile ilişkiler, hükümet yıkmaya yönelik attıkları adımlar. Yazdıkları ile hiç alakası yok. Bu tür organize suçlara yönelik adımlar. Ülkemizin gerçeklerini yansıtmaktan uzak bir Avrupa Parlamentosu raporu. Bu rapora başka bir ifade bulamıyorum ama çok çok üzgünüm. Adil ve objektif bir rapor olduğunu söylemek mümkün değil. Bunu da ayrıca ifade etmiş olayım."
Evet, özellikle “kartel gazeteleri”nin geçen haftaki manşet ve sürmanşetlerine yerleşen, televizyonların bir numaralı konusu olan olay buydu.
Hemen herkes; bu “rapor”dan hareketle Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın serbest bırakılmasını, diğer “tutuklu gazeteciler”in de bir an önce tahliye edilmesini istiyordu.
BİR EYLEM VE SORULAR!

Tabiî, bu talepler “söylem”le kalmadı, “eylem”ler de yapıldı... Meselâ, dün; Gazetecilere Özgürlük Platformu mensubu bir grup; Beyoğlu’nda İstiklâl Caddesi’nde toplanıp, yürüyüş yaptılar.
GÖP üyeleri; ''Gazetecilere özgürlük, hemen şimdi'' yazılı pankartlar taşıyarak, ''Özgür basın, özgür toplum'', ''Çeteler dışarda gazeteciler içerde'', ''Dokunan yansa da dokunacağız'' sloganları atarak, Taksim Meydanı'na doğru yürüyüşe geçti.
Üzerlerinde gazete manşetleri, ellerinde zincirler, ağızlarında siyah bantlar bulunan grup üyelerine, yürüyüş güzergahı üzerinde bulunan CHP Beyoğlu İlçe Teşkilatı'ndan da konfetiler atıldı.
Grubun Taksim Meydanı'na ulaşmasının ardından, 92 meslek örgütünün oluşturduğu GÖP adına Dönem Başkanı Ercan İpekçi bir açıklama yaptı. Hiçbir fikir ayrılığı gözetmeden tüm yayın kuruluşları ve gazeteciler için toplandıklarını iddia eden İpekçi, gazetecilerin kendi özlük hakları için değil, halkın haber alma hakkını kullanabilmesi için burada olduklarını söyledi.
Bu “söz”leri saygıyla karşılamakla birlikte, sarfedilen bu “söz”lerin “sözde” kaldığını, “dürüst ve samimi” olmadığını ifade etmek durumundayız.
Ercan İpekçi, eylemlerinin; “Hiçbir fikir ayrılığı gözetmeden, tüm yayın kuruluşları ve gazeteciler için” olduğunu, amaçlarının; “halkın haber alma hakkını kullanabilmesini sağlamak” olduğunu iddia ediyor!..
Kendilerine sadece şu soruyu sormak istiyoruz: “Akit gazetesi kaleşnikoflu saldırılara uğradığında, tam 400 polis tarafından; 2 panzer ve keskin nişancılar eşliğinde, bir terör yuvası gibi baskına uğradığında, yazar ve yöneticileri gözaltına alındığında, ekonomik linçle boğulmak istendiğinde nerelerdeydiniz?.. Madem tüm gazeteler ve gazeteciler için yürüyorsunuz, o zaman niye yürümediniz?..
O yürüyüşe katılanlar arasında; gazetelerinin sürmanşetlerinden, “Generallerin hukuk zaferi” başlığını atanlar da vardı!..
Vakit gazetesi; tam 312 General tarafından 1 trilyon 800 milyar liralık tazminat cezasıyla linç edilmek istendiğinde, sizler neredeydiniz?.. O günlerde gözleriniz mi kör, kulaklarınız mı sağırdı?.. Yoksa, çokoprens almaya mı gitmiştiniz?..
Değilse, Vakit’in çığlıklarını niye duymadınız, niye görmediniz?..
Dürüstlük mü bu, samimiyet mi?..
Yoksa, çifte standart mı?”
KESER DÖNER, SAP DÖNER!
Hatırlarsınız;
“Hitler dönemi Almanya’sı” ile ilgili olarak şöyle bir olaydan söz edilir.
Herkesin evlerinden alınıp; Nazi’lerin “toplama kampları”na tıkıldığı yıllar!..
“Nazi dönemi”nde tutuklanan Papaz Martin Neimöller, vurdumduymazlığın sonuçlarını bugün bizlere de ders olabilecek bir biçimde şöyle anlatır:
“Naziler önce komünistleri aldılar. Ben komünist değildim ve ses çıkarmadım.
Sonra sendikacıları götürdüler. Ben sendikacı da değildim, sesimi çıkarmadım.
Daha sonra Yahudilere sıra geldi. Ben Yahudi de değildim, sustum.
Bir gün beni almaya geldiklerinde, artık sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.”
Aynen bu olayda olduğu gibi;
Korkarım ki, “dinci, yandaş” diye kategorize edip “ayrımcılık” uyguladığınız ve başlarına gelen “felâket”lerde sesinizi çıkarmadığınız gazetelerin yaşadığı “travma”ları, bir gün sizler de yaşayacaksınız!..
Öyle ya;
Bir gün gelecek, “sesini çıkaracak” hiçbir gazete kalmayacak!.. Sizler, o günlerde “bizlere” sahip çıkmış olsaydınız, bugün sizlere de sahip çıkacak birileri bulunabilirdi!..
Böyledir bu işler;
“Keser döner, sap döner,
Bir gün hesap döner!”
Men dakka, duka!
“Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” misali, Ercan İpekçi’ye söylediğimiz bu sözler, dileriz ki; “diğer eylemciler” tarafından da anlaşılır!..
ALMANYA’DA VAKİT’E YASAK!
Olayın “Türkiye boyutu”nu bu şekilde açıkladığımıza göre, gelelim “Avrupa boyutu”na...
Başta dedik ya;
“Ateş düştüğü yeri yakar!”
İşte şimdi, “kendimizden” örnek vererek, “Avrupa’nın ikiyüzlülüğü”nü, bir defa daha hatırlatmak istiyoruz.
Tarih, 26 Şubat 2005.
O günkü Vakit’in manşetinde şu başlık vardı:
“Almanya Siyonist kıskacında!”
Haberin ayrıntısı, özetle şöyleydi:
“Siyonist lobinin etkisinde kalan Almanya İçişleri Bakanı; yayınına 66 gün önce ara verdiğimiz Vakit'in Almanya baskısını yasakladı!..
Hem de, hiçbir "mahkeme kararı" olmadan!
Almanya İçişleri Bakanı Otto Schily; Vakit'in 66 gündür Almanya'da basılmadığından bile habersiz olduğunu ortaya koyan komik ve bir o kadar da düşündürücü bir karara imza attı... Alman Bakan, "Siyonist terör" ve "Batılı toplumsal düzen"e karşı çıkan yayınlarımızdan dolayı, Vakit'in Almanya baskısının durdurulduğunu açıkladı. Oysa Vakit, 20 Aralık 2004'ten bu yana Almanya'daki yayınına ara vermiş bulunuyor!”
Bu haberin ardından, 28 Şubat 2005 tarihli “Editör” köşemizde şunları yazmışız:
İsrail'in Filistinlilere uyguladığı "devlet terörü"nü gözler önüne seren, "Avrupa'nın maskesi"ni düşüren haber ve yorumlarımızdan dolayı, "Siyonist lobinin de kışkırtmaları"yla, son 2.5 aydır "yoğun baskı" altındaydık...
Bundan 70 gün kadar önce, Alman polisinin "sansür baskını"na maruz kaldık!.. Bir yazının "birkaç paragrafının çıkarılmasını" istiyorlardı!..
Ne var ki, "baskı" işlemi bitmiş, gazete "dağıtım"a verilmişti... Bu defa; postaneye gidip, "dağıtımı durdurmaya" çalıştılar!..
O da olmayınca, "Almanya büromuzu" bastılar!..
Hem de kapıları kırarak!..
Arkasından "ekonomik baskı"lar başladı... Hesaplarımızın bulunduğu banka, hiçbir gerekçe göstermeden, "Sizinle iş yapamayız!.. Hesabınızı kapatın!" diye bir yazı gönderdi!..
Şunu hemen ifade edelim;
Tüm bu "baskı ve baskın"lara maruz kaldığımız günlerde, Vakit aleyhine verilmiş bir tek "mahkûmiyet" kararı yok!.. Ortada, "yazılar"ımıza yönelik açılmış bir "soruşturma" var ve onun da neticesi belli değil...
Buna rağmen, üzerimizdeki baskılar her geçen gün artıyor, arkadaşlarımız "manevî işkence"ye maruz kalıyordu!..
Bu düşünceyle, 20 Aralık 2004'te son "Almanya baskısı"nı okurlarımıza gönderip; "geçici" olarak, bir anlamda "kepenk" indirdik!..
Öyle ya;
Böylesine "manevî işkence" altında ne gazete çıkarılır, ne de fikir üretilirdi!..
Evet, 20 Aralık 2004'te ara verdik Almanya baskımıza...
Bu zaman zarfında da; bir "çözüm yolu" bulabilmek için, "hukukî girişim"lere başladık..
Tam da "olumlu işaretler" almaya başlamıştık ki, Alman Federal İçişleri Bakanı Otto Schily'nin "malûm açıklama"sı geçti ajanslardan;
"Geçmişte; özellikle İsrail'e, Yahudilere ve Batılı toplumsal düzene karşı kışkırtıcı haber ve makaleler yayınlayan Vakit gazetesinin Almanya baskısı yasaklanmıştır!"
TAM BİR YARGISIZ İNFAZ!
Şaşırmadık desek, yalan olur...
Öyle ya;
İnsanımıza "örnek" gösterilen, kendilerine "uyum" için yasa üzerine yasa çıkarttığımız bir AB ülkesi olan Almanya'da ise; bir bakan çıkıyor ortaya ve "keyfine göre" karar veriyor:
"Yasakladım!"
"Savcı" da kendisi, "hakim" de!.. Dahası, "cellatlık" görevini de kendisi ifa ediyor!..
Tam bir "yargısız infaz", tam bir "hukuk cinayeti!"
Ne ilginçtir ki;
Bu olay "Patagonya"da değil, Türkiye'ye "daha fazla özgürlük... daha fazla insan hakları... daha fazla fikir hürriyeti" diye bastıran AB üyesi Almanya'da cereyan ediyor!..
"İbretlik" bir durum!..
Şu garabete bakar mısınız;
Türkiye'ye, "Basının önünü açın!.. Fikir ve düşüncenin önündeki engelleri kaldırın!.. Fikir ve düşüncelerinden dolayı gazetecileri hapsetmekten vazgeçin!.. Yazarların fikrine pranga vurmayın" diyen, dahası "heyet üzerine heyet"ler gönderip, cezaevleri önünde "uyarı" açıklamaları yaptırtan Avrupa, şimdi aynı "infaz"ları kendisi yapıyor!..
Doğrusu, sormadan edemiyoruz;
"Bu mu özgür Batı?.. Bu mu insanlık?.. Bu mu hukuk anlayışı?!?"
Hemen, şunu da hatırlatalım:
Dönemin Almanya İçişleri Bakanı Otto Schily, “Vakit’in Almanya baskısını yasaklamakla” kalmamış, 11 Nisan 2005’te kendisini ziyaret eden Türk İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’ya da demişti ki;
“Vakit gibi gazeteler Türkiye’de de yasaklansın!.. Biz Vakit’i Almanya’da kapattık, siz Türkiye’de niye tavır almıyorsunuz?”
Düşünebiliyor musunuz;
Adam, kendi “sansür”leri yetmiyormuş gibi, bir de “sansür ihraç etmeye” kalkıyor!.. Küstahlığın bu kadarına da pes!..
DEVLET ELİYLE CİNAYET!
20 Aralık 2004’ten, “AP Raporu”nun yayınlandığı 9 Mart 2011’e kadar tam “6 yıl” geçti... “Ay” hesabıyla, “74 ay 9 gün!”
Şimdi sormak gerekmez mi bu Avrupa Parlamentosu üyelerine;
Türkiye’de “gazetecilerin tutuklanması”na karşı bildiriler yayınlayan sizler; “Almanya’da Vakit katlediliyor” iken, nerelerdeydiniz?..
“Gazetecilik faaliyeti dışı işler”den dolayı tutuklanan gazeteciler, elbette “yargı”nın önüne çıkacak; ya “ceza” alacaklar, ya “beraat” edecekler... Ama, bir gün “özgür” olacaklar!..
Peki, “Almanya’nın katlettiği Vakit” ne olacak?.. Evet, “Otto Schily’nin öldürdüğü Vakit” ne olacak?..
Ne yani; Almanya’da yaşayan “gurbetçiler”in, “haber alma” gibi bir hakları yok muydu ki, hakladınız Vakit’i?..
Avrupa Parlamentosu üyelerine ve Türkiye’de “eylem üstüne eylem” yapan “özgür basın”(!)cılara sesleniyor ve diyoruz ki;
“Almanya’da bir gazete katledildi!..
Haberiniz var mı?”
Selâm ve saygılarımızla...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder