13 Mart 2011 Pazar

Türkiye’nin Kaç Tercihi Var?

Dünya ekonomisinin devleri arasına giren, G-20 zirvesinde kendisine kalıcı bir yer edinen, İslam Konferansı Örgütü’nün en etkin üyesi olan, BM Güvenlik Konseyi’nin geçici üyeliğine seçilen, etrafındaki binbir çatışmaya ve ayaklanmaya rağmen ‘model’ olma özelliği tartışılan bir ülkenin gündeminde neler olmalı?
Mesela şunlar mı?
Ne idüğü belirsiz bir kadının iddiaları üzerinden birbirini avlamaya çalışan halef-selef siyasetçiler ve bu girdabın içinde savrulup duran ana muhalefet partisi. Soğuk Savaş döneminin zihin dünyasını ayakta tutmak için çırpınan muhtelif siyasi partiler ve kurumlar. Bunların etrafında dönüp duran bir kamuoyu.
Yoksa bunlar mı?
Türkiye’nin yeni rolünü doğru değerlendirmek ve daha etkin hale getirmenin yollarını aramak. İnsan gücünü bu yeni duruma göre tekrar şekillendirmek. Kendi kamuoyunuzu, ülkenizin yeni rolüne hazırlamak. Kronik sorunlarınızı, bir büyük devlete yakışır biçimde çözüm sürecine sokmak. Gündelik tartışmaların bu sürecin önünü tıkamasına engel olmak.
Öyle anlaşılıyor ki, Türkiye’nin bu ayak bağlarından kurtulması zaman alacak.
***
Kim ne kadar ilgilenir bilemiyorum. Daha düne kadar dünyanın pekçok ülkesinde ‘sivil toplum’dan bahsetmek, kıyıda köşede birkaç küçük örgütlenmeye karşılık geliyordu.
Bugün ‘sivil toplum’ örgütleri ve onların ortaya çıkardığı hareketlilik, dünyanın en önemli ‘değişim’ dinamiği.
Arkasında şu güç var, onu Soros finanse ediyor, ötekini bilmem kim hareket ettiriyor diye istediğiniz kadar tartışabilirsiniz. İsteyen dünkü Yugoslavya’ya bakar. Dileyen bugünkü Mısır’a. Sivil toplum örgütleri üzerinden ayaklanmalar başlatılıyor, ülkeler parçalanıyor ve yeni bir dünya oluşuyor.
Oysa şöyle de bakabilirsiniz. Sivil toplum dinamikleri üzerinden dünyanın büyük güçleri operasyonlar yapıyor. Acaba aynı dinamikleri kendi doğal sınırlarımızda biz nasıl harekete geçirebiliriz.
***
Bölge gücü olmak, küresel aktör olarak anılmak sıradan bir durum değildir. Önce bunu doğru anlayalım.
Dünyadaki herhangi bir gücün, dün başka bir aracı, bugün sözgelimi sivil toplum dinamiklerini harekete geçirmesini, eli kolu bağlı izlemek ya da eleştirmek marifet sayılamaz.
Asıl marifet, Türkiye’nin bu alandaki kendi dinamiklerinin önünü açmak ve etki alanını genişletmektir.
Yakın bir tarihe kadar, Ankara’nın gündeminde kendi etrafında olup bitene dönük bir bakış açısı ya da ilgiden söz etmek neredeyse imkansızdı. Sadece politik algıları değil, neredeyse tüm diplomasi, güvenlik ve istihbarat kurgusu, yerel düzeyde şekillenen, dünyayı içeriden dışarı değil, dışarıdan içeri okuyan bir tercih. Yakın geçmişin özeti kabaca böyleydi.
***
Şimdi, bu okuma biçimini tersine çeviren, dolayısıyla kendisine sorun dayatılmasını çaresizce bekleyen pasif duruşun yerini, çözümlerin parçası olan aktif bir tutum alıyor.
Bu duruşu, zengin ve tarihsel derinlikten beslenen araçlarla donatmak zorundayız. Batı’daki ‘sivil toplum’ serüveniyle bizimkisi arasındaki farkları da dikkate alarak, bu alandaki boşluğu doldurabilecek dinamikleri desteklemek, yönlendirmek ve onları doğal sınırlarımızda etkin hale getirmek zorundayız.
Hala toplumun değerleriyle ve bu değerleri temsil eden yapılarla kavga etmeyi marifet sayanlar, ne olup bittiğini bir de bu cepheden görmek zorunda.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder