8 Ekim 2011 Cumartesi

3. Selim’den Tayyip Erdoğan’a

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın anası Tenzile Hanımefendi Hakk’a yürüdü. 
Allah rahmet etsin.
Çok iyi biliyorum ki; bütün analarla birlikte şimdi o da cennettedir.
Haberlerdeki görüntülerine bakıyorum da karşımda tam bir Türk anası...
Kıyafeti ile, duruşu ile, sevecen tavrı ile, içtenliği ile...
Lakin, "şunkar bolıp uçtu"
Yani; kuş olup uçtu gitti.
2009 yılında ben de anamı  yitirmiştim.
O zaman sanki kör olduğumu sandım. "Anamı Yitirdim Bulan Olamaz" diye de ağıdımsı bir yazı kaleme aldım. 
Boşuna mı söylüyor rahmetli Zeki Müren:
"Ana başta tac imiş
Her derde ilac imiş
Bir evlat bey olsa da 
Anaya muhtac imiş."
SAĞ İKEN
Aferin Tayyip Bey’e... Belli ki o da benim gibi anasını çok seviyormuş. Tenzile Hanımefendi’nin sık sık elini öpmüş, gönlünü almış. 
Ben de öyle yapardım.
O da, ben de öksüzüz şimdi. 
Sanıyorum Sayın Erdoğan bundan sonra celal yerine cemal ikliminde olacak.
Birisine öfkelenirken anasının yüzü aklına gelecek; sakinleşecek.
Başbakan’a bakıp diğer çocuklara sesleniyorum: Ananızın kıymetini o sağ iken bilin.
"Ah niye anam yaşarken şunları şunları da yapmadım!" diye dövünmek neye yarar ki...
Öyleyse; ananız yanıbaşınızda iken haydi gidin; elini öpün; hatta onu kucaklayın.
Unutmayın; Yüce Tanrı bu dünyayı anaların yüzü suyu hürmetine yaratmıştır.
DEVLETİ YÖNETEN ANA
Türk milleti; anayı, siyasal alanda bile baba düzeyinde tutmuştur.
İnanmayan Orhun Yazıtlarına bakabilir. Orada devleti; İlderiş Kağan ile İlbilge Hatun’un birlikte kurup birlikte yönettikleri yazılıdır.
Büyük Selçuklular’da da kadın sultanların kocaları ölünce devleti gayet başarılı biçimde yönelttiklerini görüyoruz.
Bunların ayrıntısını merak edenler, "Yabancı Kaynaklara Göre TÜRK KİMLİĞİ" isimli kitabımın Türk Kadını bölümüne bakabilir.
Ne yazık ki Osmanlı yöneticileri, Arap şeriatını Türk töresinin üstüne çıkartınca saraydaki ve konaktaki kadınlar kafesli pencerelerin arkasına itilmişlerdir.
Bütün buna karşın; "Al-i Osman" denilen Osmanoğulları soyundan gelen kadınlar; eski üstün konumlarını saray içinde de sürdürmüşlerdir.
Ayrıca padişahların hanımları, hele hele Valide Sultan denilen anaları; devletin iki numaralı gücü konumunda kalmayı başarmışlardır.
MİHRİŞAH VALİDE SULTAN
İşte o kadın sultanlardan birisi de Mihrişah Valide Sultan idi.
Padişah 3. Mustafa’nın eşi yani Haseki Sultan.
İşte o Mihrişah Sultan; 3. Selim diye bildiğimiz ünlü padişahı doğuran kadın.
Kaynaklarda Mihrişah (Mihr-i Şah: Sultanların güneşi) Fransız kökenli gösteriliyor.
Ben o bilginin doğru olmadığını sanıyorum.
Çünkü 3. Selim dönemini incelerken gördüm ki o zamanda sarayda olduğu gibi köşklerde ve konaklarda da Gürcü ve Çerkez cariye modası almış başını gitmiş. (Bu arada şunu belirteyim. Osmanlı Devleti’ndeki en önemli yerlerden birisi de Esir Hanı veya Esirciler Hanı denilen bir adı da Avret Pazarı olan cariye ve gulam satış yeri idi. Dışarıdan getirilen genç ve güzel kızlarla yakışıklı oğlanlar burada pazarlanıyordu. Tarihimizin bu bilinmeyen yüzüyle ilgili olarak yaptığım ayrıntılı bir çalışma roman olarak yayımlanacak.)
Bu Gürcü cariye modasının sebebi de Mihrişah Valide Sultan. Çünkü; Mihrişah Sultan’ın Gürcistan’dan Esir Hanı’na getirildiğine inanılıyor. Onun devlet merkezindeki güçlü etkisi yüzünden devlet yöneticileri ve İstanbul zenginleri (Avrupa Zenginleri) evlerinde Gürcü cariye çalıştırmak modasını başlatmışlar.
KILIÇ KUŞANMADAN
1789 Nisan’ında Padişah 1. Abdülhamid ölünce, yerine yeğeni olan 3. Selim geçti. 
Osmanlı Devleti’nin yönetim merkezi olan Top Kapısı Sarayı’nda tahta oturan sultanın ilk yapacağı resmi iş; ilk cumada Eyüb Sultan’a giderek burada yapılan muazzam bir tören eşliğinde kılıç kuşanmaktır.
Lakin; 3. Selim bu geleneği bozdu. Onun ilk yaptığı tören; anası Mihrişah Sultan ile ilgiliydi. Kılıç kuşanma törenini beklemeyip debdebeli bir törenle anasını Gözyaşı Sarayı’ndan Top Kapısı’na getirtti Selim Han.
Ve o zamana kadar hiçbir padişahın yapmadığı bir işi yine yaptı. Harem-i Hümayun’dan çıkarak; anasını Bayezid’deki  Eski Saray’dan Yeni Saray’a (Top Kapısı) getiren kafileyi; sarayın dış kapısı (Bab-ı Hümayun) önünde karşıladı. Mihrişah Sultan; atlı arabadan elini uzattı; selim Han da devlet erkânı huzurunda anasının elini öptü. Sonra da anası arabada; kendisi yaya olduğu halde; Harem’e giriş yeri olan Araba Kapısı’na kadar öyle geldiler.
ANASININ YANINDA
Bugün Top Kapısı Sarayı’nda Harem bölümünü gezenler, mutlaka Valide Sultan Dairesi’ne uğrarlar. Çift katlı bu küçük daire; kafesli pencerelerle Haliç’e bakar. Alttaki dairede cariyeler bulunur. Bu dairenin üst kat yamacında, Harem’in daha başka hiçbir yerinde bulunmayan manzara resimleri göze çarpar. Kapıdağlı Kostantin’in yaptığını tahmin ettiğimiz bu manzara resimlerini de Selim Han çizdirmiştir. Mihrişah Sultan bu dairenin üst katında; ona hizmet eden eğitimli cariyeler de altta kalıyorlardı. Bu valide sultan dairesini Selim Han, çok sevdiği anası için özel olarak yaptırmıştır. Buraya bir dar sofa ile açılan Valide Sultan Taşlığı da dahil olmak üzere; Harem’in gerçek hâkimi  Valide Sultan olmuştur.
Selim Han; anasına yeni ve modern bir daire yaptırmakla kalmadı. Kendisi için ona çok yakın olan bir hasoda da inşa ettirdi. Valide Sultan Dairesi ile Hünkar Sofası arasındaki bu oda; arkadan dar bir koidorla Valide Sultan dairesine bağlanıyordu.
BUYRUK YAZDI
Selim Han’ın anasına duyduğu bu yüksek sevgi, elbette ki devlet işlerine de yansıdı. Mihrişah Valide Sultan Top Kapısı’na geldikten sonra bir buyruk yazdırarak; devletin 2. numaralı yöneticisi olan Sadr-ı âzamları (vezir-i âzamlar) bile denetimine aldı.
Mihrişah Sultan’ın kesin buyruğu özetle şu idi: Devlet-i Aliye’yi (Osmanlı İmparatorluğu) yöneten aslanıma (3. Selim’e) kötü haber asla verilmeyecektir. 
Devlet yöneticileri; ister istemez Valide Sultan’ın bu emrine uydular. Öyle ki Napolyon 1799’da bir Osmanlı eyaleti olan Mısır’a çıkarma yaptığında; Veziriazam korkup bunu bile Sultan Selim’e söyleyemedi.
O sıralarda İstanbul’da  büyük bir yangın çıkmıştı. Selim Han; yanına Vezir-i Azamı da alarak yangın yerine gitti. O ana kadar yüzlerce ev yanmıştı bile. Evlerini yitiren kadınlardan bir kısmı Sultan’ı orada görünce bağırmaya başladılar:
-Mısır’ı elden çıkardın yetmedi mi de şimdi de İslambol’u elden çıkartıyorsun.
3. Selim; bu söylenenlere inanmak istememiş amma gerçeğin bu yönde olduğunu öğrenince  bile anasına kızamamıştı.
Ne oldu?
O sultanlar bile bir varmış bir yokmuş oldular.
Ölüm var ey dostlar; ölüm var; ölüm...
Padişah bile olsanız; başbakan bile olsanız; yolculuk oraya doğrudur.
En iyisi mi oraya huzur içinde, insanlarla barışmış olarak varmaya çalışınız...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder