7 Ekim 2011 Cuma
Dün bıraktığımız yerden devam edelim. Suriye meselesi giderek daha hassas bir noktaya geliyor; dolayısıyla da Türkiye, bu konuda artık çok daha dikkatli hareket etmek zorunda.
Kuşkusuz Türkiye, bu coğrafyada sıradan bir ülke olarak yer almıyor. Dahası atacağı adımları, izleyeceği politikaları, kendi tarihsel derinliğini, geçmişten gelen ve devam eden ortaklıkları dikkate alarak şekillendirmek zorunda. Güncel dayatmaların ya da günü birlik tepkilerin yönlendireceği bir ülke olmadığımızı sık sık unutuyoruz.
Türkiye-Suriye ilişkilerinin geldiği aşama, bir bakıma kaçınılmazdı. Zira Şam’daki rejimin, kendi içindeki toplumsal değişim sürecini yönetebilme konusunda pek de maharetli olduğu söylenemez. Eninde sonunda bu ülkede bir iç hesaplaşma olacaktı, şimdi bu yaşanıyor. Üstelik bu hesaplaşma, sadece kendi sınırlarını değil, neredeyse tüm bölgeyi etkileyen bir özellik taşıyor.
Türkiye’nin kendi içinde çok ciddi sancılar yaşadığı dönemler oldu. Bunları tamamen atlatabildiğimiz de söylenemez. Ancak toplumsal dinamiklerin seyrini, yönünü doğru okuyabilme ve mecrasında akmasını sağlama konusunda yaşadığımız ülkenin hayli farklı olduğunu da takdir etmeliyiz.
2002 yılının sonunda yapılan seçimler, değişim sürecinde sancılar yaşayan, ekonomik krizin girdabında savrulan Türkiye’nin yeni bir çıkış arayışıydı. Bu arayışların buluştuğu adres Tayyip Erdoğan ve AK Parti oldu. Ne yazık ki etrafımızdaki ülkelerin, komşularımızın ve genel anlamda İslam dünyasının bu süreci yönetebilmesi, değişim taleplerinin önünü açabilmesi, çok daha farklı dinamiklerle gerçekleşiyor. Bazen de Suriye örneğinde olduğu üzere kelimenin tam anlamıyla kilitleniyor.
Türkiye’nin farkını birkaç başlıkta okumak yararlı olabilir. Birincisi az önce sözünü ettiğimiz doğru okuma kabiliyeti. Buna demokrasi tecrübesini, imparatorluktan tevarüs eden siyasi aklını da ekleyebiliriz.
Ama en az bunun kadar önemli bir diğer başlık, Türkiye’nin kendi etrafındaki ülkelerle kurduğu ilişkinin şeffaf ve yapıcı bir zeminde devam etmesi. Geçmişte bazı odakların soyunup eline yüzüne bulaştırdığı birkaç saçma sapan girişimi saymazsak, Ankara, kendi etrafında gizil saklı, kirli işlerin, operasyonların içinde bir güç olarak anılmıyor. Bu hem kendisine duyulan güveni, hem de itibarını artırıyor.
Dahası da var. Türkiye, bir yandan kendi değişim sürecini yönetirken, diğer yandan İslam dünyasına açık ve güçlü mesajlar verebilen bir özelliğe de sahip. Nitekim başından itibaren Tunus, Mısır, Libya konusunda, şimdi ise Suriye meselesinde durduğu yeri, ancak bu zeminde doğru okuyabiliriz.
Bunlar güzel; ama sorunlarımızın farkında olmak kaydıyla. İyi başladığımız işleri kötü devam ettirme alışkanlığımız sürüyor ne yazık ki. Siyasetin ciddi riskler alarak açtığı yollarda; entelektüel yetersizlik, tembellik ve boş vermişlik yüzünden mesafe almakta zorlanıyoruz. Hala okur yazarlarımızın ilgileri, içi boşalmış alanlar üzerinde geziyor. Yahut Suriye başta olmak üzere gereken sorunlar üzerinde kafa yormak işimize gelmiyor.
Suriye meselesini, belli bir azınlığın çoğunluğa tahakkümü olarak okumak elbette yanlış değil. Tablo ortada. Ama bunu tespit etmek, aklımıza gelen her şeyi söylemek ya da uygulamak anlamına gelmiyor. Burada büyük zorluklarımız var; ama aynı zamanda doğru yönetebilirsek, büyük devlet olabilmenin kodları da burada.
Sakin, ama gerçekten çok sakin olmalıyız bu meselede. Sanıldığından çok daha hassas ve zor bir sorunla karşı karşıya kaldığımızın farkında değiliz, en azından şimdilik.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder