Hafta içinde dolar yeni rekorlara imza attı.İki liraya dayandı. Sadece lira değil, dünya paraları da dolar karşısında değer yitirdi.
Euro/dolar paritesi 1,31’lere indi.
Başta Yunanistan olmak üzere İspanya, İtalya ve Belçika gibi ülkelerin borçlarını ödeyemeyeceklerine yönelik korkular,
Derecelendirme kuruluşu Moody’sin İtalya’nın kredi notunu üç kademe birden indirmesi,
Avro Bölgesi’ndeki borç krizinin bankacılık sektörüne yayılacağına ilişkin endişeler,
Bu bağlamda Belçika-Fransız ortaklığı olan Dexia Bank hakkında çıkan olumsuz haberler,
Küresel ekonominin durgunluğa girmesi halinde emtia ve hisse senedi fiyatlarının düşeceğini hesaplayan yatırımcıların bunları elden çıkararak nakde dönmesi,
ABD Merkez Bankası FED’in parasal genişleme politikasını sürdürmemesi,
Doların rezerv para özelliğini koruması,
Krize rağmen doların güvenli liman olarak görülmesi,
Doların neden tırmanışa geçtiğini açıklayan faktörlerdir.
Tabiî doların her para birimi karşısında değer kazanması farklı boyutta olmuştur.
Meselâ TL, dünyada en çok değer kaybeden paralar arasında ilk sıralarda yer almıştır.
TL’nin bir ölçüde değer kaybetmesi carî açığın daraltılması bakımından faydalıdır.
Bu defalarca dile getirildi.
Her ne kadar Başbakan Recep Tayyip Erdoğan geçen yıl verdiği demeçte, “TL’nin değerli olması onurumuzdur. Değerinin düşmesine sıcak bakmıyoruz” şeklinde bir ifade kullandıysa da, aşırı değerli TL’nin ekonomiyi kırılgan hale getirdiği hususunda bir tereddüt yoktu.
Aşırı değerli lira ithalatı patlatarak dış ticaret açığını, dolayısıyla carî açığı büyütüyordu.
2011 yılı ithalatının 250 milyar dolar, ihracatının 140 milyar dolar civarında olacağı, bu durumda dış ticaret açığının 110 milyar doları bulacağı tahmin ediliyor.
Carî açık ise 75 milyar doları aşacak.
Millî gelirin yüzde 10’una tekabül ediyor ki tehlike sınırın oldukça üzerinde.
İşte bu sebeple Türkiye dış çalkantılardan çok etkileniyor.
Ekonominin çarklarının dönmesi, fabrika bacalarının tütmesi için döviz bulmak zorundayız.
Dış konjonktür dolayısıyla finansmanda bir sıkıntı olduğu anda dengeler bozuluyor, döviz fiyatı yükseliyor.
Sorun döviz fiyatlarının artmasından ziyade ani iniş ve çıkışlardadır.
Bunu engellemenin yolu da zamanında ve kararında tedbir almaktan geçiyor.
Merkez Bankası geçtiğimiz yılın Kasım ayına kadar TL’nin aşırı değerlenmesine bütün uyarılara rağmen seyirci kalmıştı.
Bıçak kemiğe dayanınca faiz indirimine giderek ve munzam karşılıkları arttırarak sıcak para girişini sınırlamak istedi.
Çünkü ülkeye sıcak para girdikçe döviz ucuzluyor, TL değerleniyordu.
Şimdi durum tersine döndü.
Sıcak para girişi yavaşlıyor, kısmen de ülkeyi terk ediyor, haliyle doların fiyatı yükseliyor.
Merkez Bankası dolar kurunun 1,70-1,80 bandında olmasını arzuluyor.
Bu bant kırıldı.
Merkez Bankası doların yükselmesini frenlemek için bir yandan döviz satım ihalesine hız verirken diğer yandan döviz cinsinden munzam karşılıkları indirerek piyasaya dolar enjekte ediyor.
Başarı şansı var mı?
52 milyar dolar olan net döviz rezervimiz bu yangını söndürmeye yeterli mi, bilmiyoruz.
Ama şundan eminiz:
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün vurguladığı gibi, bir dolarlık ihracat için 82 cent ithalat yapılan bir ülkede parasal tedbirler carî açığın ilâcı olamaz.
Hammadde ve ara madde üreten, teknoloji ve verimliliğe önem veren bir ekonomik yapının inşaası için vakit geçirmeden kolları sıvamalıyız.
Aksi halde en küçük bir kıvılcım yeni yangınlara sebebiyet verebilir.
Son olarak Eylül ayı enflasyon rakamlarına değinelim.
ÜFE’nin aylık yüzde 1,55, yıllık yüzde 12,15 olması dikkat çekici.
Belli ki kur artışı sınırlı da olsa üretim maliyetlerini etkilemiş.
Önümüzdeki aylarda bu etki daha belirgin hale gelecek, TÜFE’yi de yukarıya doğru hareketlendirecektir.
Elektrik ve doğalgaza yapılan zamlar bunun müjdecisidir.
Enflasyonu tetikleyecek bir diğer faktör de özel sektörün 200 milyar doları bulan dış borcu.
Kur artışı fiyatlara yansıtılırsa TÜFE için ayrı bir handikap olacaktır.
10.10.2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder