Dönüp tekrar söyleyelim: Türkiye Kıbrıs'a barış, özgürlük, güvence, demokrasi falan filan götürmedi, Türkiye Kuzey Kıbrıs bölgesini "aldı"...
Bunu bütün dünya da gördü, bildi ve kimse yutmadı, kimse kabul etmedi.
Aldı, otuz yedi yıldır da vermemek için direniyor.
"Aldım" gözüyle bakarsan, "şimdi de veriyorum" diyecek adamda ya mangal gibi yürek ister, ya da bir Kanuni Sultan Süleyman otoritesi...
Alınca veremezsin, çünkü bürokrasi karşı çıkar, onu bırak, kamuoyu karşı çıkar.
Çünkü almak vermek meselesi "genlerine" işlemiştir, bütün bir Osmanlı tarihi de sana okulda "aldık verdik" düzeyinde öğretilmiştir.
Kıbrıs, taa 1699 yılından beri hep toprak kaybetmekte olan bir devletin (devletin adının imparatorluk ya da cumhuriyet olması hiç farketmez), ilk kez aldığı, daha doğrusu "geri aldığı" bir toprak parçasıdır.
Kan dökerek yani... Tek kurşun atmadan geri aldığımız Hatay'ı saymıyorum.
Laf aramızda... İnönü hayranları, Lausanne'da (isterseniz sizin sevdiğiniz şekliyle yazayım, Lozan'da) Hatay'ı niçin "bırakmış" olduğumuzu açıklayabilecekler midir? (Ve de 1937 yılında İnönü'nün niçin Hatay'ın geri alınmasına korkup karşı çıkmış olduğunu, bu yüzden Atatürk tarafından başbakanlık görevinden kovulduğunu?)
Eğer biz Kıbrıs'a gerçekten barış marış götürmek amacıyla çıkmış olsaydık, Yunan cuntasının uşağı Nikos Sampson kaçtıktan, faşist Yunan cuntası da devrildikten, Karamanlis geri dönüp Yunanistan da demokrasiye geçtikten sonra geri çekilmemiz gerekirdi...
Çünkü her iki ülkeye de "demokrasiyi yeniden hediye eden Türkler" olarak prestijimiz bütün dünyada bir çırpıda ve inanılmaz ölçüde artmıştı.
Operasyondan birkaç gün sonra, havaalanı açılır açılmaz Fransa'ya gittim, bunu bizzat yaşayarak ve gururla gördüm. (Yanımda sınıf arkadaşım, şimdi Londra büyükelçimiz olan Ünal Çeviköz vardı, o günlerin havasını kendisine sorabilirsiniz.)
Ecevit için de "dünya çapında bir devlet adamı sayılma" fırsatı doğmuştu.
Fakat bu Ecevit'e iki numara büyük geldi.
Durmaması gerektiği zaman durdu, yürümemesi gerektiği zaman yürüdü ve dünyada kazandığı muazzam desteği ve prestiji hemen bir ay içinde heba ediverdi. Dünyada yarattığımız hava da birdenbire tersine döndü. "Demokrasi havarileri" olmaktan çıktık, "işgalci" durumuna düşüverdik.
Ecevit, ufku ve çapı erken seçime koşup Kıbrıs konusunu "oya tahvil etmeye çalışmaktan" öteye gidemeyen kötü bir politikacıydı! Üstelik bunu bile tam başaramadı.
Durum budur. Haydi, otuz yedi yıldır başınıza aldığınız bu belayla bir otuz yedi yıl daha kırkılınız bakalım...
"Anadolu ana vatandır, Kıbrıs yavru vatandır" şeklinde ilkokul sloganlarını papağan gibi tekrarlayan ilkokul öğretmenliğinden gelme yazar bozuntuları, şu sorulara da bir türlü yanıt veremiyorlar:
Kıbrıs, niçin Misak-ı Milli sınırları dışında bırakılmıştır?
1881 yılında kesin olarak İngiltere'ye verdiğimiz için mi?
Peki o zaman, 1878 yılında, yani daha önce Rusya'ya verdiğimiz Kars ve Ardahan niçin geri istenmiş ve alınmıştır?
Misak-ı Milli sınırları içinde bulunan Musul ve Kerkük'ten bu kadar kolay vazgeçip bu sınırlar dışında kalan yerlerde bu kadar cömertçe hak iddia edeceksek, Batı Trakya'yı, hatta beklentileri bol tutup Eflak ve Boğdan'ı niçin geri istemiyoruz?
Kaç yılına kadar kaybettiğimiz yerler vatan sayılmaz, kaç yılından sonra verdiğimiz topraklarda hakkımız var?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder