Can Dündar dünkü köşesinde, “Erdoğan’a işkence açıklaması” başlığıyla bana güya yanıt vermiş. Hala ayrıntılarda dolaşıyor, üste çıkmaya çalışıyorsun Can Dündar. Gereksiz yere.
Anlam veremediğim bir biçimde.
Sahi derdin ne senin? Neyi ispatlamaya çalışıyorsun?
Erdoğan’a işkence yapılmadığını mı, benim kitabımdaki anlatım üzerinden Erdoğan’ın doğru söylemediğini mi?
Ben “Yemyeşil Şeriat Bembeyaz Demokrasi” kitabımı yazdığımda olayın üstünden tam 26 yıl geçmişti. Gözaltına alındığımız olayın tarihini 1979 diye yazmışım.
Sen kalkıp üşenmemiş araştırmışsın, ne önemi varsa artık. 1980 diye ısrar ediyorsun.
Ben olayın kendisine önem verirken sen hala anlam veremediğim bir biçimde tarih üstünden spekülasyon yapmaya devam ediyorsun.
Ben götürüldüğümüz kışlanın adının “Davutpaşa” olduğunu yazmışım.
Başbakan Erdoğan ise “Metris” diyor.
O olayın baş aktörlerinden biri olan Edip Yüksel’le de konuştum. O da oranın “Metris” olduğunu söylüyor. Ben dürüstçe kalkıp düzeltiyorum, sen hala o ayrıntıya takılıp duruyorsun.
Yetmezmiş gibi, “Metris”in 17 Nisan 1981 tarihinde açıldığını araştırmacı gazetecilik örneği sergileyerek kanıtlamaya çalışıyorsun.
Yani Başbakan başta olmak üzere beni ve Edip Yüksel’i ya yalan söylemekle, ya da olayı doğru hatırlamamakla suçluyorsun.
Her ikisinden nasıl bir yarar umduğunu anlayabilmiş değilim.
Üstelik bilgileri karıştırarak kötü veya kasıtlı bir araştırmacı gazetecilik örneği sergilediğini mi hatırlatayım şimdi buradan sana?
Biz sıkıyönetimli o yıllarda kalabalık olduğumuz için bir gece “Metris”te alıkonulduğumuzu söylüyoruz.
“Metris Cezaevi”nden bahsetmiyoruz ki!
Başbakan “işkence gördüğü”nü anlatıyor.
Sen ise kalkıp benim anlatımım üzerinden Başbakan’ı doğru söylememekle suçluyorsun.
Oysa ne benim, ne Hüseyin Besli-Ömer Özbay ikilisinin yazdığı kitapta “Metris”te işkence gördüğümüze dair açıklama var. Zaten Başbakan da “Metris”te işkence gördüğünü söylemiyor.
Benim de, Besli-Özbay ikilisinin anlatımında da “Metris” sonrasına ilişkin bir bilgi yok. Başbakan “Metris” sonrasında götürüldükleri Fatih Emniyeti’nde kötü muamele ve işkence gördüğünü söylüyor.
Cuma günkü köşeme Başbakan’ın bu açıklamalarını detaylarıyla aldım.
Nitekim Başbakan’ın yeni basın danışması sevgili dostum Lütfullah Göktaş da seni arayarak anlattıklarımın aynısını sana iletmiş.
Ama sen “özür” dileyip erdemlilik göstereceğine hala kalkıp tarih ve yer konusunda kafa karışıklığı yaratmaya, yani ayrıntılar üzerinden olayın gerçek boyutunu görmezlikten geliyorsun.
Başbakan’ın Fatih Emniyeti’nde uğradıklarından hareketle sana açık bir soru sormuştum: “Başbakana ve arkadaşlarına yapılan işkence midir değil midir?”
Senden asıl bu soruya yanıt vermeni beklerdim.
Ama nedense yanıt vermeme yolunu seçmişsin.
Kelimelerle oynayıp kurnazlık yapmaya gerek yok.
Başbakan “işkence gördüm” diyor, sen kalkıp “İşkence yoktur diyen bir başbakandansa, “işkenceye tanığım” diyen bir başbakan evladır. İşkence görmemiş olsa bile bunu söylemesi yeterli. Bütün bu laf çevirmelere ne gerek var” diyorsun.
Ben de diyorum ki Can Dündar bu kadar laf çevirmek niye? Başbakan “tanığım” demiyor, “işkence gördüm” diyor. “İşkence görmemiş olsa bile” ne demek?
Bu kadar kör bir karşıtlık basitinden ayıp değil mi? Çok merak ediyorum Can Dündar: Amacın ne, derdin ne senin?
Hadi ben yanlış hatırlamış olayım, tarih ve yer bilgilerini karıştırmış olayım. “Komutanla şakalaşma” faslında da kurnazlık yapıp lafı çevirmişsin, ya neyse Soruyorum: “Metris” sonrasını bizzat yaşamış Başbakan’ın anlatımlarını ısrarla ve inatla yalanlama yoluna gitmen niye?
İşkence gördüğünü söyleyen de, “Metris” diyen de Başbakan’ın kendisi. Asıl niyetin, “işkence gördüm” diyen Başbakan’ı yalanlamak mı? Böyle bir misyonu üstlenmen niye?
Not: Edip Yüksel kardeşim, ABD’den bana gönderdiğin mektubu bugün yayınlamayı düşünüyordum, ama Can Dündar’a yanıt verme zorunluluğu doğduğu için erteliyorum. Hoş görmen dileğiyle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder