Kemal Kılıçdaroğlu, önceki gün Van’a, “Kürt açılımı” yapmaya gitti. Yanına mutemet bir iki adamını ve Kürt kontenjanından PM’ye soktuğu genel başkan yardımcısı Sezgin Tanrıkulu’nu aldı.
Sezgin Tanrıkulu’yla ilgili bir çift söz söylemem lazım.
Diyarbakırlı’dır.
Eski Baro Başkanı’dır
Duyarlıdır... Vicdanlıdır...
İcabında PKK’ya da mesafe koyabilmekte, Kürt partisinin kimi yanlışlarını çatır çatır yüzlerine vurmaktadır.
İyidir yani...
Fakat CHP’ye intisap ettikten sonra bu “duyarlı” ve “vicdanlı” insana bir şeyler oldu... Eski cabbar ve Kürt taleplerini çatır çatır savunan Sezgin Tanrıkulu gitti, CHP’nin “mavikan”larıyla da imtizaç edebileceğini gösteren suskun bir Sezgin Tanrıkulu geldi.
Daha doğrusu, temkinli...
Muhtemeldir ki, “Kürt sorununu biz çözeriz” diyen ama çözüm konusunda somut bir öneri getiremeyen Kemal Kılıdaroğlu’nun son dakikada şapkadan tavşan çıkarmasını bekliyor.
Oysa, ortada bir şapka yok.
Bir tavşan yok.
Kürt sorununu çözme konusunda samimi bir irade yok.
Tanrıkulu bunları bile bile CHP’ye destek veriyor, “CHP içinde de bir şeyler yapılabilir” samimi inancını taşıyor. Dilerim, hüsranla sonuçlanmaz bu zorlama birliktelik...
Birkaç demecini okumuştum...
Hepsi de “yasak savar” kabilinden ve Kürt meselesinin kronikleşmesinde kabahatin büyüğünü iktidar partisine yıkan sade suya tirit açıklamalardı... Yani, henüz CHP’li olmadan, henüz CHP’liler onu içine sindiremeden, ucuz tarafından CHP’lilik yapıyordu ve bence ayıp ediyordu.
Kıstas Kürtler için bir şeyler yapmaksa; bugüne kadar Kürtler için hiçbir şey yapmamış, üstelik kendi hazırladığı raporu bile inkâr etmiş CHP, eleştirilerde “aslan payını” daha çok hak ediyordu.
Neyse, yine de severim kendisini...
Oturup konuşsak, eminim ki anlaşırız.
Kılıçdaroğlu’nun “açılım” çerçevesinde yaptığı geziye gelince...
Hemen söyleyeyim, Kemal Bey’in, “bu işin ucundan tuttuğu” yönünde bir izlenimim var. Toplantılar yaptı, temaslarda bulundu, vatandaşları dinledi ama bütün bu faaliyetlerin hasılası olarak, ağzından, “Kürt sorununu biz çözeriz”den başka bir cümle çıkmadı...
Çözersin de, nasıl çözeceksin?
Bu iş “Benim adım Kemal. Ben çözerim”le olmaz.
Yeni ne söylüyorsun?
Bölgenin rehabilite olması için hangi “iyileştirme paketini” öneriyorsun?
Haa, bir de, “Anadilde eğitimin henüz erken bir talep olduğunu” söyledi.
Belki de söylediği tek somut şeydi...
Fakat, anadilde eğitim konusunu dert edinmiş bir siyasetçi olarak, bir talebin hangi durumlarda “erken”, hangi durumlarda “geç” sayılacağına bizleri inandırmak zorundadır.
Hem, neden erken?
Ne olmalı ki, biz bu talep için “hah, tam zamanıydı” diyebilelim?
Daha kaç insan ölmeli?
Daha ne kadar telefat verilmeli?
Bu gezi çerçevesinde benim dikkatimi çeken “en kayda değer” olay, bir Kürt vatandaşımızın Kemal Kılıdaroğlu’na ettiği sitemdi.
Hem acıtıcı, hem bazı gerçekleri faş eden bir sitem...
Dedi ki Kürt vatandaşımız, “Kemal Bey, daha ne kadar Ergenekon’a destek vereceksiniz?”
Kemal Bey ne mi yaptı?
Ne yapacak? Nutku tutuldu, söyleyecek bir şey bulamadı ve gülümseyerek uzaklaştı olay mahallinden...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder