10 Ağustos 2011 Çarşamba

Her şeyde Amerikan parmağı aramak çocukluk hastalığıdır...

Gelişen ülkeler siyasetinin bir çocukluk hastalığı, içte ve dışta ne olursa olsun bunu "Amerika yaptı" diye yorumlamaktır.
1980'in 12 Eylül'ündeki askeri müdahale, tabii ki Amerika'nın onayını almıştı.
Çünkü bir yıl önce İran'da Humeyni Devrimi (veya darbesi) olmuş, Afganistan'ı da Sovyetler Birliği işgal etmişti.
Uzakdoğu'dan Avrupa'ya uzanan ve SEATO-CENTO-NATO içinde oluşturulan kuşak delinmişti.
NATO da Kıbrıs kaynaklı Türk-Yunan anlaşmazlıkları sonucu Güneydoğu kanadında çatlamak üzereydi.
Neticede 12 Eylül müdahalesinin ilk sonucu "Rogers Planı"nın Türkiye tarafından kabul edilmesi ile Yunanistan'ın NATO askeri yapısına geri dönüşü oldu.

Kim onları kavga ettirdi?
Daha önce de "Guadalup Zirvesi"nde Amerika'nın başını çektiği büyük ekonomiler Türkiye'nin kurtarılmasını kararlaştırmışlar ve böylece serbest pazar ekonomisine geçişimizi planlayan "24 Ocak Kararları"nın devamı güvenceye alınmıştı.
Bütün bu gelişmeler, dış konjonktürün (veya ABD'nin beklentilerinin) Türk iç siyasetine yansımalarıydı.
Ancak 12 Eylül'ün mimarları o dönem siyasetinin iki baş aktörü olan Demirel ile Ecevit'in bitmez tükenmez kavgalarını, amansız uzlaşmasızlıklarını ve bu tablonun toplumun tabanına "Örtülü bir iç savaş" şeklinde yansımasını gerekçe göstererek darbelerini gerçekleştirdiler.
Acaba Demirel ile Ecevit'i de Amerika mı kavga ettiriyordu?

Akıl yoksunluğu
Eğer her şeyi "Amerikan parmağı"na bağlamak gibi bir alışkanlığınız varsa, elbet yukarıdaki soruyu da sormanız gerekir...
Yani Demirel ile Ecevit'in ipleri Amerika'nın elinde olan ve birbirleriyle kavga ettirilen Karagöz-Hacivat misali iki kukla olduklarını varsaymanız gerekebilir.
İşte bu noktada "Siyasi akıl" ve "Gerçekçilik" benzeri kavramlar da devreye sokulmalıdır.
Siyasi ihtirasının boyu siyasi aklının boyundan daha uzun olan siyasetçi türünün varlığı da, gelişmekte olan ülkeler siyasal yaşamının bir diğer çocukluk hastalığıdır.
Onların uzlaşmasızlıklarının yarattığı kaosu izleyenler bunda Amerikan parmağı ararlar... Onlar da dış konjonktürdeki yeni oluşumları izleyip uyum göstermek yerine, uzlaşmasızlıklarını ve kavgalarını tırmandırırlar.

Kısır döngünün sonucu
Bu kısır döngü bazen askeri darbe ile bazen de dış ülkelerin askeri müdahalesi ile sonuçlanır.
Ve hatta bazen iç savaşa da sahne olur bu kısır döngüyü yaşayan ülkeler.
Türk siyaset sahnesinin bugünkü aktörleri, iktidarı ve muhalefeti ile yaşanan bu deneyimleri akıllarından hiç çıkartmamalıdırlar.
Son on yıllarda Yugoslavya'nın, Irak'ın yaşadıkları, bugün Libya ve Suriye'deki durumlar, vizyonsuz muhterislerin ülkelerini nasıl felaketlere sürüklediklerinin hikâyesidir.
Son örnek olan Suriye'de acaba hangi akıllı "Esad Amerika'nın tahriki sonucu kendi halkını bombalıyor" tezini savunabilir?

CHP de büyümeli artık
Kısacası gelişen ülkelerdeki iktidar sahipleri kadar muhalefet sözcüleri de akıllı ve sorumlu davranmalıdırlar.
CHP'nin yaşını başını almış Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nun, Suriye'yi bekleyen büyük yangını önlemeye çalışan Başbakan Erdoğan için söylediği çocukça sözleri okumuşsunuzdur...
- Başbakan Batılı egemen güçlerin Ortadoğu'daki taşeronudur. Egemen güçlerin her istediğini yapan konumdadır, dedi Kılıçdaroğlu.
Yıllanmış CHP'nin hâlâ siyasi çocukluk hastalığına yakalanabileceğini göstermiyor mu bu sözler?
Başbakan Erdoğan yerine Beşşar Esad'a empati duymak hangi yetişkin akla sığar dersiniz?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder