4 Ağustos 2011 Perşembe

İzin ver de sevinelim

4 Ağustos 2011 Perşembe

Hissiyatımı söyleyeyim: Hürriyet gazetesinin, “Yeni Masa Düzeni” başlığıyla, biraz da gizem katarak sunduğu fotoğraf yağlarımı eritti.

Buydu...

Bir fotoğraf (fotoğrafta görülen yeni oturma düzeni), kâmilen demokratikleştiğimiz anlamına gelmiyordu, daha yememiz gereken kırk fırın ekmek vardı, “zihniyetlerin” de değişmesi ve mahut oturma düzenine göre yeniden şekillenmesi gerekiyordu ama yine de olumlu bir “remz”di o fotoğraf...

Sevindim ama zil takıp oynama gereği de duymadım.

Hayır, “Görün bakın, hiç rövanşist değilim, nasıl da olgun bakıyorum” demeye çalışmıyorum.

Hiç olgun değilim...


Zil takıp oynamıyorsam, sükûnetimdendir... “Yapısal bir durum”dan söz ediyorum... Yapım, “Daha karpuz kesecektik” gibilerden lafları kaldırmıyor. Gidenin arkasından teneke çalmak gibi bir beceriye ve alışkanlığa da sahip değilim.

Ama sevindim, ne yalan söyleyeyim...

Çok seviniyorum.

Hele, Kara Kuvvetleri Komutanı olmasına kesin gözüyle bakılan Paşa’nın durumuna daha çok sevindim.

Hanidir ismini duyup duruyoruz.

Henüz “Paşa” olmadan önce, Özal’ın devr-i istibdadından (!) beri gündemdeydi.

Bir ara Genelkurmay’ın basın işlerine baktı.

Bir aralar, rahmetli Özal’ın Çankaya’daki yaveri yahut özel kalem müdürüydü.

Bazı gazeteci arkadaşlarımızın da Aslan Komutanı’ydı.

Ben kendisiyle müşerref olamadım... “Akredite” bulunmadığım ve Genelkurmay Başkanlığımız tarafından “sakıncalı personel” (yakın zamana kadar sivil gazetecilere de “personel” gözüyle bakılıyordu) sayıldığım için, askeri mekânlardan, resepsiyonlardan, kutlamalardan, basın bilgilendirme toplantılarından uzak tutuldum.

Bu nedenle Paşa’yla daha yakından tanışma ve temas imkânı bulamadım...

Ama “başarılarını” hep izledim.

Mesela, “PKK’yı dinleteceğiz” diye İsrail’den cihaz aldırıp, usulsüz olarak iki bin kişiyi dinlettiği iddia edilmişti.

Başka iddialar da vardı hakkında.

Bunları Ahmet Özal dile getirmişti.

Detaylandırmayalım.

Bir yargılamaya konu edilirse konuşuruz.

Paşa’nın asıl cürmü, Cumhurbaşkanı Gül’e yaptığı saygısızlıktı.

Hatırlarsanız, “Genelkurmay İkinci Başkanı” sıfatıyla, Cumhurbaşkanı Gül’ü 19 Eylül 2007’de KKTC gezisi dönüşü havaalanında karşılamış ancak Hayrünnisa Hanım’ın elini sıkmamak için protokolü terk etmişti.

Bunları yazmak, “rövanşizm”, “askeri aşağılamak”, “gidenin arkasından teneke çalmak” değildir.

Nehir kenarında otura otura bazı siyasetçilerde “ustalık” keşfeden Ertuğrul Özkök, dünkü yazısında, “gidenin arkasından teneke çalan” medyaya ve bir kısım arkadaşa verip veriştiriyordu.

Belli ki, “daha karpuz kesecektik” manşetinde • yaralanmış.
Buyuruyor ki özetle, “İstifa eden askerlerin arkasından, televizyon ekranlarında, köşe yazılarında, manşetlerde teneke çalanlara, alay edenlere, dalga geçenlere, en aşağılayıcı ifadelerle hava atanlara bakıyorum, orada küçük, buruşmuş bir ruhun, ölçüsüz tatminini görüyorum.”

Böyle görme...

Gidenin arkasından teneke çalanı anla...

Elli yıldır aşağılanıyor bu adamlar...

Kurdukları yapı tanklarla alaşağı ediliyor.

Oy verdikleri parti kapatılıyor.
Seçtikleri Başbakan asılıyor yahut içeri tıkılıyor.

Ne gericilikleri bırakılıyor, ne yobazlıkları, ne köylülükleri, ne ayılıkları, ne bidon kafalılıkları... Elli yıldır sistematik biçimde sopa yiyorlar.

Ellerinde tankları ve ağır silahları yok.
Kuru bir sevinç alt tarafı... Bırak sevinsinler!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder