3 Ağustos 2011 Çarşamba
Bu hanımefendi, “fetihçi zihniyete destek çıkmamız beklenmesin” diyerek, zımnen 27 Nisan muhtırasını desteklemiş bulunan hanımefendi.
Biraz sinirli bir hanımefendi...
Ne zaman bir tartışma programına çıksa, arkasından, “Hanım yine çıldırdı” şeklinde yorumlar yaptıran hanımefendi.
İstikbalde kurulmasından korktuğu “sivil vesayet” konusunda bir kamyon laf ederken, “askeri vesayet” konusunda ağzını açmayan, ağzını açsa bile mırın kırın eden hanımefendi.
Hani, “Bu hükümet duble yollarla Güneydoğu Anadolu’ya götürülecek şiddetin altyapısını hazırlıyor” buyurmuştu da, Başbakan’ın, bence yanlış tepkisi üzerine “Korkmam ben kimseden, korkmam...” diyerek, görüşünde ne kadar da sebatkar olduğunu gösterme fırsatı yakalamıştı.
Bildiniz...
Bu hanımefendiyi, bir süre sonra, BDP otobüsü üzerinde, Kürt seçmene zafer işareti yaparken gördük.
Dumur olduk.
Ne işin vardı o otobüsün üzerinde?
Hangi sıfatla oradaydın?
Gazeteci olarak mı, parti muhibbi olarak mı, siyasetbilimci kisvenle mi?
Hangisi?
Bu sorulara cevap vermesi gereken hanımefendi, bir de tutup, PKK konusundaki yeni görüşlerini masaya yatıran ve “Dün, Kürt sorununu çözelim derken bir Kürt sorunu yaratmayalım gibilerden laflar ediyordun. Bugün böylesin! Dünden bugüne ne değişti?” diye soran gazetecilere, “Beni hedef gösteriyorlar” diye şarlamaya başladı.
Hem de “değiştim ben” diyerek, “dünden bugüne ne değiştiğini” izah etmiş oldu.
Dünden bugüne neyin değiştiğine ikna olmadık.
Hadi diyelim ki insan değişir ve sunulan “değişim gerekçeleri” kabulümüzdür ve de saygı değerdir.
Peki, niye hedef göstermiş olsunlar seni?
Seçim otobüsü üzerinde zafer işareti yapan sensin, bu fotoğrafı izah etme gereği duymayan sensin, “Kürt açılımı” konusunda mangalda kül bırakmayan ve Kandil’le aynı çizgide duran sensin...
Neyse...
Erdoğan hükümetinin yapıp ettiği hiçbir şeyi beğenmeyen, vesayetin sadece “sivil”ine karşı olan hanımefendi, kuvvet komutanlarının istifasıyla oluşan vasatı da beğenmemiş.
Kendisi anlatsın: “Asker-sivil çatışmasının, siyasi tartışmanın ‘ana ekseni’ olarak sabitlenmesi bu çerçevede (devir-teslim çerçevesinde) gerçekleşti. Şimdilerde, bu çerçeve çarpık bir ‘demokrasi dogma’sı halini aldı. Öyle olduğu için, ordunun sivil iktidarın denetimine geçmiş olması başlı başına demokratikleşme olarak tanımlanabiliyor. Hatta, daha dün, mevcut iktidarın 2002 seçim başarısını, hazmedemeyen, ‘daha kaliteli bir demokrasinin halka rağmen kurulmasını talep eden’ adam, ‘ordunun sivilleşmesi’ üzerine kompozisyon ödevi yazabiliyor...”
Birincisi hanımefendi, bu iş “devir-teslim töreni” diye istihfafla karşılayacağın kadar basit bir iş değil.
İkincisi, kimse bu işi “başlı başına demokratikleşme” olarak görmüyor.
Demokratikleşme konusunda bir merhaledir, bir adımdır, bir başlangıçtır.
Üçüncüsü, sivil iradenin galebe çalması ne zamandan beri “demokrasi dogması” diye tanımlanır oldu?
Dogmalardan şekvacıysan, “huzur ve asayiş dogması” halini alan askeri darbelere de aynı şiddetle, aynı titizlikle, hatta aynı iştahla karşı çıkman gerekirdi... Kuvvetli bir itirazını hatırlamıyoruz.
Dördüncüsü, isim vermeden Hasan Bülent Kahraman’a çakıp duruyorsun.
Kahraman, “Daha nitelikli bir demokrasiyi halka rağmen kurmalıyız” dediğinde sesin çıkmamıştı.
Kaç yıl geçti aradan...
Şimdi fitil fitil burnundan getiriyorsun adamcağızın...
Neden?
Düşüncelerini değiştirdiği, demokrat saflara intisap ettiği için mi?
Bu mu bütün derdin?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder