2 Ağustos 2011 Salı
Bu yazı biraz tekrar olacak...
Daha doğrusu, “self plagiarism” yapacağım... “Kendimden aşıracağım” yani.
Buyrun:
Henüz 2000’li yılların başı... Harp Akademileri’ndeki ünlü “Yaşar Büyükanıt söylevi”, darbe sever medyamızda ve dar ideolojik çevrelerde büyük yankı yaratmıştı.
Hilmi Özkök’ten sonra Genelkurmay Başkanı olacak bu “delişmen paşa” neler de söylüyordu böyle?
Küresellik olgusuna dümdüz gidiyordu.
Uyum yasalarını eleştiriyor, örtük cümlelerle “AB sürecine” verip veriştiriyordu.
Dahası, iktidar partisine karşı mesafeliydi ve kurduğu her cümlenin içine özenle “irtica” sözcüğünü yerleştiriyordu.
İlk bakışta “okuyan bir asker” izlenimi ediniyordunuz.
Halefi olacak İlker Başbuğ Paşa gibi, “İcabında Habermas’ı da biliriz” demeye getiren laflar etmiyordu ama siyaset bilimi terminolojisine ait bazı kavramları rahatlıkla telaffuz ediyordu.
Üstelik, ödünsüzdü...
Hükümetin yapıp ettiklerine karşı görece sert bir duruş sergiliyordu. Üstelik, tavrı ve yüz hatları da sertti. En azından “öyle olduğu” düşünülüyordu ve bu durum “fısıltı gazetesi” aracılığıyla duyurulması gereken yerlere duyuruluyordu.
Beklenti şuydu:
Paşa gelecek, akim kalmış darbe girişimlerini bir ucundan tutup tamama erdirecekti...
Henüz “Sarkız”, “Ayışığı”, “Yakamoz”, “Eldiven” adlı darbe girişimlerinden haberdar değildik ama cihet-i askeriyede bir şeylerin döndüğünü hissediyorduk.
Paşa geldi ama bir şey olmadı. Yani “beklenen” darbeyi yapmadı.
Darbe yapmadığı gibi, darbe soruşturmaları nedeniyle sonradan içeri alınacak bazı iyi çocuklarla da arasına mesafe koydu.
Kılıçdaroğlu’nun “yargılayacağız” dediği darbe bu işte... Mebzul miktar “yapılmışı” dururken, “yapılmamışını” yargılayacaklar.
Darbe yapmamak gibi büyük bir kabahat işleyen Büyükanıt, kısa sürede, darbe sever medyamızın boy hedefi haline geldi.
Hatta, arkasından şöyle başlıklar bile attılar: “Büyükanıt’tı, küçük anıt oldu...”
Büyükanıt’ın selefi pozisyonunda bulunan Hilmi Özkök ise, küfredilen generallerin başında gelmektedir.
Özkök, “Demokrasilerde asker parlamentonun emrindedir” demişti.
Bununla da kalmamış, sürekli “hukuk” • hatırlatmıştı.
Bugün öğreniyoruz ki, görev yaptığı dönem içinde, darbe cuntalarıyla sürekli “niza” halinde olmuş, onların hiçbir görüşme talebini kabul etmemiş, bütün darbe girişimlerine (yetkisini kullanarak) engel olmuş... Başına bir iş gelmesin diye de karavanadan yemek yememiş, dört yıl boyunca “sefer tası” taşıyıp durmuş.
Küfürlerden nasibini alan generallerden biri de Doğan Güreş’tir.
Bazı siviller, “Asker elbette siyasetçinin emrindedir... Başbakan Tansu Hanım tak diye emreder, ben şak diye yaparım...” dediği ve darbe gibi çağdışı işlere tevessül etmediği, belki de edemediği için, Doğan Güreş’in adını “Tak Şak Paşa”ya çıkarmışlardı.
Medyanın “amiral gemisi” olacak “sivil gazete” ise daha da ileri gitmiş, fotomontaj yoluyla etek giydirmişti.
Ben, İlker Başbuğ’un da, küfredilen generaller listesine dahil edileceğini düşünüyordum ama yanılmışım. Başbuğ, her iki tarafı da ustalıkla idare etti ve bir yol kazasına uğramadan görevini tamamladı.
Darbe sever medyamızın hedefinde, bu kez, Orgeneral Necdet Özel var.
Henüz “asil” unvanını kazanmadan küfür ve aşağılamalar başladı.
Neden diğer komutanlarla birlikte istifa etmemiş? “Yandaş general” denilmesinden korkmuyor muymuş? Bakalım orduevlerine girebilecek miymiş?
Asıl büyük salvoyu, Süheyl Batum’dan bekliyorum.
Medyanın gazına gelip, “Bu da kâğıttan kaplanmış!” der mi, der...
Bunu da bekliyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder