10 Ağustos 2010
Oturmaya hazırlandığı koltuk, eskiden birçoklarının oturmaya can attığı koltuktu.
Artık öyle değil...
Bir iğneli fıçı...
Düşünsenize:
Bir yanda fiili savaş sürüyor; Güneydoğu’dan her gün çatışma, tuzak, şehit haberleri geliyor.
Yıllardır “Vatan sağ olsun” deyip boyun büken şehit aileleri artık “Neden evlatlarımız korunmuyor”, “Niçin hep yoksul çocukları ölüyor” diye sormaya başlıyor.
Ordunun savaş stratejisi ilk kez sorgulanıyor, profesyonelleşme baskısı artıyor.
Karakol baskınlarındaki hata ve ihmallere ilişkin korkunç haberler çıkıyor. Karargâh, derhal soruşturulması gereken bu ciddi iddialar karşısında susuyor, bu suskunluk “Sükût ikrardan gelir” diye yorumlanıyor.
Öte yandan Cumhuriyet tarihinde ilk kez bu kadar komutan darbecilikten yargılanıyor. Orduevi kapılarında polis bekliyor.
Kozmik odanın “çok gizli” sırları, ilk kez sivil denetime açılıyor.
Hükümet, daha öncekilerin göze alamadığını yapıp terfilerde kendi tercihlerini dayatıyor.
Toplumun bir kısmı, “Asker fazla alttan alıyor, yumruğunu vurmalı” diye komuta kademesine baskı yaparken, bir kısmı, “Niye darbeciler hemen tutuklanmıyor” diye yargıyı sıkıştırıyor.
Hiyerarşik disiplin altüst olmuş durumda:
Eski komutanlar ve eşleri, basında birbiri aleyhine konuşuyor. Komutanların karargâhtaki telefon görüşmeleri, şahsi yazışmaları, ailevi sırları ortaya dökülüyor. Her birimden bavulla belge sızıyor, tatbikat tutanakları elden ele geziyor; çıkan belgeye “kâğıt parçası”, bulunan silaha “boru” demek ya da sert çıkışlarla üstünü örtmek artık kimseyi tatmin etmiyor.
Genelkurmay Başkanı ile Başbakan arasındaki görüşmenin iki tarafça bir ebedi sırra dönüştürülmesi, içeriğini hepten merak konusu yapıyor ve yeni komutanla Başbakan’ın bundan sonra yapacakları görüşmeleri de ipotek altına alıyor.
Savunma harcamaları, değişen dünya dengelerinde bütçe önceliğini kaybediyor.
Önceki darbelere yasal dayanak oluşturan “Cumhuriyeti koruma-kollama görevi”nin Silahlı Kuvvetler’in İç Hizmet Kanunu’ndan kazınması, YAŞ kararlarının itiraza açılması için hazırlık yapılıyor.
“Asker millet” diye bilinen Türkler, bedelli askerlik çıksın diye kampanya yürütüyor.
Kışlalarda moraller bozuk; “teamüller” yıkık, öfke kabarık...
Org. Işık Koşaner, bu koşullarda bir orduyu devralıyor.
* * *
Çok cephede zorlu bir savaşa girecek yeni komutanın önünde iki yol var:
Halefi gibi basın karşısında hiddetli, Başbakan’la sırdaş olmak; vahim iddiaları makul açıklamalar yerine karşı suçlamalarla cevaplamak...
Veya savaşta yıpranmış bir orduyu cephe gerisine çeker gibi “Toparlan” borusu çalıp çağın koşullarına uygun bir “düzenli ordu” için kolları sıvamak...
Bu süreçte, askeri yıpratan siyasi beyanlardan kaçınmak, güncel tartışmaları siyasilere bırakmak, darbecileri kendiliğinden ayıklamak; savunmadaki ihmalleri, cephedeki hataları, disiplin dağınıklığını, sızıntıları örtbas etmek yerine çare aramak...
Kısaca şeffaflaşmak ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin saygınlığını korumak için onu tartışmaların dışına çıkarmak...
Işık Paşa ilk yolu seçerse gerginlik tırmanarak büyüyecek; ikinci yolu seçerse hem ordu, hem Türkiye rahatlatacaktır.
Artık öyle değil...
Bir iğneli fıçı...
Düşünsenize:
Bir yanda fiili savaş sürüyor; Güneydoğu’dan her gün çatışma, tuzak, şehit haberleri geliyor.
Yıllardır “Vatan sağ olsun” deyip boyun büken şehit aileleri artık “Neden evlatlarımız korunmuyor”, “Niçin hep yoksul çocukları ölüyor” diye sormaya başlıyor.
Ordunun savaş stratejisi ilk kez sorgulanıyor, profesyonelleşme baskısı artıyor.
Karakol baskınlarındaki hata ve ihmallere ilişkin korkunç haberler çıkıyor. Karargâh, derhal soruşturulması gereken bu ciddi iddialar karşısında susuyor, bu suskunluk “Sükût ikrardan gelir” diye yorumlanıyor.
Öte yandan Cumhuriyet tarihinde ilk kez bu kadar komutan darbecilikten yargılanıyor. Orduevi kapılarında polis bekliyor.
Kozmik odanın “çok gizli” sırları, ilk kez sivil denetime açılıyor.
Hükümet, daha öncekilerin göze alamadığını yapıp terfilerde kendi tercihlerini dayatıyor.
Toplumun bir kısmı, “Asker fazla alttan alıyor, yumruğunu vurmalı” diye komuta kademesine baskı yaparken, bir kısmı, “Niye darbeciler hemen tutuklanmıyor” diye yargıyı sıkıştırıyor.
Hiyerarşik disiplin altüst olmuş durumda:
Eski komutanlar ve eşleri, basında birbiri aleyhine konuşuyor. Komutanların karargâhtaki telefon görüşmeleri, şahsi yazışmaları, ailevi sırları ortaya dökülüyor. Her birimden bavulla belge sızıyor, tatbikat tutanakları elden ele geziyor; çıkan belgeye “kâğıt parçası”, bulunan silaha “boru” demek ya da sert çıkışlarla üstünü örtmek artık kimseyi tatmin etmiyor.
Genelkurmay Başkanı ile Başbakan arasındaki görüşmenin iki tarafça bir ebedi sırra dönüştürülmesi, içeriğini hepten merak konusu yapıyor ve yeni komutanla Başbakan’ın bundan sonra yapacakları görüşmeleri de ipotek altına alıyor.
Savunma harcamaları, değişen dünya dengelerinde bütçe önceliğini kaybediyor.
Önceki darbelere yasal dayanak oluşturan “Cumhuriyeti koruma-kollama görevi”nin Silahlı Kuvvetler’in İç Hizmet Kanunu’ndan kazınması, YAŞ kararlarının itiraza açılması için hazırlık yapılıyor.
“Asker millet” diye bilinen Türkler, bedelli askerlik çıksın diye kampanya yürütüyor.
Kışlalarda moraller bozuk; “teamüller” yıkık, öfke kabarık...
Org. Işık Koşaner, bu koşullarda bir orduyu devralıyor.
* * *
Çok cephede zorlu bir savaşa girecek yeni komutanın önünde iki yol var:
Halefi gibi basın karşısında hiddetli, Başbakan’la sırdaş olmak; vahim iddiaları makul açıklamalar yerine karşı suçlamalarla cevaplamak...
Veya savaşta yıpranmış bir orduyu cephe gerisine çeker gibi “Toparlan” borusu çalıp çağın koşullarına uygun bir “düzenli ordu” için kolları sıvamak...
Bu süreçte, askeri yıpratan siyasi beyanlardan kaçınmak, güncel tartışmaları siyasilere bırakmak, darbecileri kendiliğinden ayıklamak; savunmadaki ihmalleri, cephedeki hataları, disiplin dağınıklığını, sızıntıları örtbas etmek yerine çare aramak...
Kısaca şeffaflaşmak ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin saygınlığını korumak için onu tartışmaların dışına çıkarmak...
Işık Paşa ilk yolu seçerse gerginlik tırmanarak büyüyecek; ikinci yolu seçerse hem ordu, hem Türkiye rahatlatacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder