30 Temmuz 2011 Cumartesi
Hadi daha anlaşılır olması için şıklarla saymaya başlayalım:
A) Yanlış anlaşılıyorlar.
B) Zamansız açıklama yapıyorlar.
C) Sorular çalışmadıkları yerlerden çıkıyor.
D) Ağızlarından çıkanı henüz kulakları duymuyor, kulakları duyduğunda ise ne konuştuklarını kendileri de anlamıyor.
Selahattin Demirtaş yanlış anlaşılıyor, Aysel Tuğluk zamansız açıklamalarda bulunuyor, Emine Ayna malum ağzından çıkanı genelde kulakları duymuyor, Bengi Yıldız’a ise çalışmadığı yerlerden sorular geliyor. Sabahat Tuncel’e hiç dokunmuyorum bile.
Bu saydığım isimler BDP’nin elit siyasetçilerinden. Hepimiz dikkat kesilmiş, ağızlarından çıkacak sözleri takip ediyoruz.
Aysel Tuğluk’un zamanlama konusunda pişmanlık duyduğu “Demokratik Özerklik” ilanından bu yana konu bir şekilde tartışılıyor.
Ancak, özellikle “Demokratik Özerklik” talebinin de bir çözüm önerisi olarak tartışılabileceği şu günlerde artık ben, Aysel Tuğluk’un “zamanlama yanlışlığından” geçtim çünkü, o zamansızlık Türkiye için değil kendileri için geçerli bir hususmuş.
***
Siyasetlerini yaptıkları, kamplarda günlerce eğitimini aldıkları “Demokratik Özerklik” konusunda çıkıp çatır çatır konuşacak, bu fikri marjinal bulanlara anlatıp ikna edecek birikime sahip değillermiş meğerse...
Neşe Düzel’in tarihe geçecek bir iş çıkardığı Bengi Yıldız röportajında herkes genellikle Bengi Yıldız’ın “vergi vermeyiz” sözüne takılırken, ben asıl Yıldız’ın demokratik özerklik konusunda “Girin Google orada, yazıyor, araştırın” sözüne takıldım...
Gerçi Neşe Düzel de “İnternete girip bakacaksam sizinle niye konuşuyorum pardon” mealinde bir çıkış yaptı.
Malum “Demokratik Özerklik” BDP’nin en önemli siyasi malzemesi ve daha en önemli siyasi argümanları konusunda bile siyasetçilerinin akılları karışık. Henüz içlerinde “özerklik” konusunu bizlere anlatacak düzeyde birilerinin olmadığını da anlamış olduk. Madem ki en önemli istedikleri şeyin nasıl olacağına dair bir yol haritaları, projeleri yok ve Kürt Sorunu konusunda anladıkları tek şey Meclis’i tehdit etmek ve halkı sokağa dökmek...
Oysa millete Google önermek yerine Meclis’e gelselerdi, belki bu savruk politikadan da kurtulacaklar, her şeyi Meclis çatısı altında konuşabileceklerdi.
O halde biz de Google’dan öğreneceğimiz “Demokratik Özerklik” konusunu şimdilik bir kenara bırakıp, bölgede iyileştirme yönünde neler yapılabilir bunları tartışmaya devam edelim.
BDP’li vekiller de, Diyarbakır senin Van benim misali şehirlerarası “siyaset oyunlarını” bir kenara bırakıp yollarını Ankara’ya düşürürlerse, sürece katkıda bulunabilirler elbette.
Çünkü gerek BDP gerekse PKK, Kürt meselesinin çözümüne yönelik ne zaman bir umut doğarsa bu inisiyatifin kendilerini dışarıda bırakacağı kaygısına düşerek toplumda şiddeti-gerilimi artıracak kararlar alarak süreci engelliyorlar.
Bugün siyasi iradenin, geçmişten bugüne Kürt hareketinin bir taraftan barış söylemini kullanırken diğer taraftan da gerilimi artırdıklarını bilmesi ve buna göre adım atması gerekiyor.
Kürt Sorunu konusunda yapılacaklar belli...
Özellikle 1925 yılında çıkartılan Şark Islahat Planı’nda bile yer alan, Doğu’ya “iyi yetiştirilmiş idareci” gönderilmesi hususunu bugün uygulamak gerekiyor, ancak o dönemin “iyi idareci” algısının tam tersine ve “iyi”den anlaşılan iyi olmak kaydıyla.
Bölgede görev yapacak, polis, öğretmen, memur, kaymakam, vali hatta ve belki de en önemlisi cami imamlarının, bölge insanlarının hassasiyetlerine duyarlı, Kürt meselesi konusunda gerçekten çözüm isteyen ve sürece katkısı olabilecek kişilerden seçilmesi...
Çünkü Kürt sorunu çözebilmenin en önemli şartlarından birisi bölge halkının gönlünü kazanmaktır.
“Merhamet, gönlü kırıkların payıdır” der Mevlana.
Devlete gönlü kırık olanların çoğunlukta olduğu bu ülkede, her şeyden fazla merhamete ihtiyaç var.
Öyle görünüyor ki, ne BDP de, ne de PKK’da gördüğümüz bu merhamet, devletin elinde gerçek gönlü kırıklar için en iyi ilaç olacak...
Not: Öcalan, “Her iki tarafın beni taşeron olarak kullanmasına bugün itibariyle son veriyorum” demiş... Hadi bakalım hayırlısı!!!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder